[voiserPlayer]
İstanbul sonbaharı sanatla karşılıyor. Şehrin farklı noktalarında başta 17. İstanbul Bienali, Contemporary İstanbul ve Beyoğlu Kültür Yolu Festivali olmak üzere birbirinden farklı etkinlik ve sergiler düzenleniyor. Bu etkinliklerden bazılarına katılma fırsatım oldu. Bu yazıda etkinliklerden ve eserlerden izlenimlerimi sizinle paylaşacağım. İlk durağımız ve etkinliğimiz pandemi nedeniyle geçtiğimiz yıl yapılamayan ve herkesin merakla beklediği 17. İstanbul Bienali oldu. Küratörlüğünü Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh’in üstlendiği 17. İstanbul Bienali’nde, 500’ün üzerinde katılımcının 50’yi aşkın projesi yer alıyor. Bienal bu sene başlıksız olarak hazırlanmış. Etkinlik mekanları içerisinde Müze Gazhane, Barın Han, Merkez Rum Kız Lisesi, Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Pera Müzesi ve elbette ki beni ve diğer sanatseverleri çok heyecanlandıran The Çinili Hamam yer alıyor.
İtiraf ediyorum bienal programı açıklandığında beni en çok heyecanlandıran mekan The Çinili Hamam olmuştu. Fatih’in Zeyrek semtinde bulunan Çinili Hamam, Osmanlı Hamam mimarisinin en önemli örneklerinden birisi. 1540–1546 yılları arasında Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa tarafından Mimar Sinan’a ısmarlanan yapı, sanatçının bilinen en erken tarihli hamamları arasında yer alıyor. 18. yüzyılda bölgede yaşanan depremler ve yangınlar sonrasında hamamın duvarlarını kaplayan ayırt edici mavi-beyaz İznik Çinileri tahrip olmuş ve Parisli bir antikacı tarafından satılarak Avrupa’nın en önemli müzelerinin koleksiyonlarında yerini almış. Bu çinilerin bir kısmı hâlâ hamamın erkekler kısmının sıcaklık bölümünde görülebiliyor. Hamamın bulunduğu Zeyrek Mahallesi ise Unesco Kültür Mirası Listesinde yer alıyor. Hamam, klasik dönem Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri. The Çinili Hamam 12 yıldır restorasyon nedeniyle kapalıydı. Bienalin bitmesiyle birlikte tekrar restorasyona devam edilmek üzere kapanacak. Ancak 2023 yılında müze-hamam olarak tekrar açılması bekleniyor. Çinili Hamam’da Bienal’in iki eseri sergileniyor. 500 yıllık bir hamamda çağdaş sanat eserlerini görmek paha biçilemez bir his bırakıyor.
İstanbul Bienali yukarıda saydığım mekanların dışında iki ilginç mekanda daha gezilebiliyor. Bu mekanların ilki Taksim Metrosu Yaklaşım Tüneli. 200 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde ve 4,5 metre yüksekliğindeki bu tünelin bir ucu, en yoğun kullanılan raylı hatlardan birine, diğer ucuysa şehrin en hareketli noktalarından biri olan Taksim-Harbiye’ye açılıyor. Diğer mekan ise Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi. Bahçe, 1597 yılında faaliyete geçen Yenikapı Mevlevihanesi ile 15. yüzyılda yaşamış İslam âlimlerinden olan, 41 çeşit baharat ve ottan yaptığı mesir macunu ile meşhur olmuş Merkez Efendi’nin kurduğu Halveti dergâhına yürüme mesafesinde. Bahçede 700’ü aşkın tıbbi bitki bulunuyor. 17. İstanbul Bienali bu bitkileri ve onların insan sağlığı üzerindeki vazgeçilmez rolünü vurguluyor.
Bienal’in düzenlediği mekanların içinde yer alan ve beni çok heyecanlandıran diğer bir mekan ise Pera Müzesi oldu. İstanbul Bienal’iyle 2015’ten bu yana iş birliği yapan müzenin beni en çok heyecanlandıran bölümleri; 16. yüzyıldan günümüze, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e içecek kültürünün merkezinde yer alan kahve hakkında kahve molası sergisi ve Tanzimat dönemi ve erken dönem cumhuriyet aydınları içerisinde yer alan ressam, arkeolog Osman Hamdi Bey’in koleksiyonun da burada sergilenmesi oldu. Osman Hamdi Bey’in meşhur “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosu da burada sergileniyor. Her iki koleksiyon da benim gibi hem kahvesever hem de Osman Hamdi Bey hayranı birini çok etkiledi.
Bienal’in bana göre iki eksik yönü vardı. İlki, kamusal alanda sanatı ön plana çıkaran ve ücretsiz olan bienalin girişi ücretli olan Contemporary İstanbul’la aynı takvime getirilmesi. Bu hem bienali hem de fuarı ziyaret etmek isteyen ve vakti kısıtlı olan yabancı sanatsever ve küratörlerin oradan oraya koşturmasına sebep oldu. İkincisi ise bienalin en dikkat çeken mekanı olan Çinili Hamam’ın konumu. Zeyrek’te yer alan Hamam’ın bulunduğu yere arabayla gelmek imkansız. Hamamın bulunduğu cadde tek yön olduğu için bir trafik karmaşası var ve etrafta otopark bulunmuyor. Diğer nokta ise Bienal’in çoğu mekanı engelli sanatseverlerin erişimine uygun değil. Bu hususları saymazsak gayet keyifli bir seçki olmuş.
Bienal’dan sonra diğer durağım İstanbul Modern’in geçici binası olan Alexandre Vallaury binasında gezilebilen “Bedenin Mücadele Alanındır” sergisi oldu. Agah Uğur Koleksiyonu’ndan seçilen eserlerin bir araya getirilmesi ile hazırlanan ve küratörlüğünü Halil Altındere’nin yaptığı sergi, Türkiye’den ve dünyadan kırktan fazla sanatçının elliye yakın eserini içeriyor. Agah Uğur’un toplumsal ve entelektüel duyarlılıkla oluşturduğu; geleceğe, geçmişe ve bugüne ilişkin birçok farklı soruyu barındıran özel koleksiyonunun içerisinde, çizimden neona ve bir NFT’ye kadar birçok farklı eser bulunuyor. Sergide Türkiye ve dünyadan sanatçıların ele aldıkları gözetleme, gösteri, direniş, göç, cinsiyet politikaları, sınır, hafıza gibi konularda çarpıcı eserler yer alıyor. Sergi, 31 Ekim’e kadar Tepebaşı’ndaki Alexandre Vallaury binasının 2. ve 3. katlarında gezilebilir. Bu sergide beni en çok etkileyen eser ise Ukrayna-Rusya Savaşını anlatan NFT oldu. Herkesin görmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bienal’dan ve Agah Uğur Sergisinden sonra Beyoğlu’ndaki son durağımız Salt Galata’daki “Sahnede Doksanlar” sergisi. Sahnede Doksanlar Türkiye’nin politik ve ekonomik açıdan en kaotik dönemlerinden biri olan doksanlı yılları performans temelli üretimleri öne çıkaran etkinlikler ile bireysel çalışmaları odağına alan bir seçkiden oluşuyor. Doksanlı yıllar Türkiye’de ilk özel televizyonun açıldığı, Türkçe Pop müziğin zirve yaptığı, birbiri ardına açılan televizyon kanalları ve şovlarıyla yakın tarihin en unutulmaz dönemleri arasında yer alıyor. Sahnede Doksanlar sergisi bu döneme tekrar bakıp bir doksanlar nostaljisi yaşamanıza neden oluyor. Sahnede Doksanlar, 13 Şubat 2023’e kadar Salt Galata’da gezilebilir. Elbette ki İstanbul’daki etkinlikler bu sergilerle sınırlı değil. Başta Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği Beyoğlu Kültür Yolu Festivali olmak üzere yakın zamanda yapılacak olan Filmekimi ve Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali gibi etkinliklerle İstanbulluları sanat dolu günler bekliyor olacak.
*Doksanlı yıllara tekrar dönüp bakmak isteyenler Doğan Gürpınar’ın Küstah ve Cüretkar: Türkiye’nin Doksanlı Yılları kitabını okuyabilir. Bu konuda Daktilo1984’te yayınlanan röportaja da göz atabilir.