Türkiye’nin İklim Politikaları, Ekonomisi ve Enerji Krizi: Siyasi Partiler Perspektifi, İYİ Parti
Türkiye’de iklim politikalarının olması gerekenden daha az ilgi gördüğünü tespit etmiş ve bu politikaları gün yüzüne çıkarmak için siyasi partilerin ilgili temsilcileri ile mülakat serisi başlatmıştık. Bu serinin diğer mülakatlarına Demokrasi ve Atılım Partisi Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Sunar, Demokrat Parti Genel İdare Kurulu Üyesi Ali Arif Aktürk, Cumhuriyet Halk Partisi Doğa Hakları ve Çevreden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç ve Gelecek Partisi Ekonomi Politikaları Başkanı Kerim Rota katıldı. İklim, enerji ve ekonomi dosyamızın son konuğu ise İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı Ümit Özlale oldu.
1) Avrupa Birliği, “Sürdürülebilir Avrupa Yatırım Planı’na” göre, iklim krizine yönelik aldığı önlemler kapsamında 2050 yılına kadar 175 ila 290 milyar Euro arasında yıllık yatırım planı oluşturdu. Benzer şekilde birçok çok uluslu şirketin yeşil yatırımlara büyük krediler açması bekleniyor. Türkiye’de yeşil ekonomiye sürdürülebilirlik temelinde entegrasyon, beklenen hızda gerçekleşmezse bu durum gelecek yıllardaki iktisadi yatırımları ne şekilde etkileyecektir?
Burada şöyle bir itirazım var. Rusya’nın Ukrayna işgali bunu biraz öteleyecek gibi duruyor. Mesela Almanya’nın tekrar kömür termik santrallerini açması buna bir işaret olabilir. Bu bana Maastricht Kriterleri’nin ortaya konduğundaki durumu hatırlatıyor. %3 bütçe açığı ondan sonra %60 borcun milli gelire oranı gibi hedefleri ilk bozan ülkeler, bu kriterleri hazırlayan Almanya ve İtalya gibi ülkeler olmuştu. Bunun altını çizmek istiyorum. Türkiye’nin, Yeşil Mutabakat’a uyumu, Paris İklim Anlaşması’na TBMM’de onay vermesi, bakanlığın ismini değiştirmesi gibi iklim krizini öncüleyen adımlar atması önemli ama bir de reel politik var. Uluslararası reel politik de bize fosil olsun ya da olmasın bir şekilde enerji bulmamız gerektiğini söylüyor. O yüzden ben bu süreçlerin uluslararası dinamiklerle birlikte değerlendirilmesini önemli görüyorum. Böyle bir not düşmek isterim. Ama demek istediğim bahsedilen tarihlerde karbon-nötr olmada gecikme olabilecektir.
Bizim parti programına baktığınızda en üstte iklim değişikliğinin yarattığı krizler var. Son kalkınma kongremizde, sanayi ve teknoloji dönüşümünde 4 küresel eğilimden bahsettik: küreselleşmenin hız kesmesi, yaşlanan dünya, 4. Sanayi devrimi (4.0) ve iklim değişikliği. Bütün politikalarımızın bu 4 küresel eğilimle uyumlu olmasına karar verdik. Bu bizim yatay kesitimiz. O yüzden iklim değişikliğini her politikamız dikkate almak zorunda. Bir örnek vereyim: Tarım politikası. Türkiye su fakiri olma yolunda. Önümüzdeki dönemde tarım politikası bunu göz önünde bulundurmak zorunda. Çiftçilerin elektrik kullanımı sürdürülebilir olmalı; yeni nesil OSB’ler endüstriyel simbiyoz yöntemiyle yürütülmek zorunda. Bunun gibi politikalar ile tarımdan sanayiye kadar yenilenebilir ağırlıklı olarak, enerjiyi daha verimli kullanarak uyumlu bir politikalar bütünü getirmeye çalışıyoruz. Sonuç olarak, hiç Yeşil Mutabakat olmasa bile biz bu mutabakat varmış gibi hareket ediyoruz. Bu, şunu benziyor; insan hakları üzerine bir dayatma olmasa bile biz insan haklarını ihlal etmemeliyiz. Yani AB dayatması olmadan da biz bu önlemleri almalıyız. Biz bu ülkenin geleceğini düşünüyoruz.
Bu noktada önemli gördüğümüz ve bu minvalde tartışılması gereken şey kömürdür. Türkiye’nin kömür madenlerinin kullanılmasının yanındayız. Temiz kömür teknolojilerine yatırım yapabiliriz. Bu teknolojilerle çevre duyarlılığı sağlanabilir. Çevre ve maden hep zıt kavramlar olarak görülür ama Avustralya ve Kanada gibi ülkeler bunu çevreye rağmen yapmıyor. Yeter ki çevreye zarar vermeden madencilik nasıl yapabiliriz, bu düşünülsün. Örneğin, Elbistan termik santrallerini ele alalım. Burada oldukça yozlaşmış bir düzen var. Bizim itirazımız burada ortaya çıkıyor. Herhangi bir filtre kullanılmadan havayı kirleten bir düzen var. Somada mesela başarılı bir örnek var ama yaygınlaştırılmıyor. Elbistan’ı kapatmak bir çözüm ama en azından yenilenebilir enerji sistemleri devreye girene kadar çevreyle uyumlu bir rehabilitasyon ile devam ettirilebilir.
2) Türkiye’nin toplam ihracatında ilk sırada bulunan AB, %41,3 gibi önemli bir yüzdeye sahip. Yeşil Mutabakat kapsamında AB, sürdürülebilir ve döngüsel ekonomi kodlarıyla karbon ayak izine sahip olan ürünleri birlik sınırlarına yüksek vergilendirmeye tabi tutarak sokmayacak. Türkiye 2030 yılına, sınırda karbon düzenleme mekanizması regülasyonları ve endüstriyel dönüşüm anlamında nasıl bir politika planlaması oluşturmalıdır?
Özellikle demir-çelik ve çimento gibi sektörler çok ciddi etkilenecekler. Bizim seçim beyannamemizde şu var: Bu sektörlere, dönüşümlerini gerçekleştirmeleri için ciddi teşvikler verilecek. Çünkü AB bizim ticaretimizde önemli bir yere sahip, kaybedilmeyecek bir pazar. İhracatımızın %50’si oraya ve doğrudan yabancı yatırımlarımızın 2/3’ü oradan. AYM çerçevesinde olsun olmasın, AB yatırımcısı bu bölgeye yatırımda bu kriterleri gözetecektir. Biz de bu sektörlerde enerji verimliliğini sağlamak için ve AB’ye vergi vermeleri yerine daha temiz bir üretime geçiş adına teşvik sağlayacağız. AB, kişi başına milli gelir ortalamasının en yüksek olduğu bir merkez bu pazardan asla vazgeçemeyiz.
3) Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (UNHCR) istatistiklerine göre 2010 yılından bu yana iklim değişikliği sebebiyle 21,5 milyon insan halihazırda yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Bu trendin hızlanarak artacağı ve 2050 yılına kadar en az 1,2 milyar insanın iklim göçü yapabileceği tahmin ediliyor. İklim değişiklikleri ve bölgesel krizlerden dolayı yaşanan göç dalgalarının temelinde Türkiye’nin şartlarına uygun ne tür sürdürülebilir ekonomik modellemelerin izlenmesi ülkemiz için uygundur? Partinizin buna yönelik bir çalışması var mı?
Şöyle, Türkiye’ye gelmeden önce bizim kapımıza dayanan insanların kuraklıktan dolayı da geldiğini biz biliyoruz. Biz Suriye Programımızı açıkladık, orada şunu söylüyoruz: açık sınır politikasında vazgeçeceğiz, bu kadar kolay olmamalı. Türkiye’yi bir hendek ülke olmaktan çıkaracağız. AB ve Suriye ile masaya oturarak Suriye’ye göndereceğiz. Bizim projeksiyonlarımıza göre Türkiye’de gelecek yıllarda 35 milyon Suriyeli olacak, bu çok büyük bir sorun. Türkiye’nin böyle bir ajandaya ayıracak enerjisi yok. Ülke içerisinde iklim göçü de önemli. Türkiye’nin su sorunu çözüldüğünde bunun atlatılabileceğini düşünüyoruz. Özellikle güneydoğuda karşılaştığımız tabloda doğru bir sulama projesiyle verimli ve sürdürülebilir bir tarım oluşturabilirsiniz. Öbür taraftan, mesela Aksaray’da oluşan kuraklık dolayısıyla oluşan obruklar; buradaki sulama sorununu halledip doğru tarım ürünleri uygulamasıyla sorun çözülebilir. Türkiye’nin en büyük su tüketimi %78 ile tarımda. Bunu çözersek ulusal iklim göçünü çözebiliriz. İklim kriziyle birlikte sıcaklıktan dolayı kuraklık sorunu var. Yapılması gereken örneğin, toprak altı depolama istasyonu olmalı ama yapılmıyor. Neden bilmiyoruz. Kanal İstanbul’un maliyetinin 5’te biriyle bu yatırımlar yapılabilir. İklim göçü tehlikesi bu denli hissedilirken bu tür çılgın projelere hiç başlanmamalı. Daha verimli harcanmalı bu kaynaklar.
4) Ortak normların oluşması, kurumlar arası istikrarlı ve verimli bir ilişki biçiminde önemlidir. Yeşil Mutabakat’ın da AB’nin ajandasındaki herhangi bir gündemin ötesinde yeni bir norm olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Türkiye’nin iklim diplomasisinde özellikle AB ile ilişkilerin nasıl bir konumu olabilir?
Bu konuda bir farkındalığın olmadığını düşünüyorum. Biraz önce bahsettiğimiz gibi mesela iklim göçü bu kadar gün yüzündeyken Türkiye bunun farkında bile değil. Bu konu ile ilgili Türkiye’nin geliştirdiği hiçbir strateji dokümanı görmedim. Çevre ve Şehircilik bakanlığının ismini değiştirmekle olmuyor maalesef. En fazla etkilenecek ülkelerden bir tanesi olmasına rağmen temsiliyeti olmaması çok ciddi sorun.
5) Birçok ülke enerji üretim ve tedariklerinin yenilenebilir kaynaklara geçişinde farklı planlamalar üzerinde duruyorlar. Türkiye, elektrik üretiminin başarılı denebilecek şekilde %16’sını yenilebilir enerjilerden karşılamaya başladı. Türkiye’nin enerji bağımlılığı ve tedarik kaynaklarını çeşitlendirmesi açısından diğer tedarikçi ülkelerle geçiş aşamasında nasıl bir yol izlenmelidir?
Rahatlıkla şunu ilk olarak söyleyeyim daha önce AK parti ile başlayan her ilçeye doğal gaz bağlanması yanlış bir karar ki doğal gaza %100 bağımlı bir ülkeyiz. İkinci yanlışlık Berat Albayrak döneminde uzun vadeli doğalgaz boru hattı anlaşmaları yerine LNG piyasasının inisiyatifine bağlı kalmaktı. Pandemide çok ucuza doğal gaz boru hattı anlaşmaları yapmak varken yapılmadı. Üçüncüsü, BOTAŞ çok kötü bir fiyatlandırma formülü ile doğal gaz alıyor. Bütün bunları alt alta koyduğumuzda çok kötü bir enerji politikası yönetimi var. Yenilenebilir tarafına baktığımızda ise örneğin hidroelektrikte gidecek yerimiz kalmadı. Ayrıca, HES’lerin rehabilitasyona ihtiyacı var çünkü çevreye kimi noktalarda zarar veriyor, doğal koşulları bozuyor. RES ve GES’de ilerleme var. Lisanssız GES’lerin sisteme istikrarsızlık getirdiği açık, ama ucuz üretime destek olmasını göz önünde bulundurmak gerekiyor.
6) Türkiye 2023 yılında Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni açmayı planlıyor. Projede belirtildiği üzere 4800 MW kurulu güce sahip olan tesisin Türkiye’nin elektrik ihtiyacının %10’unu karşılayacağı öngörülüyor. Rusya tarafından yapılan tesise yaklaşık 20 milyar dolarlık yatırım planı varken, yap-işlet-sahip ol sistemi ile proje tasarlanmış. Bu tür bir projenin Türkiye’nin enerji bağımsızlığını, alternatif enerji yatırımlarını (yenilenebilir enerji gibi) ve mevcut enerji arzını nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Nükleer santralin bu yönetim beceriksizliği ve liyakatsizliği ile kurulmasına karşıyım. Fakat, liyakatli, uzman, ehil kadrolar ve siyasetten arındırılmış bir yönetim anlayışıyla nükleeri desteklerim. Akkuyu’ya baştan sona karşıyım. Eski ve bizimle paylaşılmayan bir teknolojide kendi ülkemizden enerji ithal ediyoruz. Bu yönetim anlayışıyla kişisel çıkarlar üzerinde bir anlaşma yapılmamalı. Öbür taraftan yeni gelişen “small modular reactor” iyi bir yönetim anlayışıyla Türkiye’ye kazandırılırsa bunu destekleriz. Dünya bu tarafa doğru gidiyor, bizim de bu gelişmeleri takip etmemiz lazım. Daha fazla enerji kullanmak bir zenginlik göstergesidir. O yüzden Türkiye’nin enerji arzı güvenliğini sağlaması gerekiyor. 2006-2007’de GES’ler çıktığı zaman Türkiye bunlara gereken yatırımı yapmayarak çok büyük zarar etti. O dönemde pahalı olmasına rağmen yatırım yapsaydık bugün çok farklı bir yerde olurduk. Türkiye bu alanlara ve pazarlara yatırım yapmalı. Türkiye bir yenilenebilir enerji cenneti, bu teknolojilere yatırım yapılmalı. Sonuç olarak, Türkiye küresel enerji yatırımlarını takip etmeli ve arz güvenliğini sağlamalı.
Türkiye, enerji verimliliğinde tükettiği enerji başına elde ettiği ciroda AB’de sonuncu ülke. Oysa diğer ülkelerde bu verimlilik çok farklı. Biz bir birim enerji ile çimento üretiyoruz, ne kadar sattığımız malum Almanya bir birim enerjiyle çok daha katma değeri yüksek ürün üretiyor. Biz sübvanse edilmiş enerjiyle ürettiğimiz ürünleri enerji maliyetinden dolayı çok yüksek fiyata satıyoruz. Türkiye sübvanse yüzünden AB’ye oranla daha ucuz. O yüzden katma değerli ürünler bizde çok daha pahalı oluyor.
7) Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olacağını açıklamasının ardından anlaşma, 6 Ekim’de TBMM’de onayladı. Seçim vaatleriniz arasında Paris Anlaşması’nın gerekliliklerinin yerine getirilmesi için politika hedefleri koyacak mısınız?
Tabi ki devam edeceğiz. Ama biraz önce dediğim gibi Paris Anlaşması ortada olmasaydı bile İYİ Parti Ekonomi ve Kalkınma Programı iklim değişikliğini dikkate alan, çevreyle uyumlu bir program olurdu. Aynen demokrasi ve insan haklarına yaklaşımımız gibi. Bizim daha fazla demokrasi talebimiz AB ya da ABD ile ilişkilerimizi geliştirmek için değil, Türkiye’ye yakışan bu olduğu için.
8) ABD Başkanı Joe Biden, Kongrenin onayını alan “Enflasyonu Düşürme Yasası”nı Beyaz Saray’da törenle onayladı. Biden yasayla ilgili “Bu yasa, iklim konusunda şimdiye kadar atılmış en büyük adım” ifadesini kullandı. Bu yasa ABD tarihinin en büyük “iklim paketi” olarak görülüyor. Yasa çok temel olarak büyük şirketlerden en az yüzde 15 vergi toplamayı ve bu kaynakları enerji verimliliği de dahil olmak üzere çeşitli alanlarda kullanmayı öngörüyor. Sizin bu konuda görüşünüz nedir?
Bizden kopya çekmiş kendisi. Biz kalkınma kongresinde 4 küresel eğilim belirledik: yaşlanma, iklim değişikliği, sanayi 4.0 ve dijitalleşme ve küreselleşmenin hız kesmesi. Bütün politikalarımızın bu başlıkların altında olmasını biz, öncesinde belirlemiştik. Ama bu yasaya olumlu yaklaşıyoruz. Türkiye-ABD ilişkilerini henüz etkileyeceğini düşünmüyorum. Ama iklim değişikliğinin şiddeti hakkında bize çok önemli bir mesaj veriyor. Türkiye buna çabuk uyum sağlayamaz. Türkiye’de enflasyonla mücadele konusunda yapılması gereken ilk şey, bağımsız para politikası. İklim değişikliğiyle bağlantılı olarak enflasyon konusunda en tedirgin edici şey gıda enflasyonu, çünkü alım gücü oldukça düştü. İklim değişikliğiyle uygun bir tarım politikası uygulayabilirseniz ve bütüncül bir şekilde yaklaşırsanız hem enflasyonla hem de iklim kriziyle mücadele edebilirsiniz. Paketteki vergilendirme vurgusu da bizi Türkiye’nin yeni bir vergilendirme sistemine götürüyor. Kayıt dışı vergilendirme ile mücadele edilmeli. Türkiye’nin yeni bir bütçelendirme yapması, bahsettiğim 4 küresel eğilimle planlanmalı ve yeni vergilendirme ile desteklenmeli.
Fotoğraf: Daniel Leone