[voiserPlayer]
1988 yılında Yeni Zelanda Merkez Bankası’nın başına Don Brash isimli eski bir Dünya Bankası çalışanı ve kivi üreticisi geçer. Tarımın içinden gelmiş bu ismin yine bir zamanlar tarım işleriyle uğraşan bir de amcası vardır. Merkez Bankası’nın başına geldiğinde ilk aklına gelen olaylardan birisi amcasının düştüğü ekonomik durumdur. Aklına geldi diyorum ama aslında aklından hiç çıkmayan bir durum. Yıllar önce amcası elma bahçelerini sattıktan sonra parayı emekliliği için uzun vadeli devlet tahviline yatırmıştır. Fakat o para zamanla enflasyon karşısında sürekli değer kaybeder ve amcasının emeklilik hayalleri için tuttuğu paranın %90’ı eriyip gider.
Don Brash amcasının düştüğü bu durumdan oldukça etkilenmiştir. İnsanların uzun yıllar içerisinde biriktirdiği emeğinin enflasyonla elinden adeta alınmasını önlemeyi kendisine öncelikli hedef haline getirir. Brash bu doğrultuda yapılması gerekenin hedeflenen bir enflasyona göre faiz oranlarının belirlenmesi ve enflasyon hedefinin tutturulması olduğunu düşünür. Brash böylece bugün finansal piyasalarda pek adı geçmeyen Yeni Zelanda’nın enflasyon hedeflemesine geçen ilk ülke olarak dünyada birçok ülkeye örnek olmasını sağlar. İlk olma başarısını gösteren Don Brash amcasının oldukça etkilendiği enflasyon karşısında kazançlarını kaybetme hikayesini de yaptığı konuşmalarda sıklıkla anlatır.
Don Brash’ın amcasının yaşadığı hikayenin benzerlerini milyonlarca insan bugünlerde Türkiye’de yaşıyor. Kur korumalı mevduat ilan edilmeden birkaç gün önce yakın bir akrabam ile telefonda konuştuğumuzda elinde bir miktar birikmiş parası olduğunu ve bu parayı ne yapacağını bilemediğini anlatmıştı. Muhafazakar olduğu için parasını faize yatırmak istemiyordu. Dolar da almak istemiyordu çünkü ülkesine zarar vereceğini düşünüyordu, böyle bir şeyi yapmak birçok Anadolu insanı için rahatsız edici bir yatırımdır. Borsadan ise korkuyordu çünkü Türkiye borsasının kumar yeri olarak görülmesine yol açan geçmiş kötü hikayeleri vardı. Miktar ev almaya yetecek kadar da büyük bir miktar değildi, ev de alamazdı. O nedenle ne yapacağını bilemediğini, çaresizce parayı tuttuğunu ve birikimlerinin hızla eridiğini anlattı. Üstelik henüz daha da büyük erimelerin görüleceği 2022 ayları gelmemişti. Merkez Bankası işini yapmadığı zaman bu şekilde milyonlarca hikaye oluşuyor. Milyonlarca insanın emeklerini gün be gün hiç eden bir sorun. Ya emeklerimiz hızla tüketmezsek günden güne eriyecek ya da kendi başımıza tasarruflarımızı korumanın bir yolunu bulacağız. Fakat enflasyona neden olanlar, tasarruflarımızı korumamız konusunda da bize olabildiğince engel çıkarıyor. Burayı biraz irdeleyelim.
Toplumun en yoksul kesimi tasarruf yapmak bir yana günü kurtarma derdinde. Onların derdi çok daha büyük ama bu yazının konusu tasarruflar. Tasarruf yapma fırsatı olanlar zamanının ihmal edilemeyecek kadar büyük bir kısmını bu tasarruflarını korumaya çalışmakla harcıyor. Seçeneklerden birisi mevduat ama ülkeyi yönetenler faiz-enflasyon ilişkisini ters yüz ettiler ve yönettiği ülkenin vatandaşlarına enflasyonun altında mevduat getirisi sunarak bile isteye alım gücünün düşmesi için çalıştılar. Mevcut resmi enflasyonun %70 iken son yıllarda (tutmasa bile) en iyimser tahminlerin gerçekleştiği Merkez Bankası anketlerinde bile enflasyon beklentisi gelecek yıl için %33 ve bankaya gittiğinizde size %20 civarında mevduat faizi teklifi sunuluyor. Venezuelalılar “parana değer kaybettirmenin en hızlı yolu mevduatta tutmak” derler, bu durum bizim için de geçerli. Kur korumalı mevduat da teorik olarak bu beklentiyle oluşturulmuş bir uygulama ve bu uygulamanın tutması için belirli noktalarda dövize müdahale ediliyor. Dolayısıyla insanlar ne dövizle ne de mevduatla kendilerini koruyamasın isteniyor. Tasarrufların buralarda değerlendirilmesine iktidarın kasten müdahalede bulunmasıyla genel olarak yatırım araçlarından geriye kalan ise borsa ve fiziki varlıklar oluyor.
Borsa herkesin girebileceği bir yatırım aracı değil. Sabit getirisi olmayan bu piyasada çok seçici olmadığınız durumda değil enflasyon karşısında tasarrufunuzu korumak, mevcut miktardan geriye düşmeniz bile oldukça mümkün. Çoğu insan yeterince bilgisi ve bu alanda okuryazarlığı olmadığı için doğal olarak bu kadar seçici de olamıyor. Sosyal medya ve formlarda tasarruflarını borsaya yatırmış bir yatırımcı tipiyle çok fazla karşılaşıyorum ve şöyle diyorlar: “Bu ülkeye güvenip paramızı faize, dolara yatırmadık, bu ülkenin değerlerine yatırdık fakat borsada da para kazanamıyoruz. Bizim suçumuz size güvenmek mi?” Paranın ve hayallerin hızla değer kaybettiği yerde yatırımcıların bir kısmı daha fazla risk almayı tercih edebiliyor ve daha riskli alım satım işlemlerine giriyor ve kaybediyor.
Aracı kurumları takip etmek isterseniz onlar da riske girmeden çok az sayıda firma hakkında rapor ve hedef tahmin yayınlıyor. Az sayıda firmanın bir kısmı da zaten sürekli regüle edilen bankacılık sektöründe faaliyet gösteriyor. Bitmek bilmeyen regülasyonlar bankaları borsa tarafında pimi çekilmiş bomba gibi kuruluşlara dönüştürüyor. Hedef tahminler tutsa bile büyük çoğunluğu size hala enflasyon altında getiri vadediyor. Hatta aracı kurumların birçoğu yıllık %30-40 getiri potansiyeli gördükleri hisse senetleri için al tavsiyesi geçiyorlar. Raporu okuyorsunuz ve rapor dolaylı şekilde “şu şu nedenlerle hissede %40 artış bekliyoruz ve (resmi) enflasyonun %70 olduğu ülkede bu hisseyi bu potansiyelle alın” diyor. Herhalde en azından alım gücünüz daha az düşer mantığıyla yaklaşıyorlar. Çaresizliğimiz bu noktada.
Parası olan için en garanti yatırım seçeneği ise konut yatırımı gözüküyor. Konut diyorum ama aslında fiziki varlıklar olarak değerlendirmek daha doğru olur bence. Enflasyonun yüksek seyrettiği ülkelerde insanlar kendilerini korumak için en çok fiziki varlıklara kendini atıyor. Ral Gallegos, Crude Nation: How Oil Riches Ruined Venezuela adlı kitabında bir yabancı olarak gittiği Venezuela’da gözüne çarpan bir anomaliyi anlatır. Venezuela’da araba almaya kalktığında ikinci el araçların ABD’deki sıfır araçlardan çok daha pahalı olduğunu görür. Hatta 2005 yılında aldığı Ford Fiesta aracı 2009 yılında sattığında harcadığı dolar miktarını da geri alacaktır. Çünkü araba Venezuela’da insanların yüksek enflasyona karşı kendini korumaya çalıştığı bir yatırım aracına dönüşmüştür.
Kazancı dolar olduğu için kendisinin ev kirası da her ay daha da uygun hale gelir. “Ev sahibi ile sürekli kontrat yenilemek zorunda kalıyorduk ama her seferinde kira benim için daha da ucuzluyordu, bol bol tasarruf ediyordum” diyerek anlatıyor durumu. Bir parantez açarsak, bugünlerde yabancıların Türkiye’ye yerleşme ilgisine buradan bakmakta da fayda var sanırım. Parası TL kadar değer kaybetmeyen bir ülkeden Türkiye’ye geldiğinizde kiranız sürekli ucuzluyor. Bizim kendimizle dalga geçmek için kullandığımız “vatandaşı olmasan güzel ülke aslında” ifadesi yabancılar için “vatandaşlığına geçersen güzel ülke aslında” ifadesine dönüşmüş durumda. O nedenle araba gibi ev de kendini korumak için oldukça iyi bir yatırıma dönüşüyor. Bugün yabancıların ev almak için tercih ettiği Başakşehir’de yabancılar sadece ev almıyor, birçok yabancı da ev kiralamaya çalışıyor.
Aklımıza ilk olarak konut sonrasında araba geliyor ama fiziksel varlıklar bunlardan ibaret değil. Adam Fergusson When Money Dies adlı kitabında Weimar Almanyasında yaşanan hiperenflasyonu anlatırken bana çok çarpıcı gelen bir piyano anekdotundan bahseder. İnsanlar enflasyondan korunmak için fiziksel varlıklar satın alırken bazı insanların çaresizlikle çalmasını bilmedikleri piyanoyu bile satın aldığını anlatır. İnsanlar piyano aldıklarında onu çalmak için almıyor, az bir miktar parasının değerini korumak için alıyor. Yakın dönemde çıkan Steve Forbes’ın Inflation adlı kitabında okuduğuma göre eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa vatandaşları ise tuğla stoklarmış. Tuğlalar işlevini yitirmediği sürece gelecekte bir dönem kullanılabilir düşüncesiyle insanlar tuğla alırmış. Kim bilir belki bizde de insanlar bir yerlerde Dolap ve Sahibinden gibi uygulamalarda satmak için fiziki varlıklar satın alarak kendilerini korumaya çalışıyordur ya da çalışacaktır? O nedenle fiziksel varlıklara doğru yönelim bize özgü olmayan, dünyada da defalarca yaşanmış bir durum. Bizde şimdilik daha çok konut ve otomotiv üzerinden dönmekte, o nedenle herkesin ulaşabildiği bir koruma aracı değil. Oldukça sınırlı sayıda insanın ulaşabildiği bir yatırım aracı haline dönüşmüş durumda. Orada da toplumun çok büyük bir çoğunluğunun parasını değerlendirmesi mümkün değil.
Paramızı korumak için yatırım aracı kalmadığında geriye kalan mecburen insanların birikmiş emeklerinin eriyişini göz göre göre izlemesi ya da tasarruf etmeden tüketmesi oluyor. Tıpkı Moody’s Analytics Ekonomisti Lina Barokas’un Dünya Gazetesi’ne verdiği demeçte “Türkiye’de tasarruf etmek mantıklı bir seçenek değil” (1) diyerek gerçeği yüzümüze çarptığı gibi. Halbuki çok büyük tasarruf açığı yaşayan ve bu açığı dışarıdan borçlanarak kapatan bir ülkede özendirilmesi gereken şey tüketmek değil, tasarruf etmek olmalı ama yönetenler tam tersini özendiriyor. Ak Parti hükümeti yıllarca tasarrufların ülkede yetersiz olduğunu buna karşın önlemler aldıklarını ve almaya devam edeceklerini anlattıktan sonra vatandaşları getirdiği nokta anlık tüketime yönlendirmek oldu. Oysa ki Merkez Bankası’nın bir çalışmasında tasarrufların önemi şu şekilde anlatılıyor (2):
“Bireysel tasarruflar kişilerin bütçe yönetimi, finansal güvencelerinin sağlanması, yaşam boyu refahlarını en yüksek seviyeye yükseltebilmeleri ve yaşam standartlarını koruyabilmeleri açısından önem taşırken; bir ülke için ulusal tasarruflar, yeni yatırımlar için gerekli kaynağı sağlayarak ekonominin büyüme potansiyelini artırmakta ve ülkenin hedeflenen refah düzeyine erişmesine katkı sağlamaktadır. Buna ilaveten, ulusal tasarruflar dış finansman bağımlılığının azaltılmasına ve ekonomik istikrarın sağlanmasına destek olmaktadır.”
Özet olarak baktığımızda böylesi yüksek enflasyon döneminde milyonlarca insan için tasarruflarının değerini korumak oldukça zor ve emeklerinin karşılığı hızla eriyor. Don Brash gibi ülkesinin insanlarının yaşadığı soruna kayıtsız kalmadan, onların enflasyon sorununa çözüm üretmeye çalışan Merkez Bankası başkanları da var, Don Brash dönemiyle başlayan enflasyon hedeflemesini uyguladığını söyleyen ve bu yönde %5 enflasyon hedefi doğrultusunda göreve geldiğinde %15,64 olan enflasyonu bir sene gibi kısa bir sürede %70’e çıkartan Şahap Kavcıoğlu gibi Merkez Bankası başkanları da var. Biz buraya elbette bir senede gelmedik ama geçen yılın Eylül ayından itibaren Şahap Kavcıoğlu’nun başında bulunduğu Merkez Bankası’na dayatılan kararlarla çok başka bir hızla geldik. Göreve geldiği kısa sürede milyonlarca insanı tüketemez ya da tasarruf yapamaz hale getirdikten sonra eminim kendisi bundan hiç rahatsızlık da duymuyordur.
REFERANSLAR;
2) Bankası, TC Merkez. “Tasarruf-Yatırım Dinamikleri ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri.” (2015).
Fotoğraf: Maxim Hopman