[voiserPlayer]
06 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremlerden Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa birinci derece etkilenmiştir. Cumhurbaşkanı tarafından, depremden etkilenen bu illeri kapsayacak şekilde doğal afet nedeniyle 07 Şubat 2023 tarihinde olağanüstü hal ilan edilmiş, bu karar aynı gün Resmi Gazete’de yayımlanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 09 Şubat 2023 tarihinde onaylanmıştır.
Deprem sonrasında soysal medya hesaplarından depreme ilişkin paylaşımlarda ve hükümete yönelik eleştiride bulunan bazı gazetecilerin ve yurttaşların, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasıyla gözaltına alındığı haberleri gündeme gelmiştir.
Bu yazıda, Yargıtay kararları çerçevesinde, ifade özgürlüğü ve bu kapsamda eleştiri hakkı ile “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçuna ilişkin değerlendirmelere yer verilecektir.
Temel hak ve özgürlükler arasında yer alan ifade özgürlüğü, Anayasa’nın 26. maddesinde, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Yine Anayasa’nın 90. maddesi gereği iç hukukumuzun bir parçası olarak kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinde de “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamları tarafından müdahale edilmeksizin ve ulusal sınırlar dikkate alınmaksızın, görüş sahibi olma, bilgi ve düşünceleri edinme ve yayma özgürlüğünü içerir.” şeklinde ifade özgürlüğüdüzenlenmiştir.
İfade özgürlüğü insanların görüş, kanaat, düşünce ve taleplerini başlarına kötü bir şey gelmesi, özellikle kamu otoriteleri tarafından başlarına kötü bir şey getirtilmesi korkusu taşımadan serbestçe ifade edebilmeleridir.(1)
İfade özgürlüğü aynı zamanda eleştiri hakkının kullanılmasını da içerir. “Düşünce özgürlüğü ve dolayısıyla eleştiri, demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir haktır. Toplumun ilerlemesi ve yararı için zorunludur. İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bu demokratik toplum düzeninin ve çoğulculuğun gereğidir. Eleştiri de kaynağını bu özgürlükten alır, eleştirinin doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz, eleştiri övgü olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır.”(2) Yargıtayın ilgili kararından da anlaşılacağı üzere eleştiri içeren ifadeler doğal olarak sert, kırıcı ve rahatsız edici olabilir ancak bu durum ifadenin suç oluşturması için yeterli bir neden değildir.
Kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de ifade özgürlüğünün sonucudur. Ayrıca bu görevi üstlenen kişilere yönelen eleştirinin sınırlarının özel kişilere nazaran daha geniş olduğu yargı kararlarında yerleşmiş bir ilkedir.
“…kendilerine belirli idari yetkiler verilmiş görevlilerin, sözlerine ve eylemlerine getirilen eleştirilere daha fazla hoşgörü göstermeleri gerektiği AİHM içtihatlarında kabul edilmektedir. AİHM, kamu görevlilerine karşı yapılmış hakaret içerikli ifadelerle ilgili bir başvuruda, başvuruya konu sözlerin, kamuoyunun söz konusu görevlinin performansına duyduğu güveni ortadan kaldırmaya yönelik gerçek bir tehlike meydana getirip getirmediğini incelemektedir.”(3)
“… Siyasetçilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının özel kişilere nazaran daha geniş olduğu gerek iç hukukumuzda gerekse uluslararası mahkeme kararlarında yerleşmiş bir ilkedir. Bu ilkenin gerekçesi, siyasetçilerin, özel kişilerden farklı olarak, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açık olan, kamuoyuna mal olmuş kişi haline gelmeyi bilerek tercih etmeleridir.”(4)
İfade özgürlüğü mutlak ve sınırsız bir hak değildir. Bu hak kullanılırken bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması hem ulusal hem de uluslararası mevzuatlarda yer almaktadır. Nitekim ifade özgürlüğünü düzenleyen Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, sınırlama sebeplerine de yer vermiştir. Sınırlama ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu Barışına Karşı Suçlar” başlıklı bölümünde düzenlenen “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu da bir sınırlama olarak nitelenebilir. Kamu düzenini, toplum barışını himaye eden, esas itibarıyla nefret söylemini sınırlandırmayı hedefleyen Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etmek suçu, halkı; sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik edilmesini cezalandırmaktadır.
Madde 216-(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Gerek Anayasa Mahkemesi gerekse AİHM kararlarında ifade özgürlüğünün, toplumun ilerlemesi ve yararı için zorunluluğuna sıklıkla değinilmektedir. Demokratik bir toplum için vazgeçilmez bir hak olan ifade özgürlüğünün esas, sınırlamanın/cezalandırmanın ise istisna olması gerekmektedir. Bu kapsamda Yargıtay’ın “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçunun tespitine ilişkin ayrıntılı değerlendirmesi şu şekildedir:
i. Objektif ve tarafsızlıktan uzak, incitici, saygınlığı zedeleyici, rahatsız edici fakat şiddet içermeyen ve şiddet kışkırtıcılığı bulunmayan, yakın tehlikeye neden olmayan beyanlar bu suçun konusunu oluşturmamaktadır.
ii. Gerçekleşen fiilin dış dünyada meydana getirdiği etki ve tepki gözetilmeli, açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması hâlinde fiil suç sayılmalıdır. Kanunun gerekçesinde açıkça belirtildiği gibi buradaki tehlike somut tehlikedir. Suçun oluşması için kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak ortaya çıkması gerekir. Tehlikenin soyut olmayıp somut ve yakın tehlike olduğu, kitlelerdeki etkileşim ve hareketler izlenerek değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
iii. Suçu oluşturan fiil -soyut saygısızlık ve reddin ötesinde- halkın bir kesimine karşı düşmanca tavır gösterilmesine yol açmaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye elverişli olmalıdır. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir ret veya saygısızlık ifade eden bir davranışta bulunma ya da bu yönde sözler sarf etme suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir.
iv. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin var olması gerekir. Diğer bir tabirle etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi bulunmalıdır. Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır.
v. Kin ve düşmanlık; husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zeminini oluşturan psikolojik bir hâl olarak açıklanabilir. Kin ve düşmanlık ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece şiddet içeren ya da şiddet tavsiye eden tahrikler madde kapsamında değerlendirilebilecektir.
vi. Suçun konusunu oluşturan kışkırtmanın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılıklarından en az birine dayanılarak ve bu kesimleri karşı karşıya getirmek amacıyla gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
vii. Yasal sınırlılıkla belirlenen farklılıkları tahrike yönelmeyen, şiddet çağrısı ve nefret söylemi içermeyen, somut ve yakın tehlike düzeyine de ulaşmamış kışkırtmaların suça konu edilmesi suçun kanuniliği ilkesiyle bağdaşmaz.(5)
Yargıtayın yukarıda yer verilen değerlendirmeleri de göz önünde bulundurulduğunda halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunun oluşması için ifadenin kamu güvenliği için açık ve yakın bir tehlike ortaya çıkarması gerekmektedir. İfadenin bazı kamu görevlilerini, siyasileri ya da belirli bir kesimi rahatsız etmesi suçun oluşması için yeterli değildir. Ancak son yıllarda bu suç tipine ilişkin yapılan adli işlemler sıklıkla gündeme gelmektedir. Eleştiri sınırında kalan ifadeleri içerir sosyal medya paylaşımlarının dahi adli işlemlere konu edilmesi, yurttaşların ve gazetecilerin düşüncelerini ifade etmeleri konusunda çekince ve korku oluşturacak, dolayısıyla ifade özgürlüğünü tamamen ortadan kaldıracaktır.
KAYNAKLAR
- Yayla, A. (2009). İfade Hürriyeti Nedir, Niçin Gereklidir? Liberal Düşünce Dergisi, (50), 159-175
- YCGK, 03.11.2009 tarih ve 2009/9-190 E. – 2009/253 K.
- Yargıtay 4. CD. 25/01/2021 tarih ve 2020/6373 E. – 2021/2045 K.
- Yargıtay 8. CD. 04.10.2021 tarih ve 2020/4124 E. – 2021/18490 K.
- Yargıtay 18.CD. 08/01/2019 tarih ve 2018/3616 E. – 2019/598 K., Anayasa Mahkemesi (Hakan Aygün, B. No: 2020/13412, 12/1/2021, § …)
Fotoğraf: Markus Winkler