[voiserPlayer]
Adem’in Güncesi
Uzun saçlı yeni yaratık hayatına girer ve sessiz, huzur dolu hayatı sona erer. Nereye gitse yaratık onu takip eder, yakın olmak ister, sürekli konuşur, hatta kurallar koyar. “Çimlere basmayınız” gibi. Ve “biz”, onun da diline dolar bu kelimeyi. Yerlere ve şeylere o ad takar. İçinden geldiği gibi. Ona danışmadan, söz hakkı vermeden. Kendine de bir ad koyar: Havva.
Havva hayatına da karışır. Ondan şelale üstünde yürümeyi bırakmasını ister. O heyecanı ve suyun serinliğini seviyordur. Havva için ise şelaleler sadece seyirliktir. Bunalır ve ondan uzaklara gider. Ancak Havva onu bulur ve geri getirir.
Derken Havva onu yasak ağacın meyvelerini yemeye teşvik eden bir yılanla arkadaş olur. Havva’yı kesin bir dille uyarır. Yasak ağaçtan uzak durmalıdır, durmazsa dünyaya ölüm gelecektir. Havva ise kararlıdır.
Bunun üzerine tekrar kaçar. Ve birden dünyanın düzeni bozulur. Büyük bir kargaşa olur. Hayvanlar birbirine saldırmaya başlar. Havva o meyveden yemiş ve ölümü dünyaya getirmiştir.
Havva onu tekrar bulur. Açtır ve Havva’nın getirdiği yasak ağacın meyvelerinden yer. Utanç duygusu basar birden ve örtünmek ister. Yapraklarla… Havva da öyle gelmiştir zaten, yapraklarla örtük halde.
On gün sonra Havva olan bitenden dolayı onu suçlamaya başlar. Mutlaka bir şey yapmış olmalıdır. Yaptığı saçma bir şakayı hatırlar. Evet sebep o şakadır. Suçlu artık odur.
Bir yıl sonra Kabil girer hayatlarına. Havva onu nasıl bulmuştur? Ve tam olarak hangi canlıdır? Sorgulamaları devam ededursun, Havva’nın bu canlıya daha korumacı, daha ilgili, daha şefkatli olduğunu fark eder. Kabil büyür. Derken Havva aynı türden bir tane daha bulur. Adını Habil koyar.
Yıllar geçer. Kabil ve Habil’in kendi çocukları olduğunu anlar. Kızları da olur. Ve Havva’ya olan duyguları derinleşir. Şöyle yazar güncesine:
“Bunca yıl sonra anlıyorum ki başlarda Havva’yı çok yanlış tanımışım. Onunla Cennet Bahçesi’nin dışında yaşamak, içinde onsuz bir yaşamdan evladır.”
Havva’nın Güncesi
İlk sorusu kim olduğu olur? Bir denektir. Ancak tek denek o değildir. Adını erkek koyduğu başka bir denek daha vardır. Evet ad bulmada çok iyidir. Yerlerin ve şeylerin adları içine doğuyordur. Estetiğe, güzelliğe düşkündür. En çok aya hayrandır. Yıldızları da seviyordur. Bir kaçını saçına takabilmeyi hayal etmiştir. Onlara ulaşırım diye ufka kadar yürümeyi bile göze alır. Diğer canlılara karşı ise şefkatlidir.
Meraklıdır. Yer ve gök, canlı ve cansız. Merakını tatmin için gezilere çıkar ve şeyleri keşfeder. Ateşi de keşfedecek ve o ateşle bir ormanı yakacaktır. Ve keşifleri neticesinde yaratılışının gayesini anlayacaktır. “Bu müthiş dünyanın sırlarını araştırmak, mutlu olmak ve Yaratıcı’ya şükretmek.”
Ancak erkek onun tam zıddıdır. Aylaktır. Kaba sabadır. Zevksizdir. Merhametsiz. Ve utangaçtır. O konuşmaktan büyük keyif alırken erkek hiç konuşmuyordur. Utangaçtır. Onu kırmaktan da, üzmekten de kaçınmıyordur.
Umarsızdır da. Ne adını umursar, ne ateşi, ne de bahçeye verdiği yeni düzeni. Şelalede yaptıkları onu korkutuyordur, ama bunu da umursamaz.
Erkekte bulamadığı dostluğu hayvanlarda bulur. Cennetten kovulduktan sonra ise erkeğe karşı hisleri derinleşir. Cennet büyüleyici bir yerdir. Onu yitirmiştir, ancak erkeği bulmuştur. Erkek onu artık “varıyla yoğuyla seviyor”dur. O da erkeği bütün tutkusuyla…
Peki onu neden seviyordur? Şarkı söylediği için mi? Akıllı olduğu? Nazik, kibar ve düşünceli davrandığı? Becerikliliği? Eğitimi? Mertliği? Özünde iyi biri olması? Güçlü ve yakışıklı olması? Hayır, hiç biri değildi. Onu sadece onun erkeği olduğu için seviyordur.
Kırk yıl sonra duası bu dünyadan beraber göçüp gitmektir. İkisinden birisi önce gidecekse de o gidenin kendisinin olması. Erkek güçlüdür, kendisi zayıf. O erkeğe daha çok muhtaçtır, erkek ona o kadar değil. Onsuz bir hayat zaten ölümdür.
Havva’nın mezarının başında Adem: “Onun olduğu her yer Cennet Bahçesi’ydi”.
Çalınan Beyaz Fil
Siyam kralı İngiltere kraliçesine beyaz bir fil armağan eder. Armağanı götürmek ve sunmak görevi ona verilir. Fil ve yardımcıları ile yola çıkar. Amerika’nın Jersey City’sinde mola verir. İki hafta sonra bir gece beyaz filin çalındığı haberini alır. New York’a gider, polis merkezini bulur ve orada başmüfettiş Blunt’tan filin bulunmasını ister.
Blunt detaylı sorular sorar, filin adını, lakabını, doğum yerini, ana babasının hayatta ve kardeşleri olup olmadığını ve fili detaylarıyla tarif ettirir. Bu bilgilerin ve filin fotoğrafının 50 bin adet basılmasını ve bütün karakollara postalanmasını emreder. Ondan da 25 bin dolar ödül sözü alır.
Blunt bütün teşkilatı harekete geçirir: Fili takip etmek için bir ekip görevlendirir, hırsızların peşine düşmek için başka bir ekip. Filin çalındığı yeri de gözetim altına aldırır, istasyonları da ve iskeleleri de. Jersey’den çıkan bütün çıkış yollarında her türlü vasıtanın aranması, Sahil Güvenliğe de sahili gözetlemesi emrini yollar. Bütün operasyon büyük bir gizlilik içinde yürütülmeli, Blunt her gelişmeden haberdar edilmeli, basına ise bilgi sızdırılmamalıdır.
Ancak ertesi gün filin kaybolduğu haberi bütün gazetelerin baş sayfasındadır. Hem de en detayına kadar. Toplamda on bir farklı teori ortaya atılır. Her bir teori farklı kişileri suçlar. Ancak hepsinin ortak noktası, filin binanın arkasındaki yarıktan değil, henüz bilinmeyen başka bir yerden kaçırılmış olduğudur. Yarık, dedektifleri yanıltmak için açılmıştır.
Takip eden günlerde filin izini süren dedektiflerden telgraflar gelmeye başlar. Hepsi sağlam izler bulmuştur. Ancak telgraflara göre fil her yerde olabilir. Connecticut’ta, Delaware’de, New Jersey’de, New York’ta, Pennsylvania’da, Virginia, hatta Illinois’de…
Ancak haftalar geçse de yine de fil bulunamaz. Çaresiz, ödül ilk önce 75 bin dolara çıkartılır, sonra 100 bin dolara. Ancak başmüfettiş Blunt henüz son kozunu oynamamıştır: hırsızlarla anlaşmaya varmak. Aklına gelen iki hırsızın eşlerine mektup yazar. Ancak o hırsızların çoktan öldüğünü öğrenir. Aklına başka bir fikir gelir. Hemen bir gizli bir mesaj yazar ve gazetede yayınlatır: A. -xwblv.242 …
Bu ilan sayesinde hırsızlarla anlaşma yapar. Fil bulunur ve teşkilatın deposuna getirilir. Ancak canlı olarak değil, ölmüş olarak.
Milyonluk Banknot
Henry Adams. San Francisco’da bir maden komisyoncusunun çalışanı. Bir gün teknesiyle okyanusa açılır. Ancak teknesi açık denizde sürüklenir ve Londra’ya giden bir gemi tarafından kurtarılır. Londra’da açlıktan yorgun argın gezerken bir eve davet edilir. Evin sahipleri iki ihtiyar kardeştir ve dürüst, zeki, ancak beş parasız bir adamın bir milyon poundluk banknotla Londra’da bir ay boyunca ne yapacağı üzerine iddiaya girmişlerdir. Henry onların denekleridir.
Ancak bir milyonluk banknotla dolaşmak sorun olur. Henry bankaya gitse polis onu hırsızlıktan yakalardı. Nitekim ilk başta korkar, denek olmaktan vazgeçer. Hatta iki ihtiyar kardeşi evlerinde bulamaz. Mecburen devam eder.
İlk orada fark eder, yemek yemek için gittiği ucuz bir lokantada. Yemeğin parasını ödemek için bir milyon poundluk banknotu uzatır. Lokanta sahibi elbette o kadar büyük bir banknotu bozamaz, ancak Henry’den para da almaz. Zira çok zengin bir adamdır. Nasıl olsa tekrar gelecektir. Sonra bir terzi dükkanına girer. Yeni elbiseler alır. Terzi de ondan para almaz, hatta tam ona göre bir takım dikmek için ölçülerini alır. Özel bir otele taşınır. Tek kuruş harcamadan zengin bir soylu gibi yaşamaya başlar.
Londra’da meşhur olur ve gazetelere haber. Ve bir gün Londra’daki Amerikan elçiliğini ziyaret eder. İçtenlikle karşılanır. Hatta elçi onu evine yemeğe davet eder. Yemekte Portia Langham ile tanışır ve ona ilk görüşte aşık olur. Portia da ona…
Yemekte Amerika’dan bir arkadaşı ile de karşılaşır. Londra’ya Amerika’daki bir maden şirketinin hisselerini satmak için gelmiştir, ancak işleri yolunda gitmiyordur. Az zamanı kalmıştır ve o süre içinde hisseleri satması gerekiyordur. Yoksa hakkını kaybedecek ve büyük zarar edecektir. Henry arkadaşına yardım etmesi karşılığında kârın yarısını ister. Arkadaşı kabul eder. Yapması gereken, maden hisselerinden Henry Adams’ın da satın aldığı bilgisini yaymaktır. Henry de konuştuklarına bu bilgiyi doğrular. Arkadaşı kısa sürede madenin hisselerinin tamamını satar ve Henry Adams’a 200 bin poundluk ödeme yapar. Henry artık gerçekten zengin bir adamdır.
Bir ayın sonunda Henry Adams, bir milyon poundluk banknotu geri vermek üzere iki ihtiyar kardeşi ziyaret eder. Yanında Portia Langham’ı da götürür. Ve orada Portia Langham’ın ihtiyarlardan birinin üvey kızı olduğunu öğrenir. Nihayetinde Henry ve Portia evlenir.
Caleveras’ın Meşhur Zıp Zıp Kurbağası
Jim Smiley. İflah olmaz bir iddiacı. Hayatına mana veren şey… Hayatını idame ettiren şey… At yarışları, köpek döğüşleri… Öyle ki bir çitin üzerinde iki kuş görse hangisinin ilk önce havalanacağına dair iddiaya giren bir tip.
Bazen bir at. Bazen bir köpek. Onları yetiştirir ve dışarıdan bakanlar atı hiç bir yarışı, köpeği hiç bir döğüşü kazanamaz sanır. Halbuki atı da köpeği de göründükleri gibi değildir. Jim bu sayede yüklü paralar kazanır. Derken… Jim bir kurbağa bulur ve onu eğitir. Kimsenin kurbağasının onun kurbağasından daha yükseğe zıplayamayacağına dair iddiaya girmeye başlar.
Bir gün kasaba merkezinde kurbağası ile beklerken bir adam çıka gelir. Jim onunla iddiaya tutuşmak ister. Aksilik adamın kurbağası yoktur. Jim adam için kurbağa bulmaya bataklığa gider. Adam, Jim yokken kurbağasına bıldırcın yumurtası içirir. Bir süre sonra Jim elinde bir kurbağa ile geri gelir ve adamla iddiaya girer.
Adamın kurbağası Jim’in kurbağasından daha ileri zıplar ve iddiayı kazanır. Adam parasını alıp ayrılır. Jim ise aklını kaçıracak gibi olur. Sonunda adamın kurbağaya o yokken bir şey verdiğini anlar, peşinden koşar, ancak yakalayamaz.
Bir Köpeğin Hikayesi
Baba bir Saint Bernard, anne çoban köpeği. Kendisi Presbiteryen. Farklı kelime ve deyimler öğrenerek, diğer köpeklere bilgiçlik taslayan annesinin şefkatli koruması altında ve başkalarına hep iyilik yapması telkinleri ile büyür. Bir gün başka bir aileye satılır. Yeni evinde herkes ona karşı sevgi doludur. O da mutlu. Minik bir yavrusu olur, mutluluğu daha da artar.
Bir gün evde bebek odasında yangın çıkar. O kendi hayatını riske atarak bebeği kurtarır. Ancak yangını evin babası fark etmez ve köpeğin bebeği yerde sürüklediğini görünce onu döver. O da kaçar ve evin çatı katına saklanır. Neyse ki köpeğin bebeği kurtardığı anlaşılır da ailede daha fazla sevgi ve bakım görmeye başlar
Evin annesi ve çocuklar bir süreliğine tatile gider. Evin babası ise köpeğin yavrusu üzerinde deney yapar. Yavru, yarasa gibi kör olur ve hemen oracıkta ölür. Yavruyu evin yakınında bir ağacın dibine gömerler. Köpek yavrusunun mezarının başından ayrılmadan ve kendisine getirilen hiç bir yemeği yiyemeden bekler.
Sağ mı? Ölü mü?
Fransa’da resim çizip satarak hayatlarını idame ettirmeye çalışan dört ressam arkadaş, bir gün artık yolun sonuna geldiklerini anlarlar. Ressamlardan birisi sıra dışı bir teklif yapar. Sanatçılar hayatta iken değil, ancak öldükten sonra resimleri değer kazanıyordur. Öyleyse içlerinden birisi ölmelidir. Kura çekerler ve kurada Francois Millet çıkar. Plana göre Millet köyde kalacak ve resim yapmaya devam edecektir. Diğerleri ise onun resimleri ile Fransa’yı dolaşacak ve Millet’in ölmek üzere olduğunu ve son resimlerini yaptığı söylentisini yayacaklardır. Planlandığı gibi yaparlar ve Millet’in resimlerini satarak çok para kazanırlar. Bir iddiaya göre Millet, Ted Magnan olarak hayatına devam eder.
Mark Twain, Adem ile Havva’nın Güncesi, Çev.: Ahmet Faruk Arslan, Kapra, 2020.
Fotoğraf: Calvin Craig