[voiserPlayer]
“Geçen sene 70 liraya aldığım kitap 100 lira olmuş, 120 lira olmuş. Öğrenciyim ama cebimde bu kadar (elindeki bozuk parayı gösterir) 4 lira param var. Minibüs için para taşıyorum yanımda başka bir şey değil. Dolar 11 liraya düşmüş deniyor ama fiyatlar hala aynı. Bir dershaneye gitmek istiyorum abla ama pahalı, her şey pahalı. İki sene önce yediğim tost iki liraydı şu an yediğim tost yedi lira. Okulda artık yemek yiyemiyorum ben… Haftada sadece bir kez dışarıdan yemek yiyebiliyorum, evim uzak diye o da. Çok hafif atıştırıyorum, evden getirdiğim elmayla birazcık idare edebiliyorum… Abla kesinlikle her şeyin daha ucuz olduğu yani test kitaplarının, ekmeğin, suyun daha ucuz olduğu bir ülkede yaşamak isterim. Artık insanlar sadece karnını doyurmaya bakıyor, yani başka yaptıkları bir şey yok.”
Bu röportajı belki de çoğumuz izlemiştir. Yol TV’nin yaptığı sokak röportajlarının birinde Ümraniye’de bir 7. sınıf öğrencisinin kendisine sorulmadan dayanamayıp röportaja dahil olduğu ve izleyenlerin canını bolca sıktığı bir konuşma. Konuşmanın can sıkıcılığı bir yana son zamanlarda bu sokak röportajlarına dahil olma yaşı da gittikçe düşüyor. Yaş düşüyor ama katılım gösterenlerin ortak derdi olan yaşam pahalılığı her geçen gün daha da artıyor. Yaşam pahalılığının bu isyan halindeki gençleri ya da çocukları getirdiği nokta ise tam da bu röportajda ifade edilen okulda yeterli beslenemeden eğitim alma zorluğu. Bu yeterli beslenememe halinin bizim geleceğimize dair negatif etkilerini yazacağım. Ama hikayeyi son zamanlarda Çin üzerine okuduğum bir kitap üzerinden anlatmak istiyorum. Çünkü ortaya çıkan sorunlar orada araştırıldığı ve bizde yeterince araştırılmadığı için bizi de fazlasıyla ilgilendiren bu sorunu Çin üzerinden daha açık hale getirip Türkiye kısmına döneceğim.
The Economist dergisinin 2021 yılının en iyi kitapları listesinde gösterdiği kitaplardan birisi Scott Rozelle ve Natalie Hell’in yazdığı Invisible China: How the Urban-Rural Divide Threatens China’s Rise kitabıydı. Kitabı yeni ekonomik modelimizi daha iyi anlamak için okumaya başlamıştım ama kitabı bitirene kadar yeni ekonomik modelimiz kısmen askıya alınsa da Çin’in geleceğe dair görünmeyen mevzu-bahis sorunlarının mevcut durumda bizim için de oldukça önemli olduğunu gözlemliyorum. Kitap, kırsal ve kentli Çinliler arasındaki farkı anlatırken kırsalın yoksulluk kaynaklı yaşadığı mevcut dezavantajlara ve bunun getireceği sorunlara vurgu yapıyor. Özellikle de yoksulluğun beraberinde getirdiği beslenme sorunu ve onun etkilerini inceliyor. Önce kırsal ile kent arasındaki farkı anlamaya çalışıp sonra bu farkın sonucunda ortaya çıkan problemleri inceleyelim.
Çin’de kırsal ile kent arasında diğer ülkelere benzemeyen bir farklılaşma bulunmakta. Bunun nedeni Çin’in hukou adı verilen toplumu kontrol etme amaçlı bir hanehalkı kayıt sistemi uygulaması. Bu hukou sistemine göre tüm Çinliler doğumdan itibaren iki kategoriye ayrılmakta: kentli ve kırsal insanlar. Kırsalda doğanlar kırsalda, kentte doğanlar kentte yaşamak durumunda. Kırsaldaki çocuklar da yine kırsaldaki okullara, şehirli çocuklar ise şehirdeki okullara gidebiliyor. Kırsal aileler şehre göç etseler bile şehirdeki kamu okullarına kayıt ettirilmesine izin verilmiyor. Bu nedenle de birçok aile ya çocuklarını kırsalda diğer akrabalarının yanında bırakmak zorunda kalıyor ya da oldukça kötü eğitim veren göçmen çocukları için kurulmuş özel okullara gönderiyorlar. Üstelik kırsaldaki aileler özel okul ücreti ödeyecek kadar kazanca sahip değil ve kamu okulları oldukça yetersiz. Çin kamu okullarına çok uzun süredir yeterli yatırım yapmadığı için kırsaldaki okullar oldukça geri durumda (1). Hukou sistemi sadece kimin nerede yaşayacağını değil, kimin nerde çalışacağını ve hangi sosyal haklara sahip olacağını da belirleyen bir sistem (2). Kentli nüfus toplam nüfusun %36’sını oluştururken kırsal nüfus %64’ünü oluşturmakta. Her ne kadar ülkede tek çocuk politikası uygulanmış olsa da kentli ailelerde tek çocuk varken kırsalda yaşayan aileler genellikle birden fazla çocuk yapmakta. Bu nedenle de çocuk konsantrasyonu kırsal aileler tarafında. Çinli çocukların yaklaşık %70 civarı hukou sistemine göre kırsal nüfusta yer alıyor. Bu da demektir ki Çin’in gelecekteki işgücü çoğunlukla kırsal bölgelerden karşılanacak. Kırsaldaki mevcut bu durum ülkenin geleceğini şekillendirmesi açısından oldukça önemli. Şekillendireceği için de çocukların mevcut sağlık durumu ve aldıkları eğitim de oldukça önemli bir hal alıyor. O nedenle yazarlar Rozelle ve Hell oldukça kritik olan bu sağlık durumu ve onun eğitime olan etkilerine yoğunlaşıyorlar.
Rozelle ve Hell yaptıkları çalışmada kırsal ile kentli çocuklar arasında öncelikle büyük bir eğitim farkı buluyorlar ki bu son derece normal. Farklılık nedenlerinin başında bazı en temel ihtiyaçların kırsalda karşılanamaması çıkıyor ki bu kısmı oldukça kritik. Kırsaldaki çocukların neredeyse yarısı yetersiz beslenmeyle karşı karşıya. Daha da kötüsü yeni yürümeye başlama dönemindeki çocukların yarıdan fazlası gelişimsel olarak öyle geç kalmış durumda ki 90 IQ’yu hiçbir zaman geçemeyecek düzeyde. Bunun altında yatan neden ise demir eksiği kaynaklı anemi problemi. Bu bulgu çok iddialı geldiğinden biraz araştırdığımda IQ seviyesinin gerçekten de anemi ile oldukça yakın ilintili olduğunu gördüm. Demir eksikliği kaynaklı anemi beyin de dahil olmak üzere vücudun temel organlarına oksijen taşıma yeteneğini engelleyen ciddi anlamda fiziksel ve bilişsel (kognitif) etkilere sahip. Bunun sonucunda da yorgunluğa ve uzun dönemli bilişsel problemlere yol açıyor. Bu sağlık sorunu ise genellikle yetersiz beslenmeden kaynaklı ortaya çıkıyor. Yani yoksulluğun getirdiği beslenme sorunu yoksul aile çocuklarını anemi üzerinden vuruyor. Dünyada yapılan diğer araştırmalara göre demir eksikliği kaynaklı anemi problemi yaşayan çocuklar bu problemi yaşamayan diğer çocuklara göre daha kötü ders notlarına, daha düşük derslere katılım ve de daha yüksek okulu bırakma oranına sahip.
Rozelle ve Hell’in çalışmalarında buldukları bir diğer sonuç ise Güney Çin tarafındaki çocukların %40’ı enerjilerini tüketen bağırsak parazitlerine maruz kalmakta. Yapılan başka bir çalışmaya göre de yine kırsaldaki her on çocuktan dördü parazit olarak yaşayan bağırsak solucanlarından etkilenmekte. Bu bağırsak solucanları insanların sahip olduğu değerli besinleri çalarken yetersiz beslenmeye, iştahsızlığa, mide bulantısına ve baş dönmesine neden oluyor. Ayrıca yine fiziksel ve bilişsel gelişimi de olumsuz etkiliyor. Yine yapılan araştırma sonuçlarına göre parazitlerden etkilenen çocuklar diğer çocuklara göre daha kötü ders notlarına, hafıza ve zeka testlerinde daha düşük skorlara ve daha düşük eğitime katılım oranına sahipler. Rozelle ve Hell’in üçüncü önemli bulgusu ise çocuklarda yaşanan görme problemi ve bunun teşhisinin eksikliği. Kırsaldaki 4-8. sınıf arasındaki öğrencilerin %30’dan fazlası görme problemi yaşadığı halde gözlük kullanmamakta. Görme problemlerini teşhis edecek ve buna karşı gözlük önlemini önerecek bir mekanizma yok. Yoksul ailelerin de bu problemi takip edecek bilgi birikimi ve bu yönde bir harcamaları yok. Bu önemli bulgularla görülmektedir ki beslenme problemi yaşayan kırsaldaki öğrencilerin çoğu aslında hasta; demir eksikliği kaynaklı anemi problemi yaşıyorlar, yorgunlar ve karınlarında parazitlerle yaşıyorlar ve görme problemi yaşayan ihmal edilemeyecek düzeyde öğrenci bulunmakta. Bu sorunlar da eğitime konsantre olmalarını engellerken öğretmenlerini anlamada da geriye itmekte. Bütün bu problemler çözümü olmayan bir alanda gerçekleşmiyor. Yeterli beslenmeyle giderilecek sorunlar yoksulluk nedeniyle, ailelerce sağlık ikinci plana atıldığı için problem oluyor. Ya da atılmak zorunda kaldığı için demek daha doğru olur. Ailelerin mevcut yoksullukta kendilerinin ve çocuklarının beslenmesinde kısıtlamalara gitmesi kaçınılmaz oluyor. İkinci plana atılmak zorunda kalındığında ise bu problemi yaşayan öğrencilerin ne diğer öğrencileri eğitim anlamında yakalama imkanı kalıyor ne de temel eğitim alabilmiş oluyor. Kırsaldaki bu sorunlar Çin’in geleceği için son derece önemli sorunlar. Bu durumun gelecekteki önemine aşağıda değineceğim.
Peki ya Türkiye?
Fazla Çin üzerinden anlatınca sorun Çin’e özgüymüş gibi görülebilir belki ama hayır sorun sadece Çin sorunu değil. Kitapta aslında bunun orta gelir grubundaki ülkeler için bir sorun olduğundan da bahsediyor. Ve bu sorunu yaşayan ülkeler arasında Türkiye’yi de gösteriyor. Okul öncesi çağdaki çocuklarda anemi oranı Meksika’da %30, Tayland’da %25 iken Türkiye’de %33. Karşılaştırabilmek için gelişmiş bir ülke olan ABD’ye bakıldığında anemi sadece %3 oranında görülmekte. Bu açıdan bakınca aslında gelişmiş ülkelerle bizler arasında devasa bir fark bulunmakta.
Diğer bir sorun olan görme bozukluğuna rağmen gözlük kullanılmaması da yine Çin’e özgü bir sorun değil, Türkiye gibi yine orta gelirdeki ülkelerde görülen bir sorun. Örneğin Şili’de yapılan bir araştırmaya göre gözlük ihtiyacı olan çocukların sadece %25’i gözlüğe sahip durumdaymış. Bağırsak parazitleri de yine orta gelir grubu ülkelerinde de sıklıkla görülmekle birlikte en çok yoksul ülkelerde görülmekte.
Rozelle ve Hell orta gelir grubundaki bu oldukça önemli sağlık sorunlarını incelerken bu ülkelerde yaşanan gelir eşitsizliği, sosyal güvenlik kurumlarının yetersizliği ve bu ülkelerde çoğunluğun açıkça görünmeyen bu problemlerin yarattığı büyük sorunlara dair yeterince bilgilerinin olmamasını da sorunları tetikleyen önemli faktörler olarak açıklıyor. Muhtemelen bu nedenler bizim için de geçerlidir. İyi Partinin ekonomi kurmaylarından Ümit Özlale bu derin konulara önem veren ve araştırmalar yapan biri olarak şöyle demiş konu hakkında (4):
“…çocuklarımızın önemli kısmı devlet okullarında. TÜİK istatistiklerine göre bu çocuklarımızın 3’te 1’i aç. Yeterli beslenemiyor. Bu çocuk iyi beslenmezse kansızlık oluyor. Biz bodurluk yaşayan çocuklar görmeye başladık. Beyoğlu’nun arka taraflarına gittiğiniz zaman korkunç şeylerle karşılaşıyorsunuz. Bu çocukların yeterli beslenememesinden dolayı sağlıkları bozuluyor. Okulda da başarılı olamıyorlar. Biz bütün bunlardan yola çıkarak çocuklarımıza fırsat eşitliğini en azından dengeli beslenmeyle verebiliriz. Kahvaltı ve öğle yemeklerini devlet okullarında okuyan çocuklara bedava sağlayalım dedik. Biz ailelere dolaylı yoldan nakit desteği de sağlıyoruz. Böylece 1,9 milyon kişiyi yoksulluktan da kurtarabiliyoruz. Çocuklarımız daha başarılı ve sağlıklı oluyorlar. Bugün yoksullukla mücadele etmezsek olumsuz sonuçlarını 10 sene sonra görürüz ve düzeltmek çok kolay olmaz.”
Bütün bunlar olurken ve ekonomik krizin büyümesiyle eşitsizlik hızla artarken çocukların/öğrencilerin yaşadığı sıkıntılar Ümit Özlale’nin dediği gibi kaçınılmaz şekilde ülkenin yarınlarını tehlikeye atıyor. İçinden geçtiğimiz yoksullaşma süreci öğrencileri aç halde eğitimlerine konsantre olmalarını ve konsantre olsalar bile ders çıkışında yoksulluğun getirdiği diğer sorunları bir kenara bırakmalarını gerektiriyor. Ve sokak röportajlarından görüyoruz ki küçük küçük öğrenciler geçim derdine bu yaşta düşmüş durumdalar. Bu da öğrenme zorluğunun ötesinde okulu bırakma sorununu da beraberinde getiriyor. Okulu bırakıp çalışmaya başlayan çocuklar için kapsamlı çalışma bulmak zor ama derin yoksullaşmayla ilgili analizlerini ve gözlemlerini yakından takip etmeye çalıştığım Hacer Foggo’ya göre çocuklar çocuk halleriyle artık çalışma hayatına girmeye çalışıyor. Temmuz- Eylül 2020 dönemi için 104 aile üzerinden kendi yaptıkları araştırmalara göre çocukların %6’sı ev geçindirme pozisyonuna geçmiş durumda (5). Çocukların bile ev geçindirme derdine düştüğü durumda daha yukarıdaki yaşlarda durum muhtemelen daha kötü durumdadır. Gelirin gittikçe daha da fazla asgari ücrete yakınsadığı yerde okulları ve üniversiteleri artık zaman kaybı olarak görmek ilerisi için yine önümüzdeki bir diğer tehlike. Yeterince gündeme gelmeyen bu beslenme sorunu ve eğitime dair etkilerini konuşmadıkça bu görünmeyen sorunla geleceği karşılıyoruz.
Geleceğin Korkutuculuğu
Elbette ne Türkiye’de ne de Çin’de beslenme sorunları yeni. Çinli ve Türkiyeli aileler daha önce de refah içerisinde yaşamıyordu. Ya da bizde öğrencilerin beslenme sorunu ilk kez sorun olmadı fakat sorunun bugün ve gelecek için daha büyük problem olması işin yeni olan kısmı. Burada en azından Türkiye açısından dört önemli noktayı vurgulamakta fayda var, üçüncüsü ve dördüncüsü Çin ve diğer ülkeler için de önemli sorun. Birincisi, mevcut yoksul kesimin yanına yeni yoksulların eklenmesiyle beslenme sorunu yaşayan ailelerin ve çocukların sayısının bu dönemde daha da artması söz konusu. Artık çok daha fazla aile yoksullukla mücadele ediyor. Yine derin yoksulluk ağından Selen Yüksel’in deneyimlerine göre yoksulluk sınırının 10 Bin TL’yi aştığı bu dönemde işini kaybetmiş, herhangi bir ekonomik güvencesi olmayan yoksulluğa düşmüş yeni kişiler var ve bu yeni insanlar daha önce yoksulluğa düşmedikleri için yoksullukla mücadelede yalnız kalıyorlar, ne yapacaklarını bilmiyorlar (6). Bu insanların çocukların beslenme problemine karşı çözüm üretme ve gelecekte yaşanacak sorunlara dair deneyimleri yok.
İkincisi, yüksek enflasyon ve gıda fiyatlarıyla en temel besinlere ulaşamamak açısından beslenme problemi artık çok daha büyük bir sorun. Üzerimize çığ gibi gelen bir yoksullaşma ile karşı karşıyayız. Gelir kaybı kaynaklı alım gücünün düşmesi bir yana, gıda fiyatlarındaki artış TÜİK’e göre sadece 2021 Aralık ayı için bile %15,99. Son bir yıl içerisinde Türkiye’de gıda fiyatlarındaki artış ise %43,8, yani %36,08 olan resmi ve genel enflasyonun bile üzerinde. Dünyada gıda fiyatları artışı açısından bizden daha kötü durumda olan sadece beş ülke bulunmakta: Venezuela, Lübnan, Surinam, Zimbabve ve Arjantin (3). En temel gıda olarak bakabileceğimiz peynir, et ve süt gibi ürünlerin fiyatı neredeyse her hafta artarken çiftçinin üretim maliyetlerini karşılayamaz hale gelmesi geleceğe dair endişeleri daha da artırıyor. 70 TL’yi bulan peynir, 120 TL’yi bulan et ya da litresi 12 TL’yi bulan süt fiyatlarıyla Türkiye’de ailelerin önemli bir çoğunluğunun okul öncesi ve okul çağındaki çocuklarını yeterli düzeyde beslemeleri mümkün değil. Besledikleri gıdaların besin katkısı da oldukça şüpheli zaten. Enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir dönemde temel gıdaların besin kalitesi düşecek şekilde satıldığını az çok tahmin edebiliyoruz. Yazının en başında geçen ve artık 7 TL olan tostun yeterince besleyiciliği olduğunu herhalde düşünmüyoruz ki zaten o bile ulaşılmaz olmuş. Aileler diğer giderlerini de karşılamak için mecburen beslenme miktarından da kalitesinden de feragat etmek durumunda kalıyor. Çünkü yoksul ailelerin bütçelerinde kira ve faturalara ayrılan pay oldukça arttı. İnsanların karda kışta ekmek kuyruğuna girdiği bir döneme yakın zamanda şahitlik etmemiş bir ülke olarak diğer en temel besinlere ulaşamamak eskiye göre çok daha büyük bir beslenme problemi yaratıyor. Bu da eğitim alan daha fazla öğrencinin beslenme sorunu yaşaması kaynaklı daha büyük bir eğitim sorununun yaşanmasına yol açıyor.
Yukarıdaki ilk iki sorun birleşerek aslında üçüncü bir sorunu daha büyütüyor ki o da gelecekteki mesleklerin bugünkünden çok daha fazla nitelik gerektiren bir dünyada geleceğe daha büyük bir beslenme ve eğitim sorunlarıyla hazırlanıyor oluşumuz. Dünyanın gittiği yöne baktığımızda düşük gelir ve düşük kalifiye işlerle refah artırmak gittikçe zorlaşıyor. Düşük katma değer gerektiren iş sayısı azalırken, bu azalan işler için pastada bizle rekabet edecek ülke sayısı da artıyor. Çin bile mevcut durumda düşük katma değer ve ucuz işçilik gerektiren işleri otomasyona ve diğer ülkelere kaptırıyor. O nedenle üretim yapısında dönüşüm yapmadığımız sürece istihdam sorunu ve onun getireceği sosyal sıkıntılar artacak. Bulunduğumuz gelir grubundan yüksek gelir grubuna geçmek için daha karmaşık, dinamik ve rutin olmayan işlere talip olacak şekilde işgücü yetiştirmek gerekiyor. Bu işgücünü yetiştirmeye talip olacak ülkenin çocukları okula giderken aç gidiyor ise siz daha yolun en başında o işlere talip olamadan elenmiş oluyorsunuz zaten.
Dördüncü ve son olarak ise gerek Türkiye’de gerekse dünyada eşitsizlik hiçbir zaman bu kadar yüksek düzeyde olmamıştı. Gelirdeki bu eşitsizlik eğitimde fırsat eşitsizliğini daha da artırarak öğrencilerin rekabet etmesini engellerken gelecekte çok daha büyük bir eşitsizliğin de taşlarını döşüyor ve haliyle de daha büyük sosyal problemlerin olasılığını artırıyor. Sonuç olarak içinden geçtiğimiz bu derin yoksullaşma ve öğrencilerin yaşadığı beslenme sorunu sadece bugünümüzü değil eğitim üzerinden geleceğimizi de kaybetmemizin yolunu açıyor. Zaman yine Türkiye’nin aleyhine işliyor.
Referans ve Notlar
1) Pisa sınavlarında gelen başarılar ise %30’luk elit bir grubun başarısı, kırsalın değil. Bu elit grubun çocuklarının aldığı eğitim ise oldukça üst düzey durumda ve hatta dünyayla yarışacak düzeyde.
2) Hukou sistemi kentli ve kırsalı ayırsa da yine de daha iyi ücret ve yaşam şartları için kırsaldan kente göç eden bir göçmen grubu bulunmakta. Son otuz yıllık dönemde kırsaldan kente 350 milyondan fazla insanın göç ettiği ve bu nedenle tarihin en büyük insan göçü olduğu kabul edilmektedir. Fakat şehirde sağlık hizmeti gibi çok temel hizmetlerden faydalanamamaktalar.
3) https://tradingeconomics.com/country-list/food-inflation
4) https://t24.com.tr/haber/canli-iyi-parti-nin-ekonomi-politikalari,984148
5)https://www.evrensel.net/haber/446478/hacer-foggo-mamalara-alarm-takilmasi-bu-donemin-fotografi
Fotoğraf: Ben Wicks