
Doctor Sleep
Welcome to Overlook Hotel’s. Such a lovely place, such a lovely place, such a lovely face (burada Jack Nicholson’ın dili hafif dışarıda banyo kapısını çalarkenki suratını hatırlayın). Tarihin en ikonik korku filmlerinden birisinin devam filmi bu hafta vizyonda. Stephen King’in ölümsüz eserinden uyarlanan ilk filmin sonrasında geçen, fanlar tarafından o kadar ölümsüz olarak addedilmeyen eserinden uyarlanan bir film.

İlk film o kadar büyük ve uzun ve dolu ki izleyiciler iki kampa bölünmüş durumda. Bir tarafta filmi sıkıcı, durgun ve korkuyla alakasız bulmaktayken, diğer tarafta da görsel ustalıkla bezenmiş yavaş ve sakin bir şekilde gerilim ve korku unsurlarını oyuna sokan bir dahinin işi olduğunu düşünenler var. Bu ikisinin ortası genelde pek yoktur ama ben en azından 2. kampa dahil olduğumu itiraf etmeliyim. Stephen King ve fanları tarafından haksız yere eleştirilen (Stephen King önce kariyerinde yönetmenliğini yaptığı tek film olan inanılmaz kötü Maximum Overdrive’ın özeleştirisini versin) Shining dolu alt metni, etrafında yaratılan söylenceler ve kamera arkası detayları ile bir ustanın türe getirdiği yeni bir soluktur. Bir tablo titizliğinde oluşturulmuş dekor ve sade bir anlatımın harikulade bir birleşimdir. Yanlış anlama olmasın, bugün izleseniz yüksek ihtimalle 3-4 sahne hariç çok korkunç bulacağınızı sanmam ama korku filmi zaten tüm gösterim boyunca sizi olduğu yere çivilemekle mükellef değildir. Shining’in mükemmel şekilde başardığı şey tam olarak buydu zaten.
Gelelim Doctor Sleep adlı filmimize. Kesinlikle Stephen King’in anlatım diline sadık kalmış ama bir yandan da varolmasını sağlayan ilk filme sık sık saygı duruşunda bulunmayı ihmal etmemiş. Açılış sahnesinde başlayan bu saygı duruşu esas hikayenin anlatımında farklılaşan bir dille kesinlikle çelişmiyor. Hatta biraz özensiz kopya çeker gibi eklenmiş bu görüntüler ilk filmdeki halleri ile kafanızda kıyasladığınızdan dolayı azıcık filmin kalitesini düşürüyor gibi olsa da genel olarak değerlendirilince sınıfı yıldızlı pekiyi ile olmasa dahi geçmeye yetecek kadar sempati topluyor.
Yönetmen: 2016’nın en iyi korku filmlerinden birisi olan Hush’ın yönetmeni Mike Flanagan projenin başında karşımıza çıkıyor (ki izlemediyseniz tavsiye ediliz kurgusundan tut oyunculuk ve atmosferine dek çok iyi ve rahatsız eden bir filmdir). Senaryoyu yazan da kendisi olduğu için filmin yaratım sürecinde en büyük pay kendisine aittir dersek yanlış olmaz. Çekimler, anlatım, oyunculuklar… Bazı aksaklıklar ve göze çarpan eksikler var ama genel olarak iyi demek zor değil açıkçası.
Senaryo: Hem Kubrick’e hem de King’e saygılı bir şekilde yaklaşmış Flanagan. Kubrick’in filminden tarihe geçen anları ve detayları alıp iyice senaryoya yedirmiş ve alıştığımız Stephen King tarzına paralel bir anlatım sunmuş. Hikayenin akışı çok duru, kafanızı karıştıracak ayrıntılara yer bırakmıyor pek. Bir an için açıklanmadığını düşündüğünüz bir detay görürseniz filmin ilerleyen karelerinde doyurucu bir şekilde anlatılıyor.
Oyunculuk: Ewan McGregor’u özlemişim. Star Wars Prequel Trilogy’de görünen çoğu oyuncunun sonraki kariyerlerinde yaşadıkları düşüşten o da muzdarip bence. En azından 2005 yılından beri onun oynadığı filmlerden sadece Ghost Writer izlemiştim, orada da çok iyiydi ama nedense gişe filmlerinde pek yer bulamıyor gibiydi. Doctor Sleep ile özlenilen oyunculuk yeteneklerini sergileme imkanı buluyor. Rebecca Ferguson fettan bir Rose the Hat portresi sunarken Kyliegh Curran belki de senenin en iyi çocuk oyunculuklarından birisini gösteriyor bizlere ve bu haliyle kadronun en iyisi. İnandırıcı oynamış.
Sinematografi/ Diğer: Görüntüler bazen bulanık veya detayları seçilemeyecek kadar uzak çekim olsa dahi idare eder. Efekt kullanımı başarılı ve çok fazla göz çırmalayan CGI’a maruz kalmıyorsunuz. Ses efektleri iyi. Çoğu türdeşi gibi gerilimin zirve yaptığı sahnelerde sizi sağır edip paralize etmeyi denememişler en azından. Arkada usul usul kendini hissettiren soundtrack çok doyurucu olmasa bile sahnelerin hissiyatını perçinliyor.
Kurgu: Filmin anlatımında en sıkıntılı yönler flashback sahneleri. Aslında sade anlatımla uyumlu olsalar da orjinal esere aklınız gittiği için biraz dikkatinizi dağıtabilir. Son yüzleşme yaklaşırken arada kendini gösterir gibi olan aksaklıklar su yüzüne çıkıyor ve finaldeki tatmini azaltıyor. Oysa oraya kadar gayet iyi idare etmişlerdi. Ama bu alanda başarısız olmaları bile kendi içinde tutarlı ve düzgün anlatımlı bir film olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Son söz: Kış mevsiminin tadı (daha kış mış yok hak getire) Overlook Hotel’s de çıkar. Stephen King’in bu güzel hikayesini beyaz perdede izlemek iyi bir tecrübe olacaktır. Ama eğer “Shining”i son izleminizin üzerinden zaman geçtiyse veya hiç izlemediyseniz gitmeden önce izlemeniz önemle tavsiye edilir. Aksi takdirde filmden aldığınız tat, rreferansları anlama çabasıyla boşta kalacaktır.
Paylaş
Yazarın diğer içerikleri

Bir Başkadır
“Türk televizyonu izlemiyorum ya. Ben hep yabancı yapım…”. Bu cümleyi ömrü boyunca bir kere kuranlar elini kaldırsın. Evet sizleri sağ tarafa alalım. Kalan okuyucular. Siz de bu kalıbı hiç kullanmamış olsanız da kesin bunu sarf eden birisini tanıyorsunuzdur. Heh. Sizi de alalım öyle. Kalanlar… Birilerinin kalmasını beklemiyordum açıkçası. Ama neyse

PRIME’da Ne İzlesek?
Ucuzluk+ Bol Çeşit Gel Vatandaaş geel Aslında kendisine bir süredir erişimimiz vardı (misal ben Eylül 2019’dan beri kullanıyormuşum) ama Netflix’in yakın zamana dek domine ettiği pazarda Prime’ın çok esamesi okunmuyordu şimdiye kadar (buraya not eklemeden de geçemeyeceğim. Netflix o kadar umutsuz ki, Yılmaz Erdoğan’ın son filmine bel bağladılar izleyici çekmek

Tenet
Tekrar merhaba sayın okurlar. Daktilo1984’te son yazımın üzerinden üç ay geçmiş. Enes’ten duyduğum kadarıyla sitenin kapısını yumruklayıp duruyormuşsunuz, kendimi daha fazla özletmek istemedim bu yüzden. O kadar çok şey izleyemedim ki bu sürede. Aslında eski filmlere sardım biraz, malumunuz sinema salonları kapalıydı. Bazı Netflix ve Prime dizilerine başlamayı denedim ama

After Life (2. Sezon) ve Upload
Online streaming piyasası hareketli bu sıralar. Amazon Prime Türkiye piyasasında çok aktif bir oyuncu değil henüz ama birbiri ardına yeni içerikleri gösterime sokuyor, takvime de yenilerini ekliyor. Netflix biraz daha kalabalık haftada birden fazla yeni içerikleri var orası kesin. Sonuçta herkes evdeyken insanların ilgisini canlı tutup müşterileri kaybetmemek en önemli.

Tiger King | The Unorthodox | Tales From The Loop
Self karantina günleri nasıl geçiyor? Online kurslar, evde spor, sevdiklerinizle daha fazla zaman geçirmek imkânı… Kesin hepiniz bu olayları hasretle bekliyorsunuzdur ve oluşan fırsatı iyi değerlendirmişsinizdir. Ben mi? 5 sene önce yayınlanmış bir youtube videosunu 38. defa izlemekle meşgulüm. “Bir şeyler izlesem de hızlıca yazıp kafamdakileri yazıya dökebilsem” dediğim dönemler

The Platform & Blow the Man Down
Ne kadar garip zamanlardan geçiyoruz değil mi? İmkanları elverenler evlere kapandı işlerini oradan halledip yaşamaya çalışıyorlar ama her şey yolunda gitmiyor haksız mıyım? Hepimizin “zaman bulursak yaparız” dediğimiz şeyler için şartlar müsait ama sürekli dört duvar arasında tıkılı yaşamaktan bunları yapacak heves bulamıyoruz. Kendi adıma konuşayım, aylardan beri kafamda dönen

Seberg
Jean Seberg (kendisi Amerikalı olmasına rağmen) Fransız yeni dalgası ile bütünleşmiş bir isimdir. Benim gibi bu akıma yabancı (ve hatta yabancı kalmakta ısrarcı) bir ismin bile kendisini bildiği döneminin en ikonik, en başarılı aktrislerinden birisidir. Şiirsel güzelliği, o dönem için farklı moda tercihleri ve oynadığı filmler ve elbette politik kimliği…

The Invisible Man
Blumhouse yine yaptı. Düşük bir bütçe ile çektiği bir korku/gerilim filminden, filmin çekimi ve pazarlanmasına ayırdığı bütçenin kat kat fazla gelir elde ettiği bir filmle daha vizyonu sallıyor şu an. 49 milyon dolar gibi (özellikle parayı hamutuyla kaldıran Disney filmlerini düşününce) alçakgönüllü bir gişe geliri elde etmiş bir filmin, toplamda

Judy
Sinema izleyicilerinin, yazarlarının çoğunlukla “Golden Age” diye tanımladığı (1910’lardaki sessiz sinema patlamasından 1950’lerin sonuna kadar olan dönem) zaman aralığı bugün bile tekrar tekrar izlenebilen, zamana karşı iyi dayanabilen filmlerin çıkartıldığı, orijinal fikirlerin henüz klişeleşip inandırıcılığını kaybetmediği bir dönemi anlatır. Teknik imkanların henüz zayıf olduğu, oyunculuğun (en azından sinema için) bir

Uncut Gems
Başarı için neleri göze alabiliriz? Etrafımızdaki insanların bizim hüsranlarımıza ve başarı vaatlerimize ne derece kanmasını bekleyebiliriz? Uncut Gems her düşüşte yere kalkmaya çalışan insanların ve onlara tahammülün bir hikayesi. Bir nebze de old school capitalism anlatısı aslında. Zenginliğe ve başarıya giden yolda mubah davranışların özet olarak sunumu ve bazen ne