[voiserPlayer]
İlk önce kraliçe ölür.
Sonra İspanya Savaşı patlar.
Sert bir kış başlar. Öyle ki Thames nehri donar.
Cennet müziği çalsa kimsenin umurunda olmayacağı bir zaman, bir hal.
Tiyatro salonları kapanır. Şarkıcılar hastalanır. Konserler ardı ardına iptal edilir.
Zaten borçları birikmiş, alacaklıları kapısına dayanmıştır. Haliyle durumu daha da kötüleşir. Zor hayat koşulları. Ancak sorunu salt finansal değildir. O ilhamını kaybetmiştir.
Kısa bir süre önce geçirdiği felç bile bu hale göre onun için daha evladır. Zira felçken bedeninin bir yarısını kaybetmişti sadece, ruhu ve zihni ise capcanlıydı. Nitekim o ruh ve zihin felçten kurtaracak, onu ayağa kaldıracaktır. Ya şimdi. Bedeni değil, ruhu ve zihni felçtir. Zira ilhamının kaynağı kurumuştur.
“Tanrım, ah Tanrım! Beni niçin terk ettin?”
İnsanlar ve Tanrı tarafından terk edilmişlik. Bu dehşet duygu ile yaşar, günler, haftalar boyu. İntiharı düşünür. Göç etmeyi. Yürüyüşlere çıkar. Belki ilham gelir diye. Ancak eli boş döner. Halbuki o yürüyüşlerde yakalardı çoğu zaman, eve döner, masası üzerinde serili nota kağıtlarına gömülür ve yakaladığı ilhamı notalara dökerdi. Ya şimdi? Masasının üzeri boştur. Bütün nota kağıtlarını kaldırmıştır. “Kaynak kurumuş, kutsal değirmen durmuştu. Ne başlayacak, ne bitirecek bir şey vardı.”
Yine bir yürüyüş dönüşü. Masasının üzeri bu sefer boş değil. Bir mektup. Daha önce bestesini yaptığı iki ilahinin metin yazarından. Yazar yeni bir metnini göndermiş ve onun gibi bir müzik dehasından “lütfedip kendi zavallı dizelerini de kanatları üzerinde ölümsüzlüğe” uçurmasını arz ediyordu.
İlk tepkisi bütün ruh halinin resmi. “Şu bitmiş, tükenmiş adamla alay mı” ediyordu? “Alçak herif! Aşağılık köpek!” Nasıl acımasız bir dünya idi bu, nasıl lanetli. Her şeyini kaybetmiş bir adamla hala mı alay ediliyordu? O an sadece uyumak ister. Uyumak. Varlığını tamamen unutmak. Ve kendini yatağının üzerine atar.
Ancak uyuyamaz. Bir sağa döner, bir sola. Aklı metindedir. Bir mucize daha olur muydu? Daha önce olmuştu. Tanrı onu ittiği uçurumdan elbette çıkarabilirdi ya. Kalkar. Metni eline alır ve okumaya başlar.
Mesih.
Ah, yine bir ilahi daha. Son denemeleri başarısızdı.
Teselli bul.
İrkilir. Nasıl ahenkli bir tınlamaydı, nasıl huzur veren, hayat bahşeden bir sözdü bu. Bu sanki, evet, ona bir yanıttı. Tanrı’nın bir yanıtı.
Ve işte oluyordu. “Kapılar sonuna kadar açılmıştı, yeniden müziği içinde hissedebiliyor, yeniden seslenişini işitebiliyordu.”
Tanrı böyle buyurdu.
Artık kuşkusu yoktu. Tanrı ona sesleniyordu, yanıt veriyordu.
Ve o seni arındıracak!
Bu olmuştu bile. “Yüreğindeki kasvet dağılmış, ruhunu aydınlık ve tınlayan ışığın kristal berraklığı doldurmuştu”.
Bu sözleri zavallı bir yazar yazmış olamazdı. Bu ancak O’ndan olabilirdi.
Tanrı’ya kurban adasınlar.
Adayacaktı. “İçin için yanan yüreğinden” adayacak ve “bu yüce çağrıya cevap verecekti.”
“Bu çağrı … sadece ona yönelikti ve bunu seslendirmeliydi, ah, tombonların gümbürtüsüyle, koronun çağıldamasıyla, orgun gürleyişiyle seslendirmeliydi ki söz tekrar yaradılışın ilk günündeki gibi insanları uyandırsın, hepsini, çaresizlik içinde karanlıkta yürüyenleri de.” Zira, evet,
Yeryüzü hala karanlıkla örtülüdür.
Ancak,
El-Melik, el-Alim, el-Azim
Evet “her şeyin çaresini bilen ve gerçekleştiren, yılgın yüreklere huzur veren” yüce bir varlık vardı ve insanları karanlıklardan çıkaracaktı.
Çünkü Tanrı’nın meleği kullarına yaklaştı.
Cidden. “Melek gümüşten kanatlarıyla odaya inmiş,” ona dokunarak “bütün azaplarından kurtarmıştı.”
Elbette sadece ona şükretmeliydi.
Övgü Tanrı’ya.
Nasıl olmasındı.
Sevin.
Farkında olmaz, ancak başını dikleştirir ve kollarını iki yana açar.
Gerçek yardımcımız O’dur.
Evet bunun tanığı oydu. Ve bu tanıklığı yapmalıydı. “Daha önce hiçbir faninin yapmadığı bir biçimde…”
Aşağılanmıştı o.
Değil mi ya?
Onu gördüklerinde güldüler.
Değil mi ya?
Ve çilekeşe teselli verecek kimse yoktu.
Değil mi ya?
O Tanrı’ya güvendi.
Tanrı da onun ruhunu cehennemden kurtardı.
Evet aynen böyle olmuştu. Tanrıydı “onu ümitsizliğin mezarında, çaresizliğin cehenneminde” bırakmayan.
Başlarınızı kaldırın.
Tanrı söz verdi.
Ürperir, soluğu kesilir.
Hamd Tanrı’ya. Hamd Tanrı’ya. Hamd Tanrı’ya.
Gözlerinden yaşlar aka aka okur. Daha okuyacak sayfalar vardır. Ama onun okuyacak gücü yoktur. İçi içine sığmıyordur. Sanki bir sel taşıyor, bir yanardağ patlıyordur ve içinden taşmak istiyordur. Bu ilhamı kaçırmamalıdır. İçinde tınlayan müziği çer çabuk notalara dökmelidir. Üç hafta boyunca odasından dışarı çıkmaz. Yemeği getirildiğinde sol eliyle bir kaç kaşık ağzına götürür ama sağ eliyle yazmaya devam eder.
O üç hafta ne gündüzü bilir, ne geceyi. Kimse ile görüşmez. Kimse ile konuşmaz. Saraydan gelen davetlere bile cevap vermez. Kendini coşkun bir nehir gibi akan ilhamın savruluşlarını bırakmıştır. Zaman sadece ritim ve tempo olur. Bazen ayağa kalkar, tempo tutarak sert adımlarla bir oraya bir buraya yürür. Yüksek sesle sözleri tekrar eder, musiki haliyle. Sonra tekrar masasına döner, parmakları uyuşuncaya kadar yazar da yazar.
“Yaşamı boyunca böylesi bir yaratıcılık akımına” kapılmamış, “müziği içinde böylesine acıtırcasına derin” hissetmemiş ve “müziği böylesine yaşadığı” hiç olmamıştır.
Artık “söz sese dönüşmüş, kısa bir süre öncesine kadar kuru ve yavan sözcüklerden ibaret olan şey hiç bir zaman solmayacak bir çiçek gibi açmıştı.”
Bu yapıta son bir kelime eklemek gerekti sadece.
Amen.
Bu “iki kısa ve kesik hece” ile “gökyüzüne uzanan sesten bir merdiven” kurar. “Hecenin birini tek bir ses söyletirken diğerini değişen korolar arasında” dolaştırır, böylece “o iki heceyi” genişletir, “yeni baştan ve her seferinde daha büyük bir hararetle kaynaştırmak üzere tekrar tekrar birbirinden koparıp” uzaklaştırır.
Ancak bu kelimeyi öyle kolay bırakmaz. Tek bir kez değil, defalarca tekrarlatır.
“Başlangıçtaki ilk A sesi bir kubbe haline gelene kadar” yükseltir, yükseltir, yükseltir ve “en uç noktasında gökyüzüne” değdirir, sonra tekrar düşürür, tekrar yükseltir, tekrar düşürür, “sonunda organ fırtınasına kapılıp koroda bütünleşen seslerin gücüyle bir kez daha yukarılara” fırlatır, böylece “göğün bütün katmanlarını” doldurtur ve sanki gök kubbedeki melekleri de korosuna katar, onlara da “Amen, Amen, Amen” dedirtir.
Fotoğraf: Leio McLaren