Yeni ve sivil bir anayasa yapma fikri, yerel seçimler öncesinde iktidarın piyasaya sürdüğü önemli tartışma konularının başında geliyordu. Yapılan plana göre seçimde alınacak başarılı bir sonuç yeni anayasa hazırlama konusunda iktidarın elini güçlendirecekti.
AKP ile MHP’nin toplam milletvekili sayısı anayasa değişikliği için yeterli olmadığından Meclis’teki diğer partilere ihtiyaç vardı. Seçimlerin yüksek bir oy oranıyla kazanılmasının bu konuda iktidara avantaj sağlayacağı ve geniş bir sağ ittifakla yeni anayasa sürecinin başlatılması düşünülmüştü. Ana muhalefet partisi CHP ise bilinçli bir tercihle göz ardı ediliyor, göstermelik bir davetin ardından sürecin dışında bırakılması planlanıyordu.
Fakat seçim sonuçları beklendiği gibi olmadı. Yeni anayasa için ellerinin kuvvetlenmesini bekleyen iktidar ortaklarının planladıklarının tam tersi gerçekleşti. Bu tablo karşısında akla ilk gelen düşünce anayasa tartışmalarının belirsiz bir süre için rafa kaldırılacağıydı. Ancak özellikle Erdoğan ve partisi bu konuyu gündemde tutmaya devam etti.
AKP önceki yıllarda da birkaç defa yeni anayasa konusunu gündeme getirmiş, hatta 2007 yılında Ergun Özbudun başkanlığında bir de komisyon kurulmuştu. Tamamen yeni bir anayasa oluşturma fikriyle kurulan komisyonun kamuoyuna yansıyan en önemli tartışma konusu ise üniversite mezunu olması gereken cumhurbaşkanları için bu zorunluluğun kaldırılmak istenmesiydi.
Bilindiği gibi o dönem Erdoğan’ın üniversite diplomasının olup olmadığı tartışmaları iyice ayyuka çıkmış, Erdoğan belki de bu sebeple cumhurbaşkanlığına aday olmayarak Abdullah Gül’ün köşke çıkmasını sağlamıştı. Çünkü her istediğini yapabileceği gücü henüz kendinde görmüyor, anayasayı delmenin başına büyük dertler açabileceğinden çekiniyordu. Nitekim yedi yıl sonra bu çekincesi ortadan kalktığında cumhurbaşkanı adayı olmuş ve seçilmişti.
AKP 22 yıllık iktidarında anayasayı bütünüyle yenilemeyi başaramadı ancak 2010 ve 2017 yıllarında yapılan referandumlarla iki defa anayasada önemli değişikliklere gidilmesini sağladı. Bunların ilkinde, 12 Eylül ile hesaplaşma adı altında yargı ele geçirildi ve kuvvetler ayrılığı sistemine son verildi. Erdoğan’daki güç zehirlenmesi de özellikle 2010 referandumunda evet çıkmasıyla başlamış oldu.
2010 referandumu sürecinde yapılan propagandalar, 12 Eylül darbesi ile hesaplaşmanın yanı sıra daha demokratik bir sistem vaat ediyor, değişikliklere karşı olanların anti demokrat ve vesayetçi olduğu savunuluyordu. Ortaya çıkan sonuç ise yasama ve yürütmenin yanında yargının da tek elde toplanması ve bağımsızlığının yara alması oldu. Artık arzu edilen nihai hedefin önünde kalan tek engel parlamenter demokrasiydi.
Parlamenter sistemi yok etmeyi amaçlayan 2017 referandumu ise ilk anayasa değişikliğinden çok daha olumsuz sonuçlara yol açtı. Sistem bütünüyle değiştirilerek tek adam rejimine geçildi. Demokrasi ve özgürlükler büyük yara aldı. Muhalefetin neredeyse bütün unsurları büyük bir sindirme ve yıldırma politikasıyla karşı karşıya bırakıldı.
Görüldüğü gibi iktidarın anayasa konusunda yapmayı başardığı veya tasarladığı bütün değişiklikler ülkenin daha demokratik hale getirilmesinden çok, kendi çıkarlarını korumak veya sağlamak üzerine ortaya atılmıştı. Meydana gelen sonuçlar, değişikliklere muhalefet edenleri çok zaman geçmeden haklı çıkarmış, eskiye dönülmesine yönelik beklentiler daha fazla dillendirilir olmuştu.
Yeniden Yeni Anayasa
Yaşanan örnekler ortadayken bugün iktidar tarafından tekrar piyasaya sürülen yeni anayasa tartışmalarının iyi niyetli olup olmadığının sorgulanması hiç de anormal değildir. Erdoğan’ın, anayasa planını gün geçtikçe güç kaybeden ve aralarındaki sürtüşmeler gittikçe yoğunlaşan AKP-MHP ittifakından kurtulmak adına yerel seçim sonrasında da sürdürmesi göz ardı edilecek bir varsayım olmaz.
Buna bağlı olarak, seçimin ardından Erdoğan’ın balkon konuşmasıyla başlayan ve sonraki süreçte AKP’de görülmeye devam eden yumuşama, anayasa konusunda daha önce saf dışı bırakılmaya çalışılan CHP ile gösterilen yakınlaşma belirtileriyle birlikte farklı bir noktaya taşındı. Seçim öyle bir tablo ortaya çıkarmıştı ki CHP’nin dışarıda bırakılacağı bir anayasa hazırlama fikri de zorunlu olarak ortadan kalkmıştı.
Erdoğan ile Özgür Özel arasında önümüzdeki günlerde tekrar gerçekleşmesi beklenen buluşmanın en önemli konu başlıklarından biri büyük ihtimalle yine bu olacak. Özel, anayasa konusunda kapıları en başından kapatmamak niyetinde olduğunu belirtmişti. Ancak yine de bu şartlar altında iki partinin uzlaşarak yeni bir anayasa hazırlığı sürecine girmeleri kolay görünmüyor.
Çünkü öncelikle, iktidarın sivil anayasa üzerine tartışmak için yeterli derecede demokratik bir ortamı sağlayabileceği şüphelidir. Yeni anayasa ancak ve ancak toplumun bütün kesimlerinin katılımıyla ve olabildiğince geniş bir mutabakatla yapılabilir. Toplumun belli başlı bazı kesimlerini dışlayarak anayasa yapmaya çabalamak sürecin en başından temelsiz kurulması anlamına gelir.
Seçim sonrasında görülen yumuşamanın belli bir strateji dâhilinde sürdürüldüğü, Erdoğan’ın diğer muhalefet partilerinin liderlerine karşı takınmaya devam ettiği olumsuz tavrından anlaşılmakla birlikte, AKP liderinin ilk anlaşmazlıkta CHP’ye karşı eski öfkesinin tekrar su yüzüne çıkmayacağını düşünmek de saflık olur. Bu durumun da yeni anayasa sürecini henüz başında tıkaması kaçınılmazdır.
Erdoğan yeni ve sivil bir anayasanın yapılmasına öncülük etmek konusunda samimiyse demokrasi ve özgürlükler konusunda sağlam adımlar atmalı, muhaliflerini düşman olarak gören ve toplumu kutuplaştıran anlayışından vazgeçmelidir. Aksi takdirde yeni anayasanın, 12 Eylül ürünü olan ve toplumu her yönden kısıtlama amacıyla oluşturulan 1982 Anayasasından hiçbir farkı olmaz.