[voiserPlayer]
Yıllardır Ak Parti’nin aşırı sağ bir parti olup olmadığıyla ilgili bir tartışma yürütülüyor. Bu tartışmalar, genellikle aşırı sağ partileri biyolojik/ırkçı partilerle eşanlamlı görme eğiliminden kaynaklı olarak bir sonuca bağlanamıyor ya da Ak Parti, aşırı sağ bir parti olmadığı iddiasıyla masumlaştırılıyor. Dolayısıyla öncelikle aşırı sağ ve ırkçı partilerin siyaset bilimi literatüründe aynı şeyi ifade etmediklerini belirtmem gerekli. Irkçı partilerin temel tetikleyicileri yabancı karşıtlığı ile göçmen karşıtlığıyken, bunlar genelde tek konu partileri (single-issue parties) olurlar. Dolayısıyla elbette demokrasiyi tahrip ettikleri bir cinnet ortamı yaratmaları bağlamında aşırı sağ ile ortaklaşsalar da birçok noktada ise ayrışmaktadırlar. Aşırı sağ partilerin kendine özgü ve onları ırkçı partilerden de ayrıştıran dört temel karakteristikleri vardır:
- Etnik milliyetçilik
- Anti-materyalizm
- Anti-demokrasi
- Komplo teorilerinden beslenme
Bunların her biri açısından Ak Parti iktidarını değerlendirecek uzun uzun birer yazı yazılabilir. Ancak son üçüne dair iktidarın yaklaşımı ve bakiyesi, ilkinden çok daha nettir. Çünkü bu noktada, Türkiye’de iktidarın etnik Türk milliyetçisi olmadığı iddia edilebilir ki bence de öyledir. Ancak aşırı sağ partilerin bu temel karakteristiği doğrultusunda yaptıkları düşünüldüğünde, Ak Parti’yle uyum içinde oldukları anlaşılacaktır: Temsil ettikleri etnik kimliğin dışındaki kimse, özgürlükler, ayrıcalıklar ya da fırsatlardan faydalanmamalılardır. Dolayısıyla aşırı sağ partilerin temsil ettikleri kimliğe hak gördükleri bu ayrıcalıkları, Ak Parti iktidarı ise yalnızca kendisine oy verenlere tanımaktadır. Günün sonunda tıpkı etnik milliyetçi aşırı sağın sebep olduğu gibi Türkiye’de de Ak Parti’nin tesis ettiği rejim, iki temel demokratik değeri yutmuştur: eşitlik ve özgürlük. Demokratik rejimlerde bireylerin eşitlik içinde özgür ve özgürlük içinde eşit olmalarının hayati rolü düşünüldüğünde, bunun Türkiye’de demokrasinin kuşa dönmesindeki rolü daha iyi idrak edilebilir.
Türkiye’nin geldiği noktada sadece eşitlik ve özgürlüğün tahribatı da söz konusu değildir. Ayrıca insanlar, ne aynı özgürlükte ne de aynı eşitlikte yaşamaktadır. Başka bir ifadeyle, siyasal rejimlerin ortak özelliği olan ya tüm yurttaşları eşit derecede özgür bırakmaları ya da eşit derecede sınırlandırılmaları, bu iktidar döneminde ortadan kalkmıştır. Çünkü bu iktidar döneminde, birileri “suç işleme özgürlüğü” de dâhil sınırsız bir özgürlük kullanırken, kalanlar ise ifade özgürlüğü başta olmak üzere en asgari demokratik haklarını kullanmaktan aciz hale getirilmişlerdir. Dolayısıyla bu asimetrik ve ikili özgürlük anlayışı, eşitlik ilkesini de ortadan kaldırmıştır.
Eşitlik dediğimiz kavram, adaletten bağımsız düşünülemez. Eşitliğin karakteristik özelliği ve tarihsel süreci, onu sosyal adaletle bir simbiyoz içine sokmuştur. Çünkü eşitliğin sosyal adaletten azade bir anlama tekabül ettiği günlerde insanların bu duruma karşı isyan, mücadele ve savaş başlatmaları, sosyal adaletsiz bir eşitlik olamayacağını da tarihe nakşetmiştir. Dolayısıyla bir sonraki iktidarın yalnızca son üç maddede Türkiye’yi rasyonel ve demokratik bir rotaya sokması, ilk madde dolayısıyla tahrip edilen özgürlük ve eşitlik ile sosyal adaletten azade gelişirse hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Türkiye’nin %90’ının geniş tanımlı açlık ya da yoksulluk sınırının altında yaşadığı, %60’ının asgari ücret oranında gelir elde ettiği, lise öğrencilerinin %10’unun çalışmak zorunda olduğu için yeni eğitim yılında okula dönemediği; ancak bunun karşısında yalnızca bir yılda milyoner sayısının %65 arttığı ya da bankaların kârını 4 yılda %187 arttırdığı bir Türkiye’de yalnızca kurumsal altyapıyı güçlendirmek anlamsızdır.
Bu durum, günün sonunda aşırı sağ bir partinin yerine, göçmen nefretine yaslanan ırkçı bir partinin demokrasiyi kendisine araç yaparak iktidara gelmesi gibi vahim bir sonuca sebep olup, muhaliflerin 20 yıllık demokrasi mücadelesini boşa çıkartabilir. Yani gelecek iktidarın yalnızca fırsat eşitliği değil, fırsat adaleti üzerine de düşünmesi, Türkiye demokrasisi için hayati bir anlam taşımaktadır.
Fotoğraf: sol