[voiserPlayer]
Uzunca bir süredir Millet İttifakı’nın yumuşak karnının HDP olduğunu ben dâhil birçok kişi ifade ediyordu. Nitekim muhalefet ne zaman bu yumuşak karından yumruk yese mutlaka iktidarın istediği gibi bir çığlık sesi geldi. Yakın zamanda yaşanan “HDP’ye bakan verme” tartışması hâlâ zihinlerimizde tazeliğini koruyor. Peki, iktidar neden muhalefetin bu yumuşak karnına ısrarla salvolar savuruyor?
Bunu iktidarın seçim stratejisini nasıl belirlediğini tespit etmeden anlamamız mümkün değil. Mevcut durumda iktidar bloku, birinci turda kazanamayacağını çoktan anladığı seçimleri ikinci tura bırakma stratejisini benimsedi. İktidarın bu stratejiyi benimsemekteki amacı; ittifakları negatif, birinci partiyi ve çoğunda iktidar blokunun güçlü olduğu küçük illeri pozitif kayıran yeni seçim sisteminin avantajıyla birinci turda %41-43 aralığında bir oyla parlamento çoğunluğunu kazanmayı öncelemesinden geçiyor.
İktidar, birinci turda çoğunluğu kazanması durumunda ise ikinci turda parlamento ve Cumhurbaşkanının aynı ittifakın elinde olması gerektiğini “istikrar” açısından vurgulayarak muhalefetin yanlış bir siyasal iletişim diliyle gündemde tuttuğu “çok başlılık” görüntüsü yerine, kendi tekliğini seçmenlere tercih ettirmeyi hedefliyor. İktidarın bu amacının önündeki en büyük engel, HDP’nin Millet İttifakı’nın adayına vermesi öngörülen olası destekti. İşte iktidar, HDP’nin bu desteği verme ihtimalinin çok kuvvetli olduğu günlerde dahi bir amaç dâhilinde bu salvoları savurmayı ihmal etmedi: İktidarın HDP’nin demokratik alanını kısıtladığı zamanlardaki muhalif sessizlik, iktidara muhalefet kazansa da HDP seçmeninin hayatında çok da bir şey değişmeyeceği propagandasını yapabileceği bir konfor alanı sağladı. İktidarın bu propagandayı yapmaktaki amacı, mümkün olan en yüksek sayıda HDP’li seçmeni sandıktan uzaklaştırıp boykot eğilimine sürükleyerek ikinci turda kendisine oy vermeyecek olan bu seçmen grubunun muhalefete de oy vermemesini sağlamaktır. Yani iktidar, bir yandan istikrar vurgusuyla kararsızları kendi lehine sandığa yönlendirirken diğer yandan da kendisine gelmeyen seçmenin en azından karşı tarafa da gitmediği bir hesapla seçimleri kazanmanın peşinde.
Elbette Altılı Masa’nın içinde HDP’ye karşı yapılan hukuksuzlara İYİP’in ideolojik kısıtlarından kaynaklı olarak verilebilecek tepkilerin sınırlarının olması anlaşılabilir. Ancak Altılı Masa, bu kısıtların da gerisine düşerek demokratik bir perspektiften dahi yaşanan hukuksuzluklara yanıt vermekte yetersiz kalıyor. Örneğin Altılı Masa, Ak Parti’ye açılan kapatma davasından hazine yardımının yarısının kesilmesi kararı çıktığını hatırlatıp, bugün de HDP’nin hazine yardımı kesilmesi üzerinden vesayetin kimden geldiğinden bağımsız, kategorik olarak kötü olduğunu hatırlatmayı dahi başaramıyor.
Ayrıca Altılı Masa, kendisine bu kısıtları aşabilecek bir alternatif yaratmakta da geç kalıyor. Örneğin, bahsi geçen kararın verildiği gün toplanan Altılı Masa’nın son metninde HDP’ye dönük uygulanan bütçe kesintisiyle ilgili demokratik ilkelere dayalı bir vurgu olmamasını tolere edebilecek tek bir ihtimal vardı: Masadan görece özerk hareket edebilecek olan Cumhurbaşkanı adayı.
Ancak bu adayın da belirlenme sürecinin uzaması ve HDP’nin muhalefetten beklediği desteği görememesi HDP’yi aday çıkaracağıyla ilgili bir açıklama yapmaya itti. Nitekim bu iddiamın gerçekle bağı, Pervin Buldan’ın açıklamasındaki nüanslar kaçırılmadığında daha anlaşılabilir bir hâle geliyor:
“Bizim ne Cumhur İttifakıyla ne Millet İttifakıyla herhangi bir ortaklığımız yok. Ancak ilkesel yaklaşımlarımız elbette var. Zamanı geldiğinde konuşabiliriz, müzakere edebiliriz.”
Bu açıklama, benim anladığım kadarıyla HDP’nin Altılı Masa’dan beklediği desteği alana kadar iktidarın istediğini veren, yani Altılı Masa’nın adayını kayıtsız şartsız destekleyerek iktidarın muhalefete karşı planlarını altüst eden görüntüsünden çark ettiği imajını çizerek siyasallaşan yargının hışmından korunma çabası. Alternatif bir ifadeyle HDP, iktidarın seçim kazanmasının önündeki en büyük engeli ortadan kaldırmış gibi görünerek hem iktidarın iktidarda kalma bekasına tehdit oluşturmayarak kapatılma ihtimalini bertaraf edip hem de Altılı Masa’yı kendisini muhatap almaya zorlama hedefinde. Bu hamlesiyle HDP, Altılı Masa’ya şu mesajı da vermiş oluyor: “Hem en ağır bedeli ben ödeyeceğim hem de muhatap alınmayacağım, yok öyle!”
Bu durumda Altılı Masa’nın üstüne düşen, masadan görece özerk hareket edebilecek olan CB adayının “Kürt sorununda demokratik çözüm” diyebilen ve HDP’nin başına gelen belalarda onunla dayanışabilen biri olması gerektiği gerçeğini unutmadan hareket etmek. Aksi takdirde HDP’nin seçim öncesi yalnızlaşması, sandıkta Altılı Masa’nın adayının HDP’liler tarafından yalnız bırakılması sonucunu doğurup, iktidarın kurduğu oyunu başarıya taşıyabilir.
Fotoğraf: Marc Zimmer