Denzel Washington’un başrolünde yer aldığı The Equalizer (Adalet) serisinin ilk filminde Rus mafyasının acımasız temsilcisi Nicolai Itchenko’yu canlandıran Marton Csokas’ın şu repliği can alıcıdır:
“Ben tehdidim, sonuçları değiştiririm.”
Liberal demokrasinin ve kurumsal işleyişin anayasal düzen anlamında can çekiştiğine tanık olduğumuz şu günlerde, demokrasiyi tehdit eden bir olgu olarak popülizm yine ön plana çıkmaya başladı.
Cümledeki kırılma sizleri şaşırtmasın. Demokrasi can çekiştiği hâlde ona yönelik tehditler listeleniyor. Popülizm de bu tehditlerin, yani demokrasinin istikrarlı ya da asgari düzeyde işleyişini bozan, onun “sonuçlarına” etki eden bir olgu olarak işaretleniyor.
Burada bir mantık hatası var.
Popülizm Üzerine
Popülizm, Jan Werner Müller’in deyimiyle elitizm ve çoğulculuk karşıtı bir hareket.
Halkı “gerçek manada” temsil etme iddiasını da barındıran bu karşı olma hâli, ahlâki bir ayrımdan beslenir: Halka ait olmayan, bizden olmayan “yozlaşmıştır”.
Halkın “sahici” bir parçası olmak ahlâki bir erdem olarak siyaset yapma biçiminin bir parçası olur ve onun parçası olmayanlar bu ahlâki kıstastan men edilmek istenir.
Müller, “halkın gerçek temsilcisi” olma iddiasını asıl tehlike olarak işaret eder. Devlet aygıtının gaspı, sivil toplumun baskılanması ve nepotizm, hemen her iktidarın yapabileceği eylemler olsa da “halkın gerçek temsilcisi” olarak atılan bu adımların “sorgulanamaz” olmasına dikkat çeker.
Başka bir ifadeyle popülistlerin diğerlerinden farkı, hesap verilebilirliği kesin olarak ve halk adına engelleyebilir, önemsizleştirebilir olmasıdır.
Müller bu noktada şunu da ekliyor: Ortak ve tutarlı bir iradeye sahip olan halkın gerçek temsilcisi olma iddiası, demokrasilerin gerçekleştiremeyeceği, olanaksız bir vaattir.
Bir kere halk dediğimiz bütünlükten homojen bir entite anlıyorsak bu salt fanteziden ibarettir. Halk, doğası gereği çoğul bir kavramdır. Demokrasi de halkın bu “çoğul” gerçekliğinden beslenir:
“Demokrasi, kaybedebileceğinizi bildiğiniz ama aynı zamanda sonsuza kadar kaybetmeyeceğiniz sistemdir.”
Popülizm ise bu bağlamda, kaybetmeyi “halkın gerçek temsilcisi” olarak reddeden ve bunu ahlâki bir iddiayla yapan bir tepkidir.
Tam da bu sebeple Müller’e göre popülizmde, “yurttaşlar resmi bir şekilde dışlanmazlar ama bireysel değerlerinin, iyi bir hayata dair fikirlerinin ve bazı maddi çıkarlarının kamusal meşruiyeti sorgulanır; hatta yok sayılır.”
Müller’in bu noktaya kadar ele aldığımız yorumlarından popülizmin iki asli özelliğini çıkarabiliriz.
Bunlardan ilki, demokratik teamüllerin dışına çıkan bir hareket olarak popülizmdir. Popülizm, kaybetme oyununda birilerinin, sıradan insanların, gerçek halkın dışındakilerin mutlak anlamda kaybetmeye, ahlaki bir meşruiyetle itildiği bir momenttir.
İkincisi ise Müller’in bu çalışmasında gözden kaçırmak istediği bir olgudur: Popülizm tam olarak “kamusal meşruiyetleri, fikirleri, değerleri” daimi olarak sorguya tutulmuş bir çoğunluğun tepkisidir belki de.
Kaybedeceğini bilen ama bir türlü o kaybetmeme uğrağını aşamamış ve fiili olarak her daim kaybettiğini görmüş bir kitlenin tepkisi…
Kurumsal demokrasinin kurallarının bir türlü onların kazanmasına izin vermeyen bir işleyişe sahip olduğunu hisseden kitlelerin, artık o kuralları umursamıyor oluşudur.
Peki, tam olarak bu uğrak, popülizm tarafından tehdit edildiği varsayılan demokratik işleyişte bir arıza olduğunu göstermez mi?
Elitlerin ve elitistlerin hoşuna gideceği şekilde söylersek popülizm, demokrasi oyununda kaybetmekten bunalmış, hıncı artmış ve kazanacağına dair de bir inancı kalmamış çocuğun, “kaba kuvvetle” oyunu kurgulama girişimi değil midir?
Popülizm Tehditten Ziyade Sonuçtur
Popülizmin tehdit ettiği bir demokrasi varsa o da demokratik işleyişi kazananları ve kaybedenleri sabitlemiş ve bu sabite üzerinde kurumsallaşmış bir demokrasidir.
Bu bakımdan “gerçek halk benim” iddiası, kuralların asla kazanmasına imkân vermeyen bir işleyiş karşısında kurallara yönelik “kavgacı” bir tepkidir.
Çoğulculuğu bastırdığını söyleyen popülizm, kurumsal demokrasinin söylemsel olarak içerdiği ama fiiliyatta uzak bir mesafede tutmaya özen gösterdiği bir çoğulculuk pratiğinin sonucu değil midir?
Şöyle de formüle edebiliriz bu soruyu:
İşlediği varsayılan, popülistlerin de tehdit oluşturduğu iddia edilen bir rasyonalitenin, fiili düzeyde kalıcı olarak dışladığı kesimlerin tepkisi neden rasyonel olmasın?
Söz konusu rasyonalitenin kurumlarını, Arjantin’in son devlet başkanının vaatlerinde olduğu gibi, ilga etmek isteyenler zaten bu kurumların işleyişi tarafından göz ardı edildiğini bilen ve hâliyle öfkesini “kurunun yanındaki yaşı da” götürecek şekilde genelleştiren kitleler, kendileri için rasyonel bir tutum içinde değil midir?
Nietzsche’nin altını çizdiği gibi bir adam, hasta olduğu için kötüleşmemiştir, zaten kötü bir şekilde yaşadığı için hastalık zuhur etmiş, bedenin ve zihnin bütününü sağlığından koparmıştır.
Kim bilir, belki de söylemsel bir mantık, ahlakçı bir retorik olarak kurgulanan popülist çığlığın ardında, kendilerini daimi olarak dışlayan rasyonalitelerden yılmış somut insanın feryadı vardır.
Bu öfkeli feryadın, kimileri tarafından farklı kavramlar ya da ahlaklar üzerinden kurgulanması ikincil bir sorundur.
Sorun kendine kötü davranan, saçlarına iyi bakarken midesini, nefes borusunu ihmal eden demokrasinin, mide ağrısından şikâyet edebilmesindeki körlüğüdür.
Bu körlükte ısrar eden yanlış analizlerle görüntüyü kurtarmak yerine demokrasiyle ilişkisini, en azından şimdilik, asgari düzeye indirmiş küresel sermayeyi, bölüşüm politikalarını, kısacası toplumsal eşitsizliği arttırma pahasına özgürlük inşa ettiği iddiasında olan neoliberalizmi konuşmamız gerekiyor.
Aşağılamak yerine anlamak…
Ki Spinoza’nın dediği gibi aşağılamak, son noktada bir yanlış kavrayışın göstergesidir.
Daha da ötesi, popülist momentlerle işbirliği yapmaya hazır “kurumsallığın” ta kendisini göz önünde bulundurmak elzem.
Nihayetinde tehdit, rasyonel işlediği kabul edilen, fakat fiiliyatta belirli kesimlerin rasyonelliğinden ibaret kalan demokrasiye ve onun kurallarına içkindir.
Popülizm sonuçtur, elbette o belirli kesimlerin kullanılabilir görebileceği bir sonuç…
Fotoğraf: Rob Curran