[voiserPlayer]
Politik psikoloji, pragmatik bir perspektifle siyasette başarı oranını arttırmak adına siyasetçi ve diplomatlara, toplumsal olayları değerlendirmelerinde psikolojik pencereler açan bir hizmet alanıdır. Problem algısı, bütünleyici bir yaklaşımla, analitik psikoloji temeline dayanan politik psikoloji, disiplinler arası bütünleştiricilikle beraber tarihi bir perspektif sunmaya çalışmaktadır. Toplumların birbirleriyle veya liderleriyle olan ilişkilerini gözlemleyen politik psikoloji, rejim fark etmeksizin doğru işleyen yöneten-yönetilen anlayışı ortaya koymak adına birey-vatandaş ve sınıf-zümre ilişkilerini inceleyerek bu doğrultuda çalışmalar yapmaktadır. Dolayısıyla, yöneten-yönetilen ilişkisinin gözlenen alanını içeren iletişim başlığı altında medyadaki, siyasi partilerin seçmen davranışlarını ya da lider davranışı kapsayan grup dinamikleri ve kitle psikolojisi ile ilgili çalışmalar, politik psikolojinin çalışma alanını oluşturmaktadır.
Politik öz-yeterlik kavramı ise son zamanlarda politik psikoloji alanı üzerinde sıkça tartışılan temel kavramlardan biridir. Bireylerin öz-yeterlik algı düzeyleri ve politikayla ilgili yeterlik ve güven gibi hususlardaki algı düzeyleri; kişi, durum ve olayları ne şekilde algılayıp yorumladıkları ve bunlar arasındaki ilişkiler, psikoloji ve siyasette önem arz eden konulardır. Politik eylemin bir tezahürü olarak kabul edilen, kişinin kendine dair “algılanan politik öz-yeterlik” hissiyatının oluşumu ve kökleri, oluşan bir algının hangi motive durumunda politik davranımda bulunulduğunu saptamaktadır.
Campbell, Gurin, ve Miller, 1954 yılında yayınladıkları çalışmada politik öz-yeterlik kavramını, “kişinin yaptığı siyasi faaliyetlerin, siyasi duruşunun politik süreçler üzerinde etkisi olduğunu düşünmesi” şeklinde tanımlamıştır. Bandura’ya göre kişisel öz-yeterlik algısı, kişinin hünerlerinden ziyade siyasi zemin gibi işleyen herhangi bir alanda aktif olmayı ve o faal durumu sürdürmeyi sağlayan kişisel becerileri olduğuna dair inancıdır. Bu doğrultuda politik öz-yeterlik, özetle, kişinin politik sahada aktif olması ve o faal durumu bireysel yetenekleriyle sürdürebileceği inancını taşıması anlamına gelmektedir.
Pingre, politik öz-yeterlik kavramını, birey ya da grubun demokratik süreçlere aktif katılımındaki becerisine güvenmesi hissi olarak tanımlamıştır. Pingre, politik yeterliği yüksek olan kişilerin oy verme, toplumsal protestolara dâhil olma, gazetelerde yazı yayınlatma ya da imza kampanyaları düzenleme gibi, demokratik toplumlarda gözlemlenen aktivitelere katılımlarının yüksek olduğunu aktarırken politik yeterlik düzeyi düşük olan bireylerin, siyasi güç deneyimlerine karşı yabancılaşmaya ve ilgisizliğe başlayarak apolitik bir kimliğe büründüğünü kaydetmiştir. Yüksek siyasal etkinlik duygusu, düşük siyasal güvenle birleştiğinde bu birleşim; birey üzerinde belirsizlik, siyasal yabancılaşma, sıra dışı ya da alternatif siyasal katılım yollarını benimseme gibi siyasal aktiviteler ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla, siyasi güven hissi azaldıkça merkezde siyaset yapan köklü politik hareketler zayıflarken, görece daha radikal ya da merkeze alternatif oluşturan politik hareketlere olan eğilim artış göstermektedir. Sonuç olarak siyaset için kinetik olmayan potansiyel enerji, güç değildir.
Son zamanlarda 6’lı Masa’ya yöneltilen ‘’heyecan yaratamıyor’’ eleştirilerini bu açıdan değerlendirdiğimizde, muhalefetin aşması gereken bir politik öz-yeterlik sorununun olduğu görülmektedir. Muhalefetin bundan yaklaşık 1 yıl kadar önceki ‘’128 Milyar Dolar Nerede?’’ ve ‘’Sınır Namustur’’ gibi çıkışları, Kılıçdaroğlu’nun TÜİK ve MEB gibi bazı devlet kurumlarına yaptığı ani baskınlar, psikolojik iktidarın da el değiştirmesine neden olmuştur. Psikolojik iktidarı eline geçiren muhalefet, daha önce hiç olmadığı kadar ofansif bir siyasi çizgi izleyerek iktidarın elindeki gündem belirleme kozuna sahip olmuş, iktidar ise muhalefet gibi davranarak eleştirel bir savunma mekanizması geliştirmiştir. İktidarın en güçlü silahlarından biri olan ‘’gündem belirleme’’ üstünlüğünü eline geçiren muhalefet, psikolojik iktidar üstünlüğü ile ilk sınavından geçmiştir.
Ancak muhalefet, 6’lı mutabakat zirvesiyle genişlettiği yelpazesinde bu defa daha ‘’dizginli bir yapıya’’ bürünmüştür. Son 1 yıldır ciddi bir ivme yakalayan muhalefetin diğer partilerin katılımıyla daha fazla heyecan yaratması beklenirken liderlerin ve genel merkezlerin ev sahipliğinde toplanan zirveler sonrası açıklanan metinler sönük kalmış, bu durum da muhalefetin vites düşürdüğü yorumlarını beraberinde getirmiştir. ‘’6’lı Masa’nın adayı kim olacak?’’ sorusunun gündemden düşmeyen durumu ve liderlerin kendi aralarında mutabık olamadığı algısı da bu ivmenin düşmesindeki diğer etkenleri oluştururken Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu isimlerinin aday gösterilip gösterilmeyeceğinin hala konuşulması ve zamanın gittikçe daralması, masanın diğer dezavantajlarını oluşturmaktadır.
‘’Kılıçdaroğlu’nun aday olursa kazanıp kazanamayacağı’’ tartışmaları; ‘’kesin kazanılacak adayla seçime gidilmeli’’ tartışmalarını gündemde tutarken Masa’nın, ‘’adayından’’ başka diğer yaklaşımları ve vaatlerinin toplumda yeterince konuşulmaması, ‘’türban’’ meselesinin neden şimdi gündem olduğu veya’’ Muhalefet kazanırsa Türban yeniden gündem olur mu?’’ tartışmaları, 6’lı Masa’nın kendisinden beklenen heyecanı gösterebilmesi için toplum nazarında bir politik öz-yeterlik sınavından geçmesi gerektiğini göstermektedir.
Irving Janis tarafından 1972 yılında kaleme alınan Grup Düşüncesinin Kurbanları başlığını taşıyan kitapta Janis; zeki, ahlaklı ve liyakatli insanların birlikteyken nasıl olup da bu kadar kötü kararlar verdiklerini mercek altına almıştır. Kitapta grup üyelerinin grubun bütünlüğünü bozmamak adına bir baskı hissettikleri dolayısıyla bireylerin gruptan dışlanmamak adına seçenekleri tam olarak incelemedikleri vurgulanmıştır. Bu durum, karar alma sürecindeki alternatif düşüncelerin çıkmasına ciddi bir engel teşkil etmektedir. Grup aidiyeti, birlikteliği güçlü kılsa da bilgi akışının önüne geçmektedir. Dolayısıyla bu durum, alınan kararların kalitesini düşürebilmektedir. Bu durumun başka bir sorunu ise gerçeklikten kopma sürecidir. Keza grupça alınan kararların, ortak akıl süzgecinden geçirildiği kanısıyla grupça doğru olduğuna inanılır. Kitabın en önemli tespitlerinden biri ise; grup aidiyeti ve bütünlüğünü her şeyin önüne koyan grup modellerinin, genelde başarısız olduğu yorumu olmuştur.
Türkiye’yi düze çıkartacak sistemin paradigmaları üzerine kurulduğu iddiasını taşıyan 6’lı Masa, her şeyden önce daralan zamanın farkındalığıyla artık adayını belirlemeli ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem modelini topluma doğru ifade ederken; demokrasi, özgürlükler ve insan hakları noktasında daha ileri bir ufuk vaat eden toplumsal barış esaslı bir tutum sergilemelidir. Ancak bu vaatler arasında muhalefetin en güçlü silahı ve toplumu ikna edici momenti şüphesiz ki ekonomide seçmene sunacağı ‘’somut çözüm’’ önerileri olacaktır. Seçmenin özellikle ekonomide ‘’somut öneri’’ beklentisi göz ardı edilmeden merakla beklenen ‘’doğru’’ aday ile birlikte sunulan yol haritası, ikna edicilik üzerindeki sisleri dağıttıkça, muhalefetin toplum nazarındaki heyecan oranı da artacaktır. Ancak muhalefet bu tutumu sergileyene kadar diğer taraftan da iktidar, Togg, EYT ve asgari ücret çıkışları yaparak kaybettiği oy potansiyelini konsolide etmeye devam etmektedir.
Fotoğraf: Kalen Emsley