Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • SenSensizsin
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • Avrupa Gündemi
      • ABD Gündemi
      • Altüst
    • D84 INTELLIGENCE
      • Kitap Yorum
      • Göç Sorunu
      • Başkanlık Sistemi Projesi
      • Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi
      • Herkes için Siyaset Bilimi
      • Yapay Zeka
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Kitap Yorum: Erich Maria Remarque, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
    Yazılar

    Kitap Yorum: Erich Maria Remarque, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

    Birol Başkan23 Haziran 20228 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    [voiserPlayer]

    İthaf

    Bu kitap; ne bir şikayettir, ne de bir itiraf. Harbin yumruğunu yemiş, mermilerinden kurtulmuş olsa bile, tahriplerinden kurtulamamış bir nesli anlatmak isteyen bir deneme sadece.

    Başlangıç

    Kantorek bizim sınıfın öğretmeniydi… beden eğitimi derslerinde bizlere öyle nutuklar çekti ki, bütün sınıf tabur olup onun komutasında şubeye gittik, askere yazıldık.

    Askeri Eğitim

    On hafta askerlik eğitimi gördük, bu süre içinde on yıllık okul hayatındakinden daha kesin bir biçime sokulduk… Selam duruş̧, esas vaziyet, merasim geçişi, tüfek as, sağa dön, sola dön, topuk vur, küfür, azar, binlerce eziyet! Biz görevimizi başka türlü düşünmüştük; bir de baktık ki, kahramanlığa, sirk atları gibi yetiştiriliyoruz.

    Savaşın Vahşeti

    Bir sarsıntı hissediyorum. Bir mermi parçası ceketimin kolunu yırttı. Yumruğumu sıkıyorum. Acı yok. Ama bu beni yatıştırmıyor, yaralar hep sonradan sızlamaya başlar. Kolumu sıvazlıyorum. Hafif çizik, ama sağlam. O anda kafama bir şey çarpıp çatırdıyor, zihnim bulanıyor. Aklımdan şimşek gibi bir düşünce geçiyor: Bayılmamalıyım! Bir an karanlık pelte içine gömülüyor, yine hemen yüze çıkıyorum. Miğfere bir mermi parçası çarpmış, ama çok uzaktan geldiği için başlığı delememişti.

    …

    Katczinsky’nin yüzüne bakıyorum; ağzı alabildiğine açık, haykırıyor; hiçbir şey duymuyorum. Beni sarsmaya devam ediyor, daha da yaklaşıyor, sesi buluyor beni bir ara: “Gaz .. Gaz.. Gaaaz… Maskenin takılmasından sonraki bu ilk dakikalar, hayatı veya ölümü tayin eder: Gaz geçiriyor mu? Hastanedeki korkunç sahneleri biliyorum: Günlerce süren boğuluşlar içinde, kavrulmuş ciğerlerini parça parça kusan, tüküren gazlanmışlar.

    …

    Bu uçuk benizli yüzler; kıvrılmış eller; yine de ileri atılan, hücum eden bu zavallılardaki yürekler acısı o cesaret; yüksek sesle haykırmayı göze alamayan; göğüsleri, karınları, kolları, bacakları parçalanmış, anne diye inleyen; yüzlerine bakılır bakılmaz hemen susuveren bu sadık, bu zavallı insancıkların cesareti! Onların o ölü, ayva tüylü uzun yüzleri; ölmüş çocukların korkunç ifadesizliğini taşıyordu. Onları görenlerin; sıçrayışlarını koşuşlarını, vurulup düşüşlerini görenlerin boğazlarına taş gibi bir şey oturur adeta. İnsanın bu derece aptal oldukları için, onları dövesi gelir; onları kucaklayıp, sizin burada işiniz ne, diyerek buralardan uzaklaştırması gelir. Gri ceket, pantolon ve çizme giymişler; ama çoğunun üniforması öyle bol ki, üzerlerinden dökülüyor: Omuzları daracık, vücutları küçücük. Bu çocuk bedenlerine göre dikilmiş üniforma yok ki!

    Tesadüfe Yaşamak

    Mermi, kavislerinin örgüleri altında yatıyor, meçhulün merak ve gerginliğini yaşıyoruz. Üzerimizde boşlukta süzülüyor tesadüf. Bir mermi gelirken büzülüp kalabilirim, hepsi bundan ibaret. Düşeceği yer ne malûmdur bence, ne de sözüm geçer mermiye. Bizi umursamaz eden bu tesadüftür… Bombaların bir şey yapamayacağı bir barınakta paramparça olabilirim de açık arazide on saat süren bir yaylım ateşinden sapasağlam çıkabilirim. Her asker, sadece, binlerce tesadüf sayesinde sağ kalır hayatta. Her asker tesadüfe inanır, tesadüfe bel bağlar.

    Bir Askerin Ölümü

    Yatağına bakıyoruz. Bacağı tel bir sepet içinde: Üstünde yorgan kümbet gibi yüksek… Kemmerich’in bacağı yoktu artık! Kesmişlerdi. Hali korkunç Kemmerich’in: Benzi solgun sarı; yüzünde şimdiden, belki yüz kere gördüğümüz için çok iyi bildiğimiz o yabancı çizgiler. Aslında çizgi değil bunlar, birer işaret. Derinin altında hayatın nabzı atmıyor artık; dirilik vücudun ta kenarlarına itilmiş, sürülmüş çoktan; içten içe ölüm çalışıyor, gözlere artık ölüm hakim. Arkadaşımız Kemmerich işte şuracıkta yatıyor; daha az zaman önce bizimle at eti kızartmış, mermi çukurlarına çömelmiş Kemmerich. Henüz kendisi, ama yine de artık o Kemmerich değil. Üst üste çekilmiş fotoğraflar gibi, silik ve belirsiz resmi. Sesi bile küller altında…

    …

    Ağzını açıp haykırsa keşke! Ama sadece ağlıyor, başı yana dönük. Annesinden, kardeşlerinden bahsetmiyor, hiç bir şey demiyor, hepsi çok gerilerde herhalde? O, şimdi on dokuz yıllık küçük ömrüyle yapayalnız ve ağlıyor, bu ömür onu bırakıyor çünkü…

    Bir Dostun Ölümü

    Ben miyim bu yürüyen? Ayaklarım var mı hala? Başımı kaldırıyor, etrafıma göz gezdiriyorum; gözlerimle birlikte ben de dönüyor, dönüyor, derken duruyorum. Her şey eskisi gibi. Yalnız, yedek Stanislaus Katczinsky öldü. Sonra artık hiç bir şey bilmiyorum.

    Hissizleşmek

    Tehlikeli hayvanlar olduk şimdi. Savaş değil, ölüme karşı korunma bu bizim yaptığımız. Biz bombaları insanlara karşı atmıyoruz, şu anda insan minsan bildiğimiz yok. Orada ellerle, miğferlerle ölüm saldırıyor peşimizden…

    …

    Bizi alıp götüren dalgaya gömülü, bizi vahşileştiren; eşkıya, katil, iblis yapan; korkuyla, azapla, yaşamak hırsıyla kuvvetimizi kat kat çoğaltan, bize bir kurtuluş yolu arayan, boğuşan bu dalgaya kendimizi kaptırmış kaçıyoruz. Karşıdan gelenlerin içinde baban bile olsa, hiç duraklamadan onun da göğsüne bir bomba yapıştırırsın!

    …

    Ölen erler, ne çare kader, der gibi uzanmış yatıyorlar; biz üzerlerinden atlayıp geçerken, bacaklarımıza sarılıp haykırmak ister gibi yatıyorlar. Birbirimize karşı bütün duygularımızı kaybettik; birimizin hayali, ötekimizin hızdan bitkin bakışlarına çarptıkça birbirimizi tanımıyoruz adeta. Hiç bir şey hissetmeyen ölüleriz; bir sihirbaz hüneri, tehlikeli bir büyü neticesi henüz koşabilen, henüz öldürebilen ölüleriz.

    Düşmanın İnsanileşmesi

    “Arkadaş, ben seni öldürmek istemedim… Senin, benim gibi bir insan olduğunu ben ancak şimdi görüyorum. Ben senin el bombanı, süngünü, silahlarını düşündüm; karını, yüzünü, ortak taraflarını ben şimdi görüyorum.. Affet beni arkadaş, sen benim nasıl düşmanım olabilirsin? Biz bu silahları, bu üniformaları çıkarıp atsak sen benim kardeşim olabilirdin, Kat gibi, Albert gibi. Al ömrümden yirmi seneyi arkadaş, al da kalk! Al daha fazlasını, ben bu ömrü ne yapacağım, artık bilmiyorum çünkü.”

    Hastane

    … bu yalnız bir hastane, yalnız bir kısım. Almanya’da yüz binlerce, Fransa’da yüz binlerce, Rusya’da yüz binlerce. Bu böyle olunca, şimdiye kadar yazılmış, yapılmış, düşünülmüş şeyler ne kadar saçma! Binlerce senenin medeniyeti, bu kan sellerinin akmasına bile mani olamadıktan, bu yüz binlerce işkence zindanını kapatamadıktan sonra, bütün o yazılanlar, hepsi boş, hepsi yalan olsa gerek.

    Hayat Mı?

    Ben gencim, yirmi yaşındayım; ama hayat namına ümitsizlikten, ölümden, korkudan, bomboş bir sathiliği ıstırap uçurumlarına zincirlemekten başka bir şey bildiğim yok.

    Yaşlanmış Gençler

    “Biz demir gibi gençlermişiz!”Her üçümüz öfkeyle gülüyoruz. Kropp küfrediyor; konuşabildiği için memnun. Evet, işte böyle düşünüyorlar, yüz binlerce Kantorek böyle düşünüyor! Demir gibi gençler! Gençler! Bizler yirmiden yukarı değiliz. Ama genç miyiz? Genç ha? Gençlik gerilerde kalalı hanidir. Bizler, yaşlanmış kimseleriz.

    …

    Kantorek olsa, henüz hayatın eşiğindesiniz, derdi. Yalan da değil. Biz henüz kök salmamıştık; savaş selleri söktü, sürüdü bizi. Ötekiler, bizden yaşlılar için savaş bir duraklayıştır, onlar ileriyi düşünebilirler. Ama bizi dört yandan sardı harp; sonunun neye varacağını bilmiyoruz. Bildiğimiz, şimdilik, yalnız şu: Öyle mahzun da olduğumuz yok ama tuhaf ve melankolik bir şekilde kabalaştık.

    …

    Albert haklı. Biz genç değiliz artık. Biz dünyayı fethetmek istemiyoruz artık. Kaçağız biz. Kendimizden kaçıyoruz. Hayatımızdan. On sekiz yaşında idik; dünyayı, hayatı sevmeye başlamıştık, sevdiğimiz bu şeylere kurşun sıkmak zorunda kaldık. Patlayan ilk mermiler kalbimize saplandı. Çalışma, çaba, ilerleme kapıları kapandı bize. Biz bunlara artık inanmıyoruz, biz harbe inanıyoruz.

    Düşman Kim?

    Bir emir, bu sessiz sakin hayalleri bizim düşmanlarımız yaptı; bir emir, onları bizim dostlarımız yapabilir. Herhangi bir masa başında, hiçbirimizin tanımadığı birkaç kişi tarafından, bir yazı imzalanır. Başka vakit, dünyanın nefret edip en büyük cezalara çarptırdığı şey, insan öldürmek, yıllarca baş gayemiz olur. Şuradaki şu çocuk yüzlü, havari sakallı, sessiz sakin adamları gören birisi, bunlara düşman diyebilir mi! Bu Rusların bize düşmanlığı yanında bir çavuşun bir ere, bir öğretmenin öğrenciye olan düşmanlıkları, daha kötü düşmanlıklardır. Ama biz onlara yine de ateş ederiz, serbest olsalar onlar da bize.

    Uyanış

    Kantorek gibi daha binlercesi … Biz zaman zaman, onları alaya aldık, onlara ufak tefek oyunlar oynadık, ama temelde inanıyorduk onlara. Daha geniş bir anlayış, daha insanca bir bilgi, düşüncelerimizde, temsilcileri oldukları otorite kavramıyla birleşiyordu. Şu var ki, gördüğümüz ilk ölü, bizdeki bu inancı paramparça etti… İlk yaylım ateş, bize onların yanlışını gösterdi; onların bize öğrettikleri dünya görüşü, bu bombardıman karşısında yıkılıverdi. Onlar hala yazıp söylerlerken, biz hastaneleri, can çekişenleri görüyorduk; onlar devlete hizmeti en büyük fazilet diye vasıflandırırlarken biz artık ölüm korkusunun daha baskın olduğunu anlamış bulunuyorduk. Ama yine de isyan etmedik, askerden kaçmadık, korkak olmadık.

    Evi Ziyaret

    Derken tokmağı aşınmış, kahverengi kapının önündeyim; elim ağırlaşıyor. Kapıyı açıyorum. İçerden vuran garip bir serinlik, gözlerimi kamaştırıyor. Çizmelerimin altında merdiven gıcırdıyor. Yukarda bir kapı açılıyor, birisi tırabzandan eğiliyor.. Açılan mutfak kapısı, içerde patates omleti kızarıyor, kokusu bütün eve yayılmış öyle ya, bugün cumartesi. Eğilip aşağı bakan ablam olacak. Bir an utanıyor, başımı önüme eğiyorum, sonra miğferimi çıkarıp yukarı bakıyorum. Evet ablam. “ Paul! “ diye bağırıyor. “ Paul…! “ Başımı sallıyorum arka çantam tırabzana çarpıyor, tüfeğim birden ağırlaşıyor elimde. Hızla bir kapı açıyor, sesleniyor: “Anne, anne, Paul geldi.” Yürüyemiyorum. Anne, anne, Paul geldi. Duvara dayanıyor; miğferime, tüfeğime sarılıyorum. Sımsıkı tutuyorum bunları, ama artık bir adım bile atamıyorum. Basamaklar gözlerimden siliniyor, dipçiği ayaklarıma vuruyor, öfkeyle dişlerimi sıkıyorum. Fakat ablamın söylediği bu tek söz karşısında hiçbir şey yapamadan duruyorum. Olanca kuvvetimle kendimi gülümsemeye, konuşmaya zorluyorum, ama tek söz söyleyemiyor, merdivende bedbaht, perişan, korkunç bir kramp geçirerek öylece duruyorum. Yanaklarımdan aşağı gözyaşlarım akıyor yalnız.

    Anneye Veda

    “İyi geceler, anne!” “İyi geceler, yavrum!” Oda karanlık. Annemin solukları yükselip alçalıyor. Arada saatin tiktakları. Dışarda pencerelerin önünde rüzgar. Kestaneler hışırdıyor. Sofada ayağıma arka çantam takılıyor; sabahleyin erken gideceğim için, hazır çanta. Yastıklarımı ısırıyor, yumruklarımı karyolamın demir çubuklarına geçiriyorum. Ben buraya asla gelmemeliydim. Ben kayıtsız, çok kere de ümitsizdim cephede; ben artık öyle olamayacağım hiçbir zaman. Ben bir askerdim; ama şimdi kendimin, annemin bu derece naçar ve sonsuz her şeyin ıstırabını yaşıyorum; ben bir acı kaynağıyım artık. Ben asla izinli gelmeyecektim.

    Ve Son

    1918 Ekiminde vurulup öldü. Vurulduğu gün bütün cephe sessiz sakindi gayet; öyle ki, resmi tebliğler, batı cephesinde kayda değer yeni bir hadise olmadığı cümlesiyle yetindiler. Yüzükoyun düşmüştü, toprakta uyur gibi yatıyordu; tersine çevirdikleri vakit fazla acı çekmeden ölmüş olduğunu gördüler.. Yüzünde öyle sakin bir ifade vardı ki, kaderine memnundu adeta.

    Erich Maria Remarque, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Çev. Behçet Necatigil, Varlık Yayınları, 1956.

    Fotoğraf: Hasan Almasi

    Edebiyat Kitap Kitap Yorum
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikMerkez Bankası Faiz Kararı | Enes Özkan Yorumluyor
    Sonraki İçerik 3. Yılında 23 Haziran Zaferi | Konuk: Fatih Uçar | Nabız

    Diğer İçerikler

    Yazılar

    Savaşların Kazananı Olur Mu?

    7 Mayıs 2025 Oytun Meçik
    Yazılar

    Türkiye’de Serbest Gazeteciliğin Geleceği: Zorluklar ve Çözüm Yolları

    3 Mayıs 2025 Gökhan Korkmaz
    Yazılar

    Mansur Yavaş Cumhurbaşkanı, Ekrem İmamoğlu Başbakan Formülüne Dönüş mü?

    2 Mayıs 2025 Armağan Öztürk

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    Turkey and Israel: Intense Geopolitical Rivalry from the Mediterranean to Central Asia

    8 Mayıs 2025 D84 INTELLIGENCE Reza Talebi

    Savaşların Kazananı Olur Mu?

    7 Mayıs 2025 Yazılar Oytun Meçik

    Dünya Gündemi: İsrail Gazze’yi Kalıcı Şekilde İşgale Hazırlanıyor

    6 Mayıs 2025 Bültenler Bahadır Çelebi

    Türkiye’de Serbest Gazeteciliğin Geleceği: Zorluklar ve Çözüm Yolları

    3 Mayıs 2025 Yazılar Gökhan Korkmaz

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}