Muhtemelen dünyanın en ikonik adreslerinden biri Baker Caddesi 221b’dir. Zira bu ev, edebiyat cumhuriyetinin en tanınmış, en ele avuca gelmez ve zeki kurgusal karakterlerinden birine aittir. Sir Arthur Conan Doyle’un kaleminde hayat bulan Sherlock Holmes, burada ikamet eder. Bugün müze olarak hizmet veren ve pek çok ziyaretçinin uğrak noktası haline gelen bu eve adım atanlar, çoğu zaman sahibinin yalnızca bir kurgu kahramanı olduğunu unutup adeta dahi dedektifimizin gerçekten yaşamış olduğu hissiyle mekânı dolaşırlar. Viktorya döneminin sosyal ve kültürel unsurları evin gri atmosferinde ziyaretçilerini beklemektedir.
Baker Caddesi 221b, sadece bir kurgu adresi olmanın ötesinde, Holmes’un yaşadığı fantastik dünyanın bir parçası olarak, edebiyat ve pop kültürde derin izler bırakmış, sayısız film, dizi ve tiyatro oyunu bu mekândan ilham alınarak yaratılmıştır. Yervant Odyan’ın bugün hala ilginçliğini koruyan yapıtı da bagajında taşıdığı siyasi niyetin yanında Sherlock Holmes’un büyüsüne kapılan eserlerdendir ve Türk edebiyatının ilk siyasi polisiye romanı olarak kabul edilmektedir. Bu yüzden tarihsel önemi büyüktür.
1869 İstanbul doğumlu yazar Yervant Odyan’ın “Abdülhamid ve Sherlock Holmes” adlı romanı, tarihi olaylarla kurgu unsurlarını harmanlayarak okuyucuya sunan ve bugünden geriye baktığımız zaman ağdalı bir dili olsa da, zengin bir sözcük dağarcığıyla yazılmış 800 sayfadan mürekkep özel bir yapıttır. Roman, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid ile dünyaca ünlü dedektif Sherlock Holmes’ün yollarının kesiştiği kurgusal bir hikâye anlatır. Elbette bu kurgusal kesişme, her şeye rağmen rasyonel bir zeminde gerçekleşmiştir. Roman 1911 yılında kaleme alınmış, yani II. Meşrutiyet ilan edilmiş ve Abdülhamid tahtan indirilmiştir. Burası önemlidir. Zira bu durum yazara, görece büyük bir özgürlük tanımıştır.
Bilindiği üzere II. Abdülhamid’in operaya ve romana ayrı bir ilgisi vardı. En sevdiği edebi tür ise polisiyeydi. Yıldız Sarayı’ndan çıkmaktan korkan Osmanlı Sultanı, yabancı gazete ve dergileri yakından takip eder, yabancı romanları ise muhtemelen yaşayamadığı bir hayatın ikamesi olarak hevesle okurdu. Daha doğrusu kendisine okuttururdu. Mabeyn’de açılan Tercüme Odası’nda çalışan memurlar, sadece siyasi yazıları değil, aynı zamanda bilim, teknoloji, mühendislik ve tıp alanlarındaki en son gelişmeleri anlatan haber ve kitapları da Padişah’ın bilgisine sunmak üzere çevirirlerdi. Böylece Sultan, dünyada olup bitenleri yakından takip etme şansı yakalardı. Ama kabul etmek gerekir ki Tercüme Odası’nın Abdülhamid’i en mutlu eden çevirileri hafiye romanlarıydı. Elçiler yeni basılan romanları hiç vakit kaybetmeden saraya bildirir ve postayla gelen romanlar hemen çevrilmeye başlanırdı.
Sultanın kütüphanesindeki eserlerin büyük kısmını dini, bilimsel, tarihi ve klasik Osmanlı eserleri oluştururken, Batıdan tercüme edilen romanlar ve hikâyeler de dikkat çekici bir yekûn tutmuştur. Eserlerin yoğunluğu ve çeşitliliği göz önüne alındığında, romanların, özellikle polisiyelerin, 19. yüzyıl koleksiyonları içinde önemli bir bölümü oluşturduğu söylenebilir. Zira II. Abdülhamid’in saltanat yıllarının, hafiye ve polisiye romanlarının bütün dünyada okunmaya başlandığı özel bir dönem olduğunu unutmayalım. Sultan özellikle Sherlock Holmes ve Arsen Lüpen hikâyelerini çok severmiş.
Yeniden Yervant Odyan’ın “Abdülhamid ve Sherlock Holmes” adlı romanına gelecek olursak, yapıt polisiye roman olarak bilinse de eserin siyasi yönü oldukça ağır basmaktadır. Kitapta olay örgüsü iki bölüme ayrılabilir. İlk bölüm daha çok bir dedektiflik hikâyesi gibidir. Boğaz’a yakın bir yalıda üç kişi öldürülmüştür. Ölenlerin değerli eşyalarına dokunulmamıştır ve cesetlerin üzerinde bazı işaretler vardır. Basına sansür uygulanmadan önce bir gazeteci olayı fark eder ve birden kendini hiç beklemediği siyasi olayların içinde bulur.
Öldürülenler Sultanın casuslarıdır. Doyle’un romanlarının hayranı olan Abdülhamid, casuslarının cinayetlerini çözebilecek tek kişinin Holmes olduğunu düşünür. Bu kurgu karakterin gerçek bir kişiden kaynaklanmış olabileceğinden şüphelenir ve sonunda karakterin ilham kaynağının daha önce İngiliz gizli servisinde çalışmış, eşi ve çocuklarıyla İskoçya’da yaşayan Mc Clain olduğunu öğrenir. Mc Clain İstanbul’a geldiğinde cinayetleri çok hızlı bir şekilde çözer ve bir anda kendini Abdülhamid’i devirmeye çalışan grubun ortasında bulur. Bu noktadan sonra romanın polisiye yönü azalır ve hikâye daha politik bir hal alır. Bundan sonra hikâye Abdülhamid’in istibdadıyla mücadele eden komitenin maceralarına dönüşür. Ve anayasanın ilanının kutlanmasıyla sona erer.
Muhtemelen yazar Yervant Odyan Abdülhamid’e karşı çok etnikli muhalefeti vurgulamak için aksiyon, dedektiflik ve merak gibi tipik unsurları okuyucuyu çekmek için kullanmıştır. Yazar, Abdülhamid karakteriyle eski rejimi hicvetmek ve 1908 anayasasının sevincini ziyadesiyle vurgulamak istemektedir. Yeni kamusal alanın edebiyatla baştan yaratılma çabası, metinde açıkça göze çarpmaktadır.
Peki gerçekte Abdülhamid’in Sherlock Holmes tutkusu nereden gelmekteydi? Rivayet odur ki tercümanı yine kendisi hakkında bir yazıyı Sultana gazeteden okurken, aynı sayfada ünlü dedektif Sherlock Holmes’ın kısa bir hikâyesi yer almaktadır. Sultanın polisiyeleri sevdiğini bilen akıllı ve iş bilir tercüman hemen bu hikâyeyi de çevirir ona. “Boş Ev Vakası” adlı öyküde kilitli bir odada ölü bulunan bir cesedin katili aranmaktadır ve görünüşte imkânsız olan bu cinayetin nasıl işlendiğinin ince ince çözülmesi sultanın aklını başından almıştır. Sherlock Holmes‘un büyülü dünyasını keşfeden Sultan Abdülhamid, İngiliz Büyükelçisi’nden, Sir Arthur Conan Doyle’un kaleminden çıkma tüm Sherlock Holmes maceralarını kendisine getirmesini rica eder.
Buradan sonra tarih ve polisiye sevenlerin kafasını bir soru kurcalar elbet. Peki Arthur Conan Doyle kendisinin hayranı Sultan Abdülhamid ile hiç tanışmış mıdır? Bu, kurguyla gerçeğin birleştiği ve yanıtı muhtelif olan sorulardan biridir.
Arthur Conan Doyle 1907 yılında ikinci evliliği nedeniyle balayına İstanbul’a gelmiştir. II. Abdülhamid’in fahri yaveri olan İngiliz Amirali Sir Henry F. Woods, Conan Doyle’un yakın arkadaşıdır. İngiliz yaver Sultanın Sherlock Holmes tutkusunu bildiğinden yazarının İstanbul’da olduğunu ona söyler hemen. Buradan sonra işler karışmaktadır. Doyle anılarında o günleri yazar.
Arthur Conan Doyle, anılarında İstanbul’a gittiğini ve arkadaşı Woods’un Padişaha kendisinin geldiğini söylediğini, fakat ramazan ayı olduğu için Abdülhamid’in kendisini kabul edemediğini, bunun yerine kendisine Mecidiye Nişanı karısına ise Şefkat Nişanı verdiğini yazmıştır. Bu hikâyenin ilk versiyonudur.
Erol Üyepazarcı’nın anlattığına göre ikinci versiyonu ise Sir Henry F. Woods’un anılarına dayanmaktadır. Onun anlattığına göreyse, Sultanın bizzat kendisi Selamlık Töreni’nde, Conan Doyle’a Mecidiye Nişanı’nı takmıştır. Hatta Woods anılarında II. Abdülhamid ile Conan Doyle arasında geçen bir sohbeti de nakleder. Sultan, Sherlock Holmes‘un yazarına, “senin tüm eserlerini okudum, ama romanlarını beğenmedim, öykücülüğün ise çok iyi, sen roman değil, öykü yaz hep” der. Woods, bunları duyan Conan Doyle’un çok bozulduğunu, Sultan yanından ayrıldıktan sonra, “edebiyat eleştirmeni mi sanıyor kendisini bu” diye söylendiğini de yazmıştır. Ancak bugün bakıldığında edebiyat eleştirmenlerinin üstünde uzlaştıkları husus, gerçekten de Conan Doyle’un öykülerinin romanlarından daha iyi olduğudur.
Abdülhamid ile Conan Doyle görüşmesi hakkında acaba Woods’un hafızası mı ona oyun oynamaktadır, yoksa Conan Doyle mu bir hususu gizlemektedir? Burada kabul edelim ki tam polisiye romanlara yakışan bir muamma vardır.
Kimi tarihçilere göre Woods haklıdır ve böyle bir görüşme gerçekleşmiştir. Ancak Conan Doyle edebiyatçılığı hakkında Sultanın ve ardından kendisinin ona söylediği şeylerin açığa çıkmasından korktuğu için bu görüşmenin gerçekleştiğini kabul etmemiştir. Ancak kimi tarihçiler de Conan Doyle’a hak vererek, bu görüşmenin gerçekten de olmadığını zira Sultanın çok iyi bir gözlemci olan yazardan çekindiği ve sarayı görürse burada gerçekleşecek bir cinayet öyküsü yazmasından korktuğu için onu kabul etmediğini ileri sürmüştür. Yoksa görüşmemek için ileri sürdüğü ramazan ayı bahanedir.
Bu konuda gerçeğin ne olduğunu bir kenara bırakacak olursak, bugün baktığımızda Yervant Odyan’ın “Abdülhamid ve Sherlock Holmes” romanı, edebiyatın olağan sınırlarını aşarak, tarih ile hayal arasındaki ince çizgide yürüyen cesur bir deneme olarak değerlendirilebilir. Edebiyat, sınırların ötesinde yeni anlamlar keşfetmek için insan aklının bulduğu en güçlü araçlardan biridir; bu roman da, belirli bir zamanı ve toplumsal yapıyı merkeze alıp, dönemin saray entrikalarını ve İstanbul’un gözde mekânlarını çok güzel anlatmıştır, dahası bunu yaparken siyasi muhalefetin polisiye romana ne kadar da yakıştığını bir kez daha kanıtlamıştır.