[voiserPlayer]
İnsanlar eğer kuvvetli bir tarihsel bilince sahip değillerse politik ve toplumsal olayların gidişatını kendi kısa ömürlerinde edindikleri tecrübelere referansla düşünür ve bunun sonucunda da alelacele, ilk bakışta oldukça ikna edici görülen ama gerçekte hiçbir açıklama gücüne sahip olmayan birtakım postulatlara varırlar. Bunlar kişiyi hem oldukça karmaşık olan politik ve toplumsal görüngüleri anlamak için uzun boylu bir düşünme ve araştırma “zahmeti”nden kurtarır hem de kendisini öznesi olmadığı ya da olamayacağını kabul ettiği büyük hadiselerin girdabında sürükleniyor gibi hisseden fert için teskin edicidir.
Türkiye’de bu durum “Türk toplumu muhafazakârdır”, “Türk toplumu sağcıdır” gibi ifadelerle karşımıza çıkıyor. Kısa ama çok şey bildiren ifadeler. Bu ifadelerle söylenmek istenen, toplumumuzun katı bir örf ve inanç aleminin içinde bir durağanlık halinde yaşadığı, iktidar sahipleriyle her zaman sıkı bir itaat ilişkisi içinde olduğu ve bu yüzden bilhassa politik anlamda değişime karşı dirençli olduğu, böyle bir toplumu değiştirmeye çalışmanın deveye hendek atlatmaktan farksız olacağı için beyhude çabalamanın gerekli olmadığıdır.
Elbette bu fatalist tutum hiçbir olguya dayanmıyor değil. Bilhassa 60’lı yıllardan bugüne dek yapılan genel seçimlerde değişmediği varsayılan bir %70-%30 dengesine sıkça atıfta bulunulur. Yapılan bu bakkal hesabına göre %70 sağ, %30 ise sol oyların maksimum sınırlarını ifade eder. İddiaya göre bu denge bugüne dek hiçbir zaman değişmemiştir; ancak 1977 genel seçimlerinde politik olarak sosyalist sola yaklaşmış olan Ecevit CHP’sinin ulaştığı %41,4’lük oy oranı bu kalıbın sınırları dışına çıkan bir örnek olsa da nedense öyle pek önemsenmez.
Aslında bu oranlar, zannedildiği kadar çok şey ifade etmemektedir. Öncelikle, sadece bizim toplumumuz değil, gerçekte bütün toplumlar değişime karşı dirençlidir ve bu oldukça normaldir: İnsanların neredeyse sabitmiş gibi görünen kültürel örüntülere dönüşmüş ve kuşaktan kuşağa sürdürdüğü -her anlamdaki- alışkanlıklarını terk etmesi kolay bir şey değildir ve değişim talebi bu yüzden her zaman dirençle karşılaşır.
Fakat toplumlar tözel değil, tarihsel varlıklardır ve bu yüzden gerçekte hiçbir ebed müddet özelliğe, değişmez bir karaktere sahip değillerdir. Fertlerin ömürlerinden çok daha uzun ömürlere sahip olan toplumları, kültür ve medeniyetleri düşünürken nihai referans çerçevemiz asla kendimizin, hatta ebeveynlerimizin gözlemleri ve tecrübeleri olmamalıdır. Toplumlar gerçekte biteviye bir değişim sürecinin içindedir ve bu sürecin yansımalarını yüzyıllara yayılan toplumsal ve politik mücadelelerde görürüz.
Bu mücadeleler içinde fikirlerini savunup yaymaya yetecek kuvveti yaratabilenler, talep ettikleri politik, toplumsal ve kültürel değişimin tohumlarının toplumda yeşermeye başladığını da görürler. Roma İmparatorluğunun Yahudiye eyaletinde, Roma otoritelerince Yahudilik dininin radikal bir reformunu talep eden marjinal bir vaiz olarak görülen İsa’nın dini, üç yüzyıl sonra imparatorluk halkları arasında geniş kitlelere yayılmakla kalmamış, imparatorluğun resmi dini haline gelmişti. Tarihin o ana dek en “durağan” milletlerinden biri olarak kabul edilen ve geleneksel bir tarım toplumu olan Çinliler, yüz yıl önce sosyalist bir devrimi hayata geçirmişti. İnsan hakları, özgürlük, demokrasi gibi bugün tartışma götürmez değerleri ifade ettiği düşünülen kavramların beşiği olan Avrupa ise aynı dönemde bünyesinden faşizmi ve nazizmi çıkarmıştı.
Bize gelince… Kısa cumhuriyet tarihimizde dahi muhafazakâr ve sağcı olarak kabul edilen toplumumuzun bağrında 15-16 Haziran 1970’te dünyanın en büyük işçi eylemlerinden biri gerçekleşmiş, 91 yılında Zonguldaklı madencilerin büyük yürüyüşü iktidarı sarsmış, henüz 10 sene evvel yüzyılımızın şimdiye kadarki en büyük toplumsal hareketliliklerinden biri olan Gezi Direnişi gerçekleşmişti. Bunlar, muhafazakârlığı (ya da sağcılığı) yüzünden atıl kaldığı düşünülen toplum resmine uymuyor. Türk toplumunun politik açıdan büyük bir dinamizm içerdiğini ve daha özgürlükçü, demokratik ve eşitlikçi bir düzene dönük değişimin imkânlarını içinde taşıdığını tespit etmemiz için örnekleri daha fazla çoğaltmamıza gerek yok. Sadece, önce biraz tarihsel bilince, sonra da mücadele azmine ihtiyacımız var.
Fotoğraf: Francesco Ungaro