[voiserPlayer]
19. yüzyılın sonlarında, Osmanlı’daki bağımsızlık hareketlerinin yol açtığı toprak kayıpları ve Batılı güçlerin İslam coğrafyası üzerindeki sömürgecilik faaliyetleri karşısında devleti yok olmak ve geri kalmaktan kurtarmak adına başlıca iki ideolojik akım sahneye çıkmıştır. Bu akımlardan ilki; farklı etnik, dini ve kültürel unsurları Osmanlı çatı kimliğinde buluşturma gayesinde olan Osmanlıcılık iken diğer akım ise “asr-ı saadet” mottosu ekseninde ilerleyen ve siyasal kurtuluşun İslam’ın ana kaynaklarına dönmekle mümkün olacağını iddia eden İslamcılıktır.
İslamcılık, temelde yozlaşmış, ceberrutlaşmış mevcut siyasal yapı ve ilişkilerle bir hesaplaşma içerisinde olma, müslümanlar arasında ortak bir ülkü ve gaye oluşturma, İslam’ın siyasetten beklediklerini karşılama cihetinde mücadele etme istemi ile ortaya çıktı. Can alıcı nokta, müslümanların emperyalist ve seküler Batı karşısındaki mağlubiyetinin kabul edilmesiydi.
Genel kabul edilen yargı ise bu mağlubiyetin aslında Renan’ın iddia ettiğinin aksine İslam’ın ilerlemeye uygun bir programı olmayışı değil, bilakis müslümanların hakiki İslami yolu terk etmelerinden dolayı olduğu idi. Bu bağlamda İslamcılar için temel motivasyon, İslam tarihindeki sapmaları eleştirel bir yaklaşımla ele alarak İslam’ın hakiki kaynakları (Kuran ve Sahih Sünnet) ekseninde bir siyaset, kültür, toplum, ekonomi ve ahlak inşa etme çabası olmuştur.
İslamcılık Nedir?
İslamcı kavramını ilk kullanan Ziya Gökalp’tir. Gökalp, 1913 yılında yazdığı “Üç Cereyan” başlığı altındaki makalelerde -ki sonraki dönemde Türkleşmek-Muassırlaşmak-İslamlaşmak adıyla kitaplaştırılmıştır- İslamcılık, İslamlaşmak, İslamlık kavramlarını kullanmıştır. (Kara, 1986:15).
İslamcılık; müslümanları içinde bulundukları buhrandan, mağlup medeniyet travmasından ve sömürüden kurtarmanın yolunun İslam’ın aslına dönmekten ve aslını hakim kılmaktan geçtiğini savunan bir siyasal-sosyal ve kültürel fikir hareketi olarak ele alınabilir. Siyasal olan aidiyetleri içerdiği için İslamcılık, her şeyden önce bir siyasal eğilim veya oluşumdur.
İslamcılık, siyasal davranışın müslümanlık algısıyla buluştuğu her noktada ortaya çıkabilen bir kimlik, bir algı olarak düşünülebilir. Ne tür bir İslam yorumuna sahip oldukları önemli olmaksızın, siyasal pratiğinin merkezine İslam’ı koyan her türlü müslüman oluşumu İslamcılıktır. (Aktay, 1999). Bu hususun daha net anlaşılması adına S. Sayyid’in İslamcılık hakkındaki tanımını baz alabiliriz: ”Bir Müslüman olarak ilişkilerini İslam’ın tarihsel formasyonu ve geleneklerinin içinden konumlandırarak, bunu kendine bir davranış ufku kılma projesine İslamcılık diyebiliriz.”
İslamcılıkla ilgili birçok tanım, bu ideolojinin farklı yönlerini vurgulayacak şekilde birçok yazar tarafından yapılmıştır. Aşağıda bu tanımlardan bir kısmına göz atabilirsiniz:
“İslamcılık, 19. ve 20. yy’da İslam’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, eğitim…) yeniden hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları ve İslam dünyasını; Batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenileştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist, modernist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri ve ilmi çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket olarak tarif edilebilir.” (Kara, 1986:15).
“İslamcılık; kültürel, politik ve sosyal önder zümresinin -ki bunlar belli iddia ve taleplerle farklı etkinlik alanlarında ortaya çıkarlar- İslamiyet’ in manevi, ahlaki, kültürel ve sosyal değerlerine uygun bir dünyanın kurulmasını sağlamaya çalışmaları ve bu uğurda çeşitli alanlarda ve düzeylerde cehd göstermeleri olarak tanımlanabilir.” (Bulaç, 2004: 48).
“İslamcılık, İslam’ın temel kavramlarına dönüşü, zamanın gereklerine göre dinin yeniden yorumlanmasını ve İslam’ın özüne uymayan kavram ve güçlerle mücadeleyi amaçlamaktadır.” (Akdoğan, 2000: 311).
“İslamcı, dini, siyasal bir ideoloji olarak algılar. Bir başka deyişle, İslamcının bir devlet, bir iktidar talebi vardır. İslamcı moderniteye karşıdır ve onun bu tutumu, nasçı bir zemine oturur. İslamcı, geleneği eleştirir ve temel dinsel ilkelerden hareketle, gerçek hayatın sorunlarına çözüm bulmaya çalışır. İslamcı, araç-amaç ilişkisini özden görür ve pratiğin dinin ilkeleriyle uyumlu olması gerektiğine inanır.” (Atalar, 2009: 210).
İslamcılığın hem muhalif hem de muvafık bir akım olduğu unutulmamalıdır. Nitekim İslamcılık, modern dünyanın getirmiş olduğu düşünme ve yaşam tarzına yönelik ağır eleştiriler yöneltse de modern bir harekettir. Batı ile uyum aranacak alanlar (çalışma, azim, bilim, teknik vs.) ve aranmayacak alanlar (egoizm, ahlaksızlık, sömürü, kar hırsı vs.) şeklinde bir ayrıma giden eklektik ve aksiyoner yönü baskın bir modern harekettir.
Müslüman ve İslamcı
İslamcı olarak adlandırılan hareketin mensupları kendilerini İslamcı olarak tanımlamak yerine Müslüman olarak tanımlamayı tercih etmişlerdir. Çünkü bu hareketin mensupları İslami bazı kavramları kullanarak yeni bir siyasal düşünce üretmediklerini, bütün gayelerinin İslam’ı daha iyi anlamak ve onu yaşamak olduğunu savunmuşlardır.
Çünkü İslamcı tanımı, müslüman tanımlamasının dışında sanki yeni bir tanımlama gibi algılanmaktadır. Özellikle İslamcı tanımını kullanan kesimler, bu kelime ile kendilerince müslüman kimliğinin ötesine geçmiş, kendisine yeni bir ideoloji belirlemiş kesimleri kastetmektedir. Oysa İslamcı diye tanımlanan kesimin yeni bir ideoloji ortaya koyma çabaları yoktur ve onlar böyle bir çabanın İslam dışı olduğuna inanırlar.
Yaptıklarının yeni bir ideoloji oluşturmak değil, zaman içerisinde hurafelerle en azından halk nazarında değiştirilmiş, aslından uzaklaştırılmış, sadece ahirete yönelik anlayış içeren yaklaşımların yanlışlığının gösterilmesi, İslam’ın ahiretin yanı sıra dünyaya ve toplumsal ilişkilere yönelik de hükümler içerdiğini ve bir müslüman olarak sosyal ve siyasal hayatın da İslam’ın gerektirdiği esaslar çerçevesinde algılanması gerektiğini savunmaktadırlar.
Said Halim Paşa’nın İslamlaşmak kavramını tanımlarken yaptığı “İslam’ın itikadını, ahlakiyatını, içtimaiyatını, siyasiyatını daima zaman ve muhitin ihtiyacına en muvafık bir surette tefsir ederek bunlara gerektiği gibi tevfik-i hareket etmekten ibarettir” açıklaması bunun bir örneğidir (Kara,1986).
İslamcılık kavramını kabul edenler de bu kavrama dışarıdan bakanların getirdiği tanımlamayı değil, kendi yaptıkları tanımlamayı esas alırlar. Örneğin, Hayrettin Karaman bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
”Bana İslamcı dediklerinde ister Meşrutiyet dönemindeki, ister günümüzdeki manasında, İslamcılık ile kendi davam ve konumum arasında bir aynılık ve aidiyet ilişkisi kuramıyorum. Ama benim de İslamcılık diye adlandırabileceğim bir davam vardır, bu dava şuurlu bütün Müslümanların ortak davasıdır ve bu tanımlamada Müslüman ile İslamcı aynı kimliktir. Bana göre İslamcı Müslümandır. Müslüman da düşünce ve inançtan davranışa, ferdi hayattan içtimai hayata kadar bütün alanlarda ilişki ve eylemlerde Allah’ın irade ve rızasını gözeten, buna aykırı bir inanç, düşünce ve eylemde olmamayı hayatının düsturu ve gayesi edinen kimsedir. Benim İslamcım dünyayı tanır, başka inançlar, dünya görüşleri, hayat tarzları hakkında doğru bilgi sahibi olur; ancak bunları büyütmez, kendini hiçbir alanda geri ve aşağı görmez, ‘iyi kötü, ileri geri, güzel çirkin’ değerlendirmelerini kendi ana kaynaklarına, değer ölçütlerine göre yapar. Kendine ait değerlendirmelerde geçer not alamazsa kusuru kendinde arar, telafiyi kendi ölçütleri ve dinamikleri ile gerçekleştirmeye yönelir. Müslüman vahye ve İslam aklına dayanır, beşeri ve tarihi katkısı olan kurum, değer ve kuralların eskiyeni olursa bunları yine kendine ait araçlarla, tecdit ve içtihad yöntemiyle yeniler” (Şentürk, 2015).
İslamcı ve müslüman arasındaki temel ayrım, İslam zemininde siyasetin inşa edilme arzusu ve hedefi ile İslam’ın bir yönetim tekniği olarak kabul edilip edilmemesidir. Bununla birlikte, Karaman’ın İslamcı ile Müslüman kavramlarına aynı anlamı atfeden değerlendirmesi, dini kimliğinden feragat etmeksizin, İslam dini odağında teşekkül eden siyasi, hukuki ve ekonomik projeye dahil olmayan “Müslüman”ların “heretik” olarak lanse edilmesine neden olabilmektedir.
İslam’dan ideolojik bir kimlik devşirilmesi ve İslam’ın hükümet etmenin yöntemini veren bir ideoloji olarak görülmesi, dini politik arenada etkin bir “güç” unsuru haline getirmiştir. Ancak İslam’ın devlet, egemenlik ve iktidar talebi olup olmadığı bugün bile tartışılagelen hususlardan biridir. De facto bir devlet algısı olmakla beraber İslam’ın, devlet gibi siyasal bir yapılanmadan adalet, emaneti ehline verme, liyakat, şûra, akla ve doğru verilere dayanma gibi kurucu ilkelere sahip olmasını beklediğini; ancak iktidar, devlet yapısı yahut egemenlik türü ile ilgili bir yönergeye sahip olmadığını; beşeri meseleleri insan iradesi ve aklına bıraktığını iddia eden görüş geçerliliğini halen muhafaza etmektedir.
Bu genel görüş, argümanlarını Hz. Muhammed’in Hicret sonrası yüklenmiş olduğu liderlik vazifesinin onun peygamberliğinin “mütemmim cüz’ü” yani olmazsa olmazı değil, şartların getirmiş olduğu beşeri bir sorumluluk olduğu gerçeğinden hareketle desteklemektedir ki kanaatimce de en doğru yaklaşım budur. Dahası, İslamcıların modern Batı ile eklektik, “ne seninle ne sensiz” ilişkisi, diğer bir deyişle Batıdan ilmin ve fennin alınıp yerel/kültürel değer ve normların muhafaza edilmesi, Cemil Meriç’in ifadesiyle “misafirin ayaklarını içeri alıp kafasını kapının dışında bırakmak” olup gerçekliği yansıtmamaktadır.
Devam edecek…
Kaynaklar
Akdoğan, Y. (2000). Siyasal İslam-Refah Partisinin Anatomisi. İstanbul: Şehir Yayınları.
Atalar, M. Kürşat (2009). Dört Analitik Terim Ölçeğinde İslamcı Kimlik, Kimlikler Lütfen, (Der. Gönül Pultar). Ankara: ODTÜ Yayıncılık.
Bulaç, A. (2004). İslam’ın Üç Siyaset Tarzı veya İslamcıların Üç Nesli, ”İslamcılık”. 1. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları.
Kara, İ. (1986). Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi. İstanbul: Risale Yayınları.
Şentürk, H. (2015). İslamcılık: Türkiye’de İslami Oluşumlar ve Siyaset. İstanbul: Çıra Yayınları.
Fotoğraf: mraqieb