[voiserPlayer]
Bir dönem tıpkı Türkiye gibi dış borcu yüksek olan Meksika’nın borçlarının yapılandırılmasından sorumlu politika yapıcılardan Ángel Gurría’nın çok basit ama iktidarların bakış açısını anlatan güzel bir itirafı vardır “Biz gereğinden fazla borçlandık mı? Evet. Neden? Çünkü tedbirli değildik. Biz her şeyin sonsuza kadar böyle gideceğini düşünüyorduk”(1). İktidarlar genelde ekonomide işler iyi gittiği zaman o ana kadar her şeyi doğru yaptıklarını ve bundan sonra da her şeyi doğru yapacaklarını düşünürler, bir yerlerde tedbiri elden bırakırlar ve işler tersine dönmeye başladığında da tedbirsizliklerinin sonucu olarak krizle karşılaşırlar. Reinhart ve Rogoff (2009)’a göre ülkeyi ekonomik krize sokan iktidarlar kriz öncesi dönemde kendilerini öncekilerden ve diğer krize sokmuş iktidarlardan farklı görürler, çünkü krizin başka ülkelerdeki başka insanların başına geleceğine inanırlar, kriz kendilerine uğramayacaktır. Onlar şeyleri daha iyi yaparız ve daha zekiyiz diye düşünür ve yine muhakkak ki geçmişten ders aldıklarına inanır, o nedenle onlara göre bu sefer her şey farklıdır (Reinhart ve Rogoff, 2009). Hâlbuki farklı olan pek bir şey yoktur, krizler genelde benzer sebeplerden ortaya çıkar ve kriz yönetme kabiliyetinize göre siz de bir süre sonra krizden çıkarsınız. Yönetme kabiliyetiniz yüksekse krizden daha kısa sürede, aksi takdirde daha uzun sürede çıkarsınız. Bunun için de öncelik vermeniz gereken bazı şeyler vardır. Bunlardan birisi öngörülebilirlik.
Ekonomide yatırımlar ve tüketim öngörülebilirliğe oldukça bağlıdır ve bunun için de iktidarlarca öngörülebilecek bir ortamın oluşturulması gerekir. Fakat öngörülebilirliğin sağlanması yatırım ve tüketimin hızlı bir şekilde artacağını garanti etmez. Artık taraflar mevcut öngörülebilirlik seviyesinde yapacakları yatırım ve tüketimin maliyet ve getirisini hesap eder. Yatırımcı için yatırımın geri dönüşünün, yapılan yatırım harcamasını karşılamakla birlikte ondan daha yüksek bir noktada olabilecek olması ve tüketiciler için ise yaptıkları harcamaların mevcut gelirleriyle uyumlu olabilmesi gerekir. Bunun için de ekonomiye güvenin artması ve zamanla da yatırım maliyetlerinin düşmesi, diğer taraftan da talebin artması gerekir. Aksi takdirde sağlanan öngörülebilirlik kısmi önem arz eder ve arzu edilen ekonomik büyüme ve istihdam ortamı oluşmaz. Dolayısıyla öngörülebilirlikle birlikte önemli bir faktör daha vardır: Ekonomiye olan güven. Bu yazı da bundan sonraki kısımda Türkiye ekonomisinin yakın gelecekte öngörülebilirliğini ve olası güven ortamını tartışacaktır.
Türkiye ekonomisinin öngörülebilirliğinin önündeki en büyük engellerin başında siyasi taraftaki belirsizlikler gelmekte. Buradaki belirsizlikler İstanbul seçimlerinin demokrasi sınırları içerisinde kalarak sonuçlanması ve S-400 sorununun Trump’ın Türkiye lehine olumlu açıklamaları nedenleriyle kısa dönem için bir miktar azaldı. Fakat siyasi taraftaki belirsizlikler kısa dönemde ekonominin elini rahatlatacak olsa da İstanbul seçimlerinin Ak Parti aleyhine açık farkla sonuçlanması aynı zamanda önümüzdeki kış ya da gelecek yaz için siyasetteki yeni belirsizliklerin yolunu da açtı. Zira muhalefet cephesi iktidarın bu zor durumunu değerlendirmek isteyecektir. Muhalefet cephesindeki ilk açıklamalar erken seçimin düşünülmemesi ve önümüzdeki 4 yıl gibi bir sürenin ekonomik reformlar açısından iyi değerlendirilmesi gerektiği yönünde (3). Fakat bu açıklamaların ekonomide iyiye gidiş umut eden bir muhalefetten ziyade farklı bir amaç içerisinde olan bir muhalefetçe yapıldığını düşünmek sanırım çok da şeytani bir yaklaşım değildir. Öncelikle birkaç ay gibi bir sürede ekonominin toparlanacağını öngörmemeleri ve Ak Partinin bölünmelere gebe olması gibi nedenlerle acele etmemeleri mümkün. Parti hazırlığı içerisinde olan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi isimlerin parti kurmaları ve teşkilatlanmaları için vakit gerekecektir. Bu açılardan muhalefetin biraz daha zamana ihtiyacı var. Bir diğer açıdan ise halkın bitmek bilmeyen seçimlerden yorgun düşmesi nedeniyle hemen erken seçim talep etmenin olumsuzluklarından kaçınmak da isteyecektir. Cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlandırılması ve parlamentonun tekrar güçlendirilmesi de öncelikli bir hedef olabilir ki bu bile siyasetin sıcak geçmesini sağlayacaktır. Bunların aksini düşündüğümüzde ise Ak Parti’nin siyaseten en zayıf olduğu dönemde muhalefetin Ak Parti’nin zaman kazanmasını ve önümüzdeki 4 seneyi seçimsiz geçirmesine izin vermesi muhalefet açısından anlaşılır gelmemekte. Bir süre sonra mutlaka erken seçim tekrar gündeme gelecektir ve bunun gündeme gelmesiyle birlikte Türkiye’nin yine siyaseten öngörülemez olması kaçınılmazdır. Erken seçim olmasa bile ihtimalinin var olması piyasaları tedirgin edecek bir gelişme olur ve bu da yeni bir belirsizlik ve ekonomiye güvensizlik ortamı demektir. Bunlarla birlikte Türkiye, sürekli beklenmedik siyasi belirsizlikler üretme kapasitesi son derece yüksek bir ülke olarak bugünden göremediğimiz şoklara da açıktır.
İktisadi taraftaki öngörülebilirlik ve güvene gelecek olursak Ağustos 2018’den bugüne Türkiye ekonomisi için hiçbir kalıcı önlem alınmamış durumda. Gelişmelere karşı verilen anlık reaksiyonlar şeklinde geçen 10 ay gibi bir süre var. Bu reaksiyonlar bir noktadaki kanamayı durdurmaya çalışırken başka taraflarda zararlar verdiğinden dolayı genel itibariyle faydasız. Bütüncül bir bakış açısı içermeyen ekonomik müdahaleler ilerisi için bir güven ortamı oluşturamıyor, aksine kriz yönetimine dair endişeleri arttırıyor çünkü döviz vergisi getirilmesi kararındaki gibi Ankara’da kararlar çok hızlı bir şekilde ve tartışılmadan alınıyor (4). Ak Parti bu zamana kadar kendi yarattığı bir ekonomik krizle mücadele etmemiş, dışarıda gelen 2008 ekonomik krizi hariç ekonomik olumsuzluklar ve bunların kısıtlamalarıyla son birkaç seneye kadar da karşılaşmamıştı. Son birkaç senede karşılaşılan bu duruma karşı üretmeyi değil tüketmeyi amaçlayan, kamu harcamalarını arttırma yöntemiyle sorunu çözme eğilimindeydi ki biz buna sorun çözme değil, sorunu erteleme diyoruz. Bir süre sonra bütçenin de sallantıya girmesi krizi daha fazla erteleme imkânını da elinden aldı. Hem krizi çıkartan hem de krizle mücadele edecek iktidar olmaları, krizle mücadele yöntemi ve ülkedeki siyasi kutuplaşmanın bir neticesi olarak hane halklarının bir kısmının herhangi bir Ak Parti politikasına ve haliyle Ak Parti’nin iktisadi politikalarına olan güveninin geri dönüşü olmaksızın kaybolması (hane halklarının sürekli olarak dolar birikimi yapmasından bunu anlayabiliyoruz) önümüzdeki dönem için de ekonomik güvenin önündeki en büyük engeller. Fakat şunu da eklemek gerekir ki dışarıda Fed faiz artışı beklentisinin yerini faiz düşürme beklentisinin alması bir süredir ekonomik açıdan Türkiye’nin elini de rahatlatmakta. Dışardaki gelişmeler iktisadi güveni bana kalırsa direkt arttırmayıp paranın yönünün Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere dönmesi ve haliyle Türk Lirası’nın Amerikan Doları karşısında değer kazanması yoluyla etkiliyor. İktisadi güven endeksleri ile güven arasında güçlü bir korelasyon olduğunu biliyoruz. Fakat dış piyasalardaki olumlu havayla krizden çıkmanın da mümkün olmadığı aşikâr olsa gerek, burada ihtiyaç duyulan ve güveni de etkileyen çok önemli bir faktör daha var: Ekonomik reformlar.
Ekonomik sorunlara karşı kalıcı reformların yapılabilirliği şüpheli olup, bunlara ilişkin üç önemli sıkıntı bulunmakta. Bunlardan birisi başkanlık sistemiyle daha da artan tartışmaya kapalı şekilde kararlar alınması nedeniyle iktisadi tartışmalara uzak olunmasının sürdürülebilir ve kalıcı reformlar üretebilmeyi engelleme ihtimali ve reform yapma kapasitesi kısıtlı bir ekonomi ekibinin varlığı. İkinci sıkıntı reformların sonuçlarının zaman alıcı olması ve Ak Partinin mevcut sistemde ve parti içi sıkıntılarda uzun vadeli etkilerini bekleyecek kadar zamanının olmayabileceği durumu. Üçüncü olarak ise aslında köklü reformların yapıldığı takdirde reform sonuçlarının Ak Parti’ye zarar verebilecek olması.
Bütün bunları göz önünde bulundurarak kısa dönemli pozitif siyasi gelişmeler ve yurtdışı piyasalardaki gelişen ekonomiler lehine oluşan hava uzun süre devam edecek nitelikte durmamakta. Dursa bile kalıcı çözüm değiller. Ne zaman ki ekonomi için kalıcı olacak reformlar yapılmaya başlanır, siyasi gelişmeler öngörülebilir hale gelir ve eşanlı olarak güven ortamı belirli bir trend halinde izlenecek şekilde tesis edilir o zaman Türkiye ekonomisinin gerçek anlamda bu krizden ve de devamındaki durgunluktan çıkmaya başladığını tartışırız. Bunların her birisi yeter şart değil, gerekli şarttır. Bu durumsa daha yüksek olasılıkla siyasette sert kırılmaların olması durumunda gerçekleşebilir gözüküyor. Aksi halde dönemsel dalgalanmalar ve Türkiye için yeterli olmayan düşük büyüme oranlarıyla uzun süre devam edilir.
KAYNAKLAR
- Frieden, J. A. (1992). Debt, development, and democracy: modern political economy and Latin America, 1965-1985. Princeton University Press.
- Reinhart, C. M., & Rogoff, K. S. (2009). This time is different: Eight centuries of financial folly. princeton university press.
- https://www.gercekgundem.com/siyaset/101047/chp-sozcusu-faik-oztrak-erken-secim-tartismasina-noktayi-koydu
- http://www.diken.com.tr/erdogandan-ihracatciya-mujde-bir-ay-once-getirdigi-doviz-vergisini-kaldirdi/