[voiserPlayer]
Online streaming piyasası hareketli bu sıralar. Amazon Prime Türkiye piyasasında çok aktif bir oyuncu değil henüz ama birbiri ardına yeni içerikleri gösterime sokuyor, takvime de yenilerini ekliyor. Netflix biraz daha kalabalık haftada birden fazla yeni içerikleri var orası kesin. Sonuçta herkes evdeyken insanların ilgisini canlı tutup müşterileri kaybetmemek en önemli. Kovayı yağmur yağarken doldurmak lazım çünkü ve insanlar şimdi dört duvar arasında birbirleri ile iletişim kuracak? Saçmalamayın… Elbette ekmek yaptıktan sonra online bir şeyler izlemek daha mantıklı geliyor. Başka insanlarla konuşmak da neyin nesi? 80’lerde miyiz?!
After Life (2. Sezon)
Biraz dürüst olayım. Ricky Gervais komedyenler arasında en sevdiğim değil. Hatta ufak bir antipatim var bile diyebilirim. Çünkü sürekli söylem olarak kendi kendisini tekrar eden, yaptığı büyük bir iş olmamasına rağmen (The Office bir istisna olabilir ama ona katkısını da tartışırız) sürekli kendini beğenmesi ve kendini sofistike gösterme çabaları açıkçası bana sıkıcı geliyor.
İlk sezon sade, yer yer eğlenceli ve komik düzgün bir işti. Dizi ve filmlerde yüzlerce defa işlenmiş bir konuyu fazla orijinalite katmasa dahi eli yüzü düzgün bir şekilde ekrana yansıtması yüzünden sevmiştim. Tabi ki onunla aynı dönemde çıkan The Kominsky Method çok daha eğlenceli ve ilgi çekiciydi. Chuck Lorre etmenine rağmen ortaya toksik bir mizah dizisi çıkmamış olması bile hayrete değer.
After Life ilk sezon bir insanın sevdiği birisini kaybetmesinin ardından absürtlükler arasında yönünü şaşırmış bir hayatın eli yüzü düzgün bir panoramasıydı açıkçası. Kalabalıklar arasında kaybolma imkânı olmayan birisinin yas sürecinin etrafına karşı ne kadar tersleyici ve duyarsız olabileceğine tanıklık ettik. Vee ikinci sezon… 1. sezon ile aynı formüller devam ediyor her şey.
Tabi bu sefer Recep İvedikification halini görüyoruz ilk sezonun. Daha çok absürt detayların eklenmesi. Daha keskin ve karikatürize tipler… Herhangi bir yeni hikâye veya kurgu olmaması da cabası. Gazetede olanlar; postacı veya hayat kadını ile diyaloglar, mezarlık başındaki sohbetler, huzurevinde yaşananlar… Ufak nüanslarla ısıtılıp sunulmuş, açıkçası ilk sezon tutan formülün üzerine yatılmış. Bunları ilk sezonda da anlatabilirdi gibi geliyor bana.
İlla hikâyenin ve anlatımın hareketlenmesini beklemiyorum elbette. Gerçek hayatta böyle olmaz. Bazıları daha zor atlatır kayıplarını. Yıllarca bunalım, öfke ve üzüntü nöbetleri yaşan milyonlarca insan vardır eminim. Ama bu hikâyede Tony’nin küstah ve umursamaz tavırlarının birkaç sezon daha devam edip, izlenmesi ihtimalini düşünmek dahi istemiyorum açıkçası. Çünkü sürekli aynı şeyleri tekrar tekrar görme fikri çekici gelmiyor. Sürekli benzer şeyleri anlatmak bir yerden sonra sıkıcı gelmiyor mu? Ben izlerken sıkıldım açıkçası ama Ricky Gervais yazarken ve yönetirken ne sıkılmış ne de utanmış. Anti sistem + asi çocuk mavalları sallarken Netflix’in bordrolu çalışanı olmak tatlı gelmiş olsa gerek.
Yine de çok haksızlık etmeyeyim. Yer yer komik, bazen duygusallığı inandırıcı ama ilk sezon Tony’nin gaddarlığına apoloji girişimi bana çekici gelmiyor. Ve daha 2. sezonun yayınlanmasından kısa süre sonra duyurulmuş 3. sezon kafamızda soru işaretleri yaratmaya devam ediyor açıkçası.
Upload
Cennet veya cehennem olmama fikri bazılarına çok korkunç geliyor, özellikle inanç sahibi insanlara. Ruhun yoklukta kaybolma ihtimalinin onlarda yarattığı dehşeti bazen düşünmeye çalışıyorum. Ömür boyu yaptıkları tüm o ibadetler, hayatlarının merkezine aldıkları kurallar ve yasaklar… Bir yandan ömrü boyunca herhangi bir inancı takip etmemiş insanlar var. İnançlılar onların cehenneme gideceklerinden çok eminler. Belki bu yüzden o kadar fütursuzca başka insanların hayatlarına saldırabiliyorlar. Sanıyorlar ki dünyada o kadar çok inançsız var ki cennet son nefeslerini verdiğinde ayaklarına serilecek. Kendilerine bu hususta diyecek tek bir sözüm var: Ölünce görüşürüz arkadaşlar. Veya görüşmeyiz… (Yazının ilk paragrafının sonuna Muse’ün en sevdiğim şarkısı Thoughts of a Dying Atheist şarkısının linkini koymayı uygun buldum).
Ama Ateist ve Agnostiklere müjdeli bir haberim var! İnançsız olsanız dahi öldükten sonra hayat bitmiyor. Monthly subscription, updateli ve paid DLC bezeli bir hayat bizleri bekliyor! Hikâyenin o kısımları biraz muallak ama ölmekte olan insanları dijital bir hayata geçirip oradan yaşayan akrabalarını söğüşlemeye devam edilmesi fikri bana baya orijinal geldi. Dizi bir yerden sonra öyle bir noktaya geliyor ki “mezarda bile Kapitalizmden kurtuluş yok” dedirtiyor adeta.
Dizi Nathan adında bir yazılımcının beklenmedik bir trafik kazası geçirmesinin ardından vücudu iflas etmek üzereyken sevgilisinin ısrarıyla dijital ahirete gitmesinden sonra yaşananları anlatıyor. Bilincini korumuş bir şekilde elektronik bir şekilde hayatına devam etmeye çalışan Nathan ve çevresinin başına gelen olaylar arasındaki zıtlıklar, öte yandan Lakeview sakinlerinin renkli halleri daha ilk bölümden ilginizi yakalamaya aday. Tadında romans, gündelik hayatın güçlükleri, yavaş yavaş filizlenen bir gizem…
Dizi konu ve anlatım açısından biraz dağınık olsa da kolayca akla yatkın gelebilecek eğlenceli fikirlerle dolu. Başrollerdeki Robbie Amell ve Andy Allo’nun kimyası iyi. İkisi de çok sevimli ve eğlenceli tiplemeleri oynuyorlar ve bu karakterleri yansıtma konusunda gayet başarılılar. Yan karakterler biraz harcanmış gibi geliyor ilk sezonu bitirdikten sonra. Özellikle sadece Nathan ve Nora’nın hayatında olanlara odaklanıp, kalan karakterlere masa süsü muamelesi yapılmış olması biraz üzücü gelse de eğlenceli anlatımı ile bunları bir nebze de olsa telafi edebiliyor.
İlk sezon ortalama olarak gayet iyi ama şimdiden duyurulmuş olan ikinci sezon için mayın tarlası gibi kurgusal boşluklar bırakmışlar. Umarım yeni sezona daha gayretle ve dikkatle hazırlanıp bu güzel diziyi birkaç sezon daha devam ettirebilecek ilgiyi toparlayabilirler!
SON SÖZ: İki tane ölüm sonrası hayat anlatımı birisi kendisini tekrar eden diğeri ferah fikirlerle sizi güldüren. Seçim sizin!