[voiserPlayer]
Nihayet. Sinemaya hasrettik ama üstü üstüne aldığımız darbeler bizi güzel bir filme de hasret bırakacaktı az daha ki A Quiet Place Part II imdada yetişti (yazının kalanında AQP2 diyeceğim. Ama sanki demesem daha iyi olur. Bu kısaltmanın çağrıştırdıkları pek hoş değil. Ama başka kısaltma da mümkün görünmüyor. Galiba AQP2 diyeceğim.)
Korku filmi son zamanlarda fark ettiğiniz üzere biraz düşüşte. Bazı niş eserler türü tekrar ayağa kaldırır gibi olsa da tekrar kabuğuna çekiliyor. Ama bu trend olağan bir şey, tarih boyunca tekrar edegelmiş bir döngüyü yaşıyoruz. Bazı film janrları dönem dönem daha az vizyonda yer bulur bir süre sonra farklı bir eser tekrar türe olan ilgiyi canlandırır. Bilim Kurgu, Korku, Drama, Romantik Komedi, Polisiye… Bu türlerin hepsinin yer yer ivme kaybedip tekrar dominant olmaya devam ettiği zamanlar olmuştur. Bir tek garibim Western silindi gitti. Arada belki bir dizi veya film çıkıyor ama o cephe baya suskunluğa bürünmüş gibi.
Son yıllarda Conjuring evreni ve bazı ilginç Blumhouse filmleri haricinde korku türünde ilgi toplayan eser çok fazla yoktur açıkçası. Bunlar da bitkisel hayatta olan birisinin günlük bakımının yapılması gibi bir etkiye sahip korku janrı üzerinde. Sürekli öldü mü/ dirildi mi soruları arasında akıbetini merak ettiğimiz korku türü henüz ışığa doğru yürümedi ve hatta dirilme emareleri gösteriyor. The Office dizisindeki baby face oğlan John Krasinski sağolsun.
The Office gibi popüler bir dizi sonrası dahi orada çok tutan rolün üzerine pek yapışmasına izin vermeden farklı türlerde eserlere yönelen Krasinski’nin meğersem yönetmenlik tutkusu varmış. Misal sonradan öğrendik The Office üç bölümde yönetmenlik yapmış kendisi. Ama tabi esas sükseyi AQP (bu kısaltma beni huzursuz ediyor ya. Yazının kalanında filme “Haydar” deme isteği hasıl oluyor ama direneceğim) ile yaptı. Basit sade anlatımı ve seyirciyi yakalayan atmosfer ile sürpriz bir korku hiti olan AQP (bak haala) şimdi devam filmi ile huzurlarımızda. Tabi sebebini bilmediğimiz nedenler yüzünden sinemaların açılışı bir ay ertelenmişti sorumluları kimse artık onlar var olsun. Batıda izlenip tüketildi ama ben ısrarla burada vizyona gireceği günü bekledim. Ve değdi.
Yönetmen: John Krasinski öncelikle ilk filmin başarısının sarhoşluğuna kendisini kaptırmamış. Anlatım tercihlerinde hala o temkinliliği görebilmek mümkün. Her çekimin, her diyalogun inandırıcı ve bütünlüklü olması için üzerine kafa patlatılmış. Tabi bu temkinlilik biraz AQP2(EEEEEH) izlerken hikayenin o kadar ilerlemediği hissine de yol açıyor yer yer ama yine de tekil bir eser olarak ele aldığımızda göze hoş geliyor.
Senaryo: Aslında hikaye içindeki karakterler ve yaratılmaya çalışılan evren hala sadeliği ile göz doldurmaya devam ediyor. Ama… Biraz ilk filmden çok uzakta değilmiş gibi hissettiriyor. İlk filmin güzel taraflarını alıp üzerlerine ekleyerek devam etmiş ama büyük bir açılım yapmaktan imtina etmişler. Bu özellikleri biraz tadınızı kaçırabilir ama gerek anlatım gerek görsel dili ile ilk filmde kendi koyduğu çıtanın üzerine çıkmayı başarıyor. Kahramanlarımız her soruna ukala, bilmiş bir veteran gibi değil de hâlâ hayata tutunmaya çalışan bir kazazede gibi yaklaşıyorlar. Bir de bu tercihin sebebi belki de (henüz duyurulmamış olan) AQP3 (pes ediyorum) için ön hazırlık aşaması olabilir diye tahmin/ ümit ediyorum. Sanki daha anlatılacak şeyler var bu evrende.
Oyunculuk: Oyuncularımız okeyler. Yani Emily Blunt özellikle kamera odağına oturduğunda biraz sahneleri baltalıyor gibi olsa da o kadar kötü değil. Regan Abbot’ın ilk filmde de çok hayranı olmamıştım burada sanki bir tık daha iyi gibi ama kıyaslayabilmem için AQP1’i (lütfen gelmeyin üstüme) tekrar sinema salonunda izlemem lazım. O da pek mümkün olmayacağı için iyi diyebilirim.
Sinematografi/ Diğer: Her şey CGI ve şaşalı efektlerden ibaret değil. Eğer öyle olsaydı son zamanın saçma efektli block buster filmleri Citizen Kane seviyesine gelirdi. Misal ilk filmde yaratığı gördüğümde “ne kadar aptalca tasarlanmış bir canavar bu” demiştim. AQP2 geldi. Hala aynı fikirdeyim, en azından tasarım olarak çok korkunç veya etkileyici gelmiyor bana. Ama çekimlerin için yerleştirildiğinde göz doldurup sahnedeki tehlikenin altını çiziyor. Kamera tercihleri de çok hoşuma gitti. Sanki kadrajın almadığı yerlerde sürekli bir şey oluyormuş hissi veriyor insana ve böyle gerilim dolu bir filmde bunu usturuplu şekilde oturtabilmek büyük yetenek ister. Ve elbette sesler. O kadar uçuk kaçık efektlere ihtiyaç duymadan izleyenin kalp atışını yavaşlatabilecek denli kulak kesilmenizi sağlayabilir.
Kurgu: Hikâye akışında sanki bazı aksamalar var gibi. Spoiler vermeden nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama bazı sahneler sanki film süresini doldurmak için fazla uzatılmış ve öyle eklenmiş gibi geliyor. Tren sahnesi ve iskele sahnesi misal. Belki benim abartmamdır siz izleyince farklı hissedebilirsiniz, emin olamadım açıkçası. Filmde ama bazı hoşluklar var. Ufak şeylerin çok basit açıklamalarının olması hoşuma gitti kimi yerlerde. Ayrıca 2 yerde Emily Blunt’ın sesiyle konuşmasına rağmen alışkanlıktan işaret dilini kullanmaya devam etmesi ayrıntısına bayıldım. Seyirciyi irkiltme konusunda bir formüle yaslanmamış olması da ayrı bir artı. Sizi canı ne zaman isterse o zaman korkutuyor.
Son söz: Sinema sezonunu esas şimdi açılmış olarak sayıyorum. Sade, abartılardan uzak ve heyecanlı bir film istiyorsanız bir fırsat yaratıp gitmelisiniz. A Quiet Place Part II (oh bee) şu an gösterimdeki en iyi film olabilir.