[voiserPlayer]
24 Şubat’ta Rusya silahlı kuvvetlerinin Ukrayna topraklarını işgal etmeye yönelik askeri harekatı, çok sayıda bölgesel ve küresel aktör için olduğu gibi, Çin Komünist Partisi için de beklenmedik bir gelişme oldu. Geçen süre zarfında tutarlı bir diplomatik söylem geliştirmeye çabalayan Pekin yönetimi, Ukrayna Krizi’ne yönelik siyasetini iki mecrada eş zamanlı olarak takip ediyor. Bir taraftan, krizin getirdiği veya getirebileceği avantajları, azami ve kalıcı faydalara tahvil etmeye çalışırken diğer taraftan ortaya çıkardığı veya çıkarabileceği dezavantajları, asgari ve geçici zararlara tebdil etmeye çalışıyor.
Şubat ayı başında Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in günübirlik Pekin ziyareti sonrası ilan edilen ortak beyannamede, iki ülke arasındaki ilişkiler “hudutları olmayan bir dostluk” şeklinde tasvir edilmişti. Çin yönetiminin Ukrayna Krizi’ne dair ortaya koyduğu ulusal ve uluslararası söyleminin genel çerçevesini bu ortaklık anlayışı şekillendiriyor. İşgalin mesuliyeti hususunda Pekin yönetimi, ABD ve NATO’nun Ukrayna Krizi’nin bu şekilde evrilmesinde tek taraflı sorumluluğu bulunduğunu ifade ediyor. Örneğin, dışişleri bakanlığı sözcülerinden Hua Chunying, ABD’nin “halihazırdaki gerginliklerin suçlusu” olduğunu iddia etmişti. İşgalin meşruiyeti hususunda ise Çinli yetkililer, Rusya’nın işgalinin haklı görülmesi gerektiğinde ısrarcı. Bir örnek olarak, Dışişleri Bakanı Wang Yi 19 Şubat tarihinde Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada, Rusya’nın “makul güvenlik kaygılarına” saygı duyulması ve bu kaygıların ciddiye alınması gerektiğini beyan etmişti. Çin iç kamuoyuna yönelik resmi söylem ise bu iddiaları daha açık ve daha cüretkar bir tarzda dile getiriyor. Rusya, bu krizde bir saldırgan olarak değil bir kurban olarak tarif ediliyor.
Bununla beraber, Çin Komünist Partisi yönetimi altındaki Çin dış politika söyleminin kurucu ilkeleri olarak ifade edilen ülkelerin egemenlik haklarına ve toprak bütünlüğüne saygı, Çinli yöneticilerin atıf yapmak zorunda hissettikleri hususlar. Resmi söylemde işgal veya savaş kelimelerini kullanmaktan imtina eden Çin yönetimi, aynı zamanda Ukrayna’nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyulması gerektiğinin de altını çiziyor. Bu durum, Çin yönetimi için bir söylemsel ikilemi de beraberinde getiriyor. Çin’in 2014 yılında Kremlin yönetimi tarafından Kırım’ın işgal ve ilhak edilmesini resmi olarak tanımamasının arkasında, bu söylemsel ikilemin yarattığı diplomatik baskı da yer alıyor. Yine de, 1979 yılında Çin silahlı kuvvetlerinin Vietnam topraklarına girmesi, gerekli görüldüğü durumlarda Çin dış politikasında bu ilkelerin ihlal edilebileceğini gösteriyor.
Pekin yönetiminin, Ukrayna Krizi’ne yönelik siyasetinde takip ettiği mecrayı, krizin getirdiği veya getirebileceği avantajları, azami ve kalıcı faydalara tahvil etme çabası belirliyor. Krizin getirebileceği en ciddi stratejik avantajlardan birisi, Çin ile Rusya arasında tesis edilen ve stratejik bir hüviyet kazanma yolunda olan ortaklıktaki güç asimetrisinin Pekin lehine kalıcı olarak değişmesi olacaktır. Halihazırda, çok sayıda ulusal güç parametresinde iki ülke arasındaki dengenin Çin lehine değiştiği görülüyor. Örneğin, 2020 yılında Rusya’nın askeri harcamaları 61 milyar dolar ile Çin’in yaptığı askeri harcamaların yüzde 24’ünü teşkil edebildi. 2021 yılında ise Rusya’nın Ar-ge harcaması 60 milyar dolar oldu. Bu miktar, aynı yıl Çin’in yaptığı Ar-ge harcamasının yalnızca yüzde 10’una tekabül ediyor.
ABD ve Avrupa ülkeleri öncülüğünde Rusya’ya karşı tatbik edilen yaptırımlar sonucunda Rusya’nın göreceli olarak zayıflaması ve uluslararası siyasette tecrit edilmesinin, Çin’in Rusya ile münasebetlerindeki diplomatik ağırlığını artırması beklenebilir. Benzer şekilde, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerde Pekin yönetiminin pazarlık gücünün artacağı da rahatlıkla söylenebilir. Rusya, Çin için ikinci büyük petrol ve üçüncü büyük doğal gaz tedarikçisi ülke konumunda. Görece daha zayıf bir Rusya, Pekin yönetimi için petrol ve doğalgaz başta olmak üzere hammadde, hububat ve emtia ticaretinde daha uygun anlaşmalar anlamına geliyor. Rusya’nın küresel ekonomik sistemde yalnızlaştırılması, Çin’in Rusya’ya yönelik ihracatını artırmak için de bir fırsat yaratabilir. Son dönemde iki ülke arasındaki ticaret hacmi çok hızlı artmış olsa da mevcut durumda Çin-Rusya ticaret hacmi, Çin-Vietnam ticaret hacminden daha düşük seyrediyor.
Çin ile Rusya arasındaki ekonomik ilişkilerde, teknoloji üretimi, tedariki ve yatırımı alanlarında Rusya’nın geleneksel üstünlüğünün de kaybolmaya başladığı göze çarpıyor. Rusya’ya karşı uygulamaya konulan uluslararası yaptırımların, bu sahada da iki ülke arasındaki ilişkilerde Çin lehine bir güç kaymasını hızlandıracağı öngörülebilir. 5 Nisan tarihinde banka kartları için gerekli olan mikroçiplerin tedarik edilmesi noktasında Rus yetkililerin Çinli şirketlere başvurmasına dair uluslararası medyaya yansıyan haberler, bu durumun bir göstergesi.
Daha geniş bir stratejik çerçevede, görece zayıflamış ve bölgesel öncelikleri Karadeniz ve Doğu Avrupa’ya kaymış bir Rusya, Çin dış politikasında daha rahat bir diplomatik hareket imkanı yaratabilir. İki ülke yönetimlerinin müşterek bir stratejik cephe görüntüsü sergileme gayretlerine rağmen Çin ile Rusya’nın birçok bölgede ve çok sayıda alanda kayda değer bir rekabet içerisinde oldukları da bir gerçek. Bir örnek vermek gerekirse, Avrasya jeopolitiğinde Hindistan’ın en yakın stratejik ortağı olarak Rusya göze çarpıyor. Rusya tarafından 2021 Aralık’ında sevkiyatına başlanan S-400 hava savunma sistemlerinin Hindistan’a ihracı, Pakistan ile birlikte Çin’de de rahatsızlık yaratmıştı. Avrasya jeopolitiğinde görece zayıf bir Rusya, Moskova ile yakın iş birliği içerisinde olan Hindistan ve Vietnam gibi Çin’in bölgesel rakiplerinin de görece zayıflaması anlamına geliyor.
Pekin yönetiminin, Ukrayna Krizi’ne yönelik siyasetinde takip ettiği diğer mecrayı, krizin ortaya çıkardığı veya çıkarabileceği dezavantajları, asgari ve geçici zararlara tebdil etme çabası teşkil ediyor. Çin yönetiminin karşı karşıya kaldığı risklerin başında hiç şüphesiz, Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımların kendisi için ortaya çıkarabileceği olumsuz yansımalar bulunuyor. Çinli yetkililer, ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere çok sayıda devlet tarafından Rusya’nın ekonomik faaliyetlerine yönelik tatbik edilen yaptırımları hukuki olarak tanımadıklarını ısrarla beyan ediyorlar. Ancak, fiili olarak Çin yönetimi ve Çinli şirketler uluslararası yaptırımlara mutabık hareket ediyorlar. Örneğin, dünyanın en büyük enerji şirketlerinden birisi olan Çin Petrokimya Şirketi veya diğer adı ile Sinopec, krizin patlak vermesinden sonra Rusya’daki yatırım görüşmelerini askıya almış bulunuyor.
Hukuki beyanat ile fiili tatbikat arasındaki bu farklılığın temelinde Çin’in, ABD ve Avrupa ülkeleri ile arasındaki ticaret ve yatırım ilişkilerinin, Rusya ile arasındaki enerji eksenli iş birliğinin çok ötesinde bir hacme ve öneme sahip olması yatıyor. Pekin yönetimi, Rusya ile ilişkileri nedeniyle, dolaylı olarak “ikincil yaptırımlar” ile karşı karşıya kalmak istemiyor. Ek olarak, krizin tetiklediği ve kronikleşmesi halinde önümüzdeki dönemde de yaratabileceği uluslararası enerji ve emtia fiyatlarındaki artış, Çin Komünist Partisi için bir diğer endişe kaynağı.
Pekin yönetimi için daha genel çerçevede söz konusu ekonomik risklerin yanında, jeopolitik riskler de mevcut. Çin, mümkün mertebe, Rusya ile yakın ilişkileri sebebiyle “münasebet vesilesiyle mücrim” konumuna düşmekten ve Rusya’ya yönelik uluslararası tepkinin kendisine de aksetmesinden kaçınmaya çabalıyor. Çin’in, 25 Mart tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK), Rusya’nın saldırganlığını kınayan karar tasarısını veto etmeyip oylamada çekimser kalması bu tavrın bir emaresi. 7 Nisan tarihinde BM Genel Kurulu’nda Rusya’nın İnsan Hakları Konseyi üyeliğinden çıkarılmasına dair yapılan oylamada Çin’in hayır oyu vermesinin akabinde Çin yönetimine yönelik uluslararası eleştiriler, Rusya ile yakın iş birliğinin Pekin yönetimi adına uluslararası bir diplomatik maliyet yarattığını gösteriyor. BM Genel Kurulunda Ukrayna Krizi’ne dair daha önceki oylamalarda Çin çekimser kalmıştı. En genel anlamda küresel siyasette yeni bir Soğuk Savaş atmosferi, Pekin yönetimi için kaygı verici bir senaryo teşkil ediyor.
Rusya’nın Ukrayna topraklarını doğrudan işgali ile başlayan uluslararası kriz, çok sayıda ülkeyi olduğu gibi, Çin’i de mevcut ve muhtemel avantajlar ve dezavantajlar ile karşı kaşıya bırakmış durumda ve dış politikasında yeni tercihler yapmaya zorluyor. Krizin kendisine yönelik olumsuz yansımalarını engellemeye gayret eden Çin yönetimi, diğer taraftan krizin kendisi için ortaya çıkardığı veya çıkarabileceği fırsat ve imkanları yakından takip ediyor. Genel kanaatin aksine, krizin Çin adına ortaya çıkarması muhtemel en ciddi kazanımlardan birisinin, Rusya’nın kendi yarattığı krizden zayıflayarak çıkması ve bunun sonucunda Çin ile Rusya arasında tesis edilen stratejik ortaklıktaki güç asimetrisinin Pekin lehine kalıcı olarak değişmesi olacağı iddia edilebilir.