[voiserPlayer]
İlginç bir habere rastladım. BBC Türkçe’nin aktardığına göre 1 milyar dolar değerinde bir kozmetik markasını yöneten Huda Kattan, markasının 10. yılı için düzenlediği kutlamalarda şu açıklamayı yapıyor:
“Toplum, kadınlara karşı hiçbir zaman yumuşak olmadı, ama sosyal medyanın varlığı ile artık adil olmadığını da söyleyebilirim. Sosyal medya, bazen bana hiçbir zaman yeterince güzel olamayacağımı hissettiriyor. Asla tam olarak başarmış hissedemeyeceğimi düşündürüyor.”
Toplumsal eleştirinin tabir caizse “tuzu kuru” olanlarca yapılıyor olması ve hatta onların ürettiği bir meta hâline dönüşmesi, çağımızın garabetlerinden biri olsa da, Huda Kattan’ın açıklamaları dikkate değer.
Zaten kendisi de “ulaştığı kitlenin boyutu” göz önüne alındığında bazı konular hakkında konuşmaya zorunlu hissettiğini belirtiyor.
Bugün konuyla zerre alakası olmayan ünlülerin yaptığı açıklamalar, biliyorsunuz, “farkındalık” olarak soylulaştırılıyor. Herkes her şeyin farkında, ama neden ve niye sorularının bir karşılığı yok; hatta bu sorular önemsizmiş gibi yapılıyor.
Açıklamalarının en trajik yanı kendisini de “sorunun bir parçası” olarak görmesi… Bir milyar dolarınız olsa hangi sorunun parçası olmak istemezsiniz, dürüst olalım.
Sorunun ekmeğini yiyip onu eleştirmek, belirttiğim üzere çağımızın mutlak ikiyüzlülüğünün kanıtı.
Yine de, ne yazık ki yine de, “başarmış” olduğu kabul edilen bir kadından geliyor olması, bu açıklamaların önemini arttırıyor.
Soğan entelektüelinin ağzına pelesenk olmuş bu eleştiri, başarıyı yaşamış, güzelliğini yapay müdahalelerle “doruklara” çıkarabilmiş, mutluluğun maddi koşullarına sahip bir kadından gelince en azından küçük burjuvalar için bir ders niteliği taşıyor.
Keza Kattan, insanın sosyal medyada “görünüşünün esiri” olduğunu belirtiyor ve ekliyor: İnsanlar tırnaklarının her zaman bakımlı olmasını, saçlarının ve teninin mükemmel olmasını bekliyor.
Bu vurgusunun devamında gerçekliğin böylesi bir mükemmellikten ibaret olamayacağının da altını çiziyor. Kendi çocuğunu sosyal medyadan uzak tutmaya çalıştığını belirtmesi de haberin ayrıntılarından.
Nihayetinde bu açıklamaları üzerinden para kazandığı bir soruna dair “farkındalık” yaratmak olarak görebiliriz. Eski bir futbolcunun “faizler insin” şeklinde açıklama yapma cüretini kendisinde bulup söyleminin tam aksine, olağanüstü faiz oranlarından para kazanmak için dillere düşmesi gibi tanımlayabiliriz.
Ama burada kritik bir nokta var ki ekonomik olarak Kattan markasını edinme kapasitesinden yoksun kitlelerin ne denli zavallı olduğunu, bizzat markaların sahipleri tarafından ne denli zavallı görüldüğünü gözler önüne seriyor.
Distopik Figürler: İmge Tüketen Görünüş Esirleri
“Görünüşün esareti” Kattan’ın dediği gibi salt tırnaklarının sürekli yapılı olması değildir. Görünüşün esareti, insanın olduğu hâli ve sahip olduklarını değersizleştirmesidir.
Her daim ulaşılması gereken bir standart ortaya koyan ve bunu anlık olarak gözünüze sokan sosyal medya, küçük burjuva kitlelerin ellerindekini, hatta bizatihi kendilerini değersizleştiriyor.
Dikkat ederseniz, “asla yeterince güzel olamayacağımı hissediyorum” cümlesinde ütopik bir yan var.
“Asla olamamanın” distopik yıkıntılara çevirdiği bir “ideal” bu…
Bir kere güzelliği, başarıyı hissetmenin o zaman mekânını, o istikrarlı ruh hâli ve neşesini daha güzel/başarılı olmanın kaygısına hapsediyor.
Asla elinizdekilerin mutluluğunu ve değerini bilemediğiniz, bunu bilmeye zaman bulamadığınız ölümcül bir şımarıklık bu.
Aynı şekilde bu şımarıklığı yerine getiremediğinde yaşamın dışında kalma hissiyatı da ele geçiriyor günümüz insanını. Çünkü, yaşam dediği şey daimi bir kıyaslamaya dönüşmüş durumda. Hem kendisiyle hem de başkalarıyla kıyas…
İlişkilerden tutun, giyilen elbiselere, dudak boyasından tutun dövme takıntısına kadar her şeyde. Sahip olduklarımız artık anlık değersizleşme riskiyle karşı karşıya…
Buna bahane de hazır: “Herkes yapıyor.”
Sosyal medya, herkesin kendine referans alacağı “herkes”ler sunuyor. Bu anonim “herkes”ler uğruna, gerçek güzellikler ve keyif alma hâli katlediliyor.
Görünüşler uğruna kendi gerçeğini güzelleştirmekten kaçıyor herkes.
Sonra da her şeyin daha istikrarlı, güvenilir olduğu günlere dair riyakâr bir nostaljiye ya da anonim başkalarını suçlayacak bir histeriye kapılıyor.
Oysa bugünlerin habercisi bir yorum yapıyor Roland Barthes:
“Ekonomik gelire sahip olmayan sınıflara tüketmeleri için ürünler sunuyor, ama bu sınıflar genellikle sadece imgeleri tüketiyorlar”.
Sorun şu: Asla olamayacağınız şeylerin imgelerine her düzeyde kapılırken gerçeği ve keyfi yitiriyorsunuz, yitiriyoruz.
İmgeleri tüketirken gerçeğinizi telafisi imkânsız şekilde yaralıyorsunuz.
Ürünün kendisine sahip olan, hatta onu ve imgesini üreten de size bunu yapmanın ne kadar kötü olduğunu söyleyebiliyor.
Zaman; imgeleri edinmek, benzemek, daha güzel/mutlu olabilmek için tüketilirken olabilecek gerçek mutlulukları, güzellikleri aşağılıyoruz.
Çünkü daha güzeli mümkün değil mi?
Kendinizi bir kürek esiri misali, zalimin verdiği bu mesajla avutun, kendi gerçeğinizin zalimine dönüşün böylece…