[voiserPlayer]
Türkiye-ABD ilişkileri şu sıralar sakin seyretse de masada aslında çok fazla çözülmesi gereken problem var. Bunlardan belki de en sıcak olanı ABD’nin Türkiye’ye uygulaması muhtemel yaptırım kararları. Bu çok katmanlı konu Türkiye kamuoyunda hukuki zeminde değil çoğunlukla siyasi zeminde konuşuluyor. Yaptırımların birden fazla ve birbirinden farklı mekanizmaları sahip olması, uygulanma biçimleri, farklı ülkelere yönelik tasarılardaki dil farklılıkları vb. teknik konular genellikle göz ardı ediliyor. Bu teknik konuları ve daha fazlasını, Arın Demir, savunma sanayii ve ihracat kontrolleri hukuku alanında uzman olan Şafak Herdem ile konuştu.
Hali hazırda yürürlükte olan Türkiye’ye uygulanması öngörülen veya ihtimali olan yaptırım yasa ve tasalarının hukuki süreçleri nelerdir ? Son çıkan Ulusal Savunma Yetkilendirme yasası bunun neresindedir ?
Öncelikle, Amerika’daki devlet yönetiminden başlarsak başta Başkan var, karşılığı bizdeki yürütme. Bir yerde yasama var. Yasama’nın ise iki bileşeni var, bunlar Temsilciler Meclisi ve Senato. Yargı da üçüncü ayak. Başkanlık emri ise belki benzetebiliriz, bizdeki cumhurbaşkanlığı kararnamesine benzerdir. Bunlara paralel olarak, başkanlık emri, ABD başkanının kendi yetkisi altında kullandığı bağlayıcı emirler, araçlar olarak tanımlanabilir. Diğerleri ise yasama organları tarafından ortaya koyulan, yasalaşması istenen tasarılardır. Bunların yasalaşabilmesi için bir dizi süreçlerden geçmesi gerekmektedir. Örnek olarak, Temsilciler Meclisi’nde bir yasa tasarısı ortaya konuldu. Bunun önce, Temsilciler Meclisi’nden geçmesi gerekiyor, ardından Senato’da geçmesi lazım. Sonra Başkan’ın onayına sunulması gerekiyor. Eğer ki tasarının arkasında hem Temsilciler Meclisi’nde, hem de Senato’da 2/3 oranında destek varsa, o zaman başkan veto etse dahi yasalaşmasının önünde hiçbir engel kalmıyor. Bu kapsamda şu yanılgıyı düzeltmek isterim ki, yaptırımlara ilişkin Temsilciler Meclisi’ne sunulan tasarılar başkanlık emri ile sunulan yasa tasarıları değildir. Yasa tasarıları, Temsilciler Meclisi üyeleri veya senatörlerin kendi insiyatifleriyle sunulmaktadır.
Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası ise bir bütçe programıdır. Bütçenin kullanımına ilişkin belli başlı kısıtlamalar getirilmektedir. O nedenle yaptırımlar ile bütçeyi birbirinden ayırmakta fayda var. Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası bir yanda, başkanlık emri ve henüz yasalaşmamış yaptırım tasarıları bir yandadır. Bütün yasa tasarıları, Türkiye’nin Suriye’de yaptığı operasyonlara ve S-400 füze sisteminin tedarikine karşı bir refleksle sunuldu. Başkanlık emrinin çıkış tarihi S-400 hava savunma sistemlerinin alınmaya başlandığı tarihlerdir. Yasalaşma düzeyinde siyasi ve hukuki hızlı bir karar verileyemeceğinden dolayı, Başkan’ın kendi inisiyatifinde bir düzenleme olarak çıktı. Devamında da, farklı Senatörler ve Kongre Üyeleri tarafından yaptırım içeren 4 ayrı tasarı çıktı. Şu an bir başkanlık emri ve dört tane yasa tasarısı bulunmaktadır. Örnek verirsek, 2641 dediğimiz Promoting American National Security and Preventing the Resurgence of Isis Act of 2019 Dış İlişkiler Komitesi tarafından şu an Senato’ya sunuldu ve 17 Ekim 2019 tarihinde 18’e karşı 4 oyla kabul edildi. NATO kapsamında yürütülen faaliyetler de istisna tutulmuş durumda. Yasa tasarısı, Suriye’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin her türlü müdahalesini kısıtlayacak aktiviteleri referans göstermektedir. Burada, yine S-400’lerin alınması nedeniyle CAATSA’nın uygulanması, F-35 programından çıkarılması, F-16’ların çeşitli teknolojik yenilemelerinin verilmemesi gibi bir çok farklı yaptırımlar söz konusudur. Mevcutta dört tane tasarı diye gördüğümüz belge, sistematik ve ciddiyet bakımından birbirini desteklememektedir. Son iki yasa tasarının içerisinde fazlasıyla siyasi etkilenme ve lobi faaliyeti sonucunda çeşitli hususların da dahil olduğunu görüyoruz. Buna örnek olarak, tutuklu olan gazetecilerin tahliyesi gibi hususlar da mevcut.
Bu yaptırımların bir benzerleri başka hangi ülkelere uygulanmıştır? OFAC’in (The Office of Foreign Assets Control – Yabancı Varlıkları Kontrol Ofisi) yaptırımları uygulamadaki hukuki statüsü ve rolü nedir ?
Bu genel bir program. Bunlara ülke programları deniyor. Bugün bu ülke programları genel anlamda İran, Rusya, Venezuela, Küba’ya, Kuzey Kore’ye oluşturulmuş durumdadır. Biz bu programlardaki düzenlemelerin dilinden ziyade uygulamalardaki esnekliklere bakıyoruz. Bunları da bize OFAC’in yaptırım programlarına ilişkin yayınladığı rehberler gösteriyor. Örneğin, Rusya’ya ilişkin sıkı yaptırım programları söz konusuyken, OFAC yaptırım programlarıyla fazlasıyla çelişebilecek şekilde genel lisanslar tanıdığı sektörler veya özel lisans verilen şirketler var. Türkiye’ye uygulanan bire bir benzerinde bir program var mı? Şu an için bire bir benzer program var diyemem ama uygulama itibarıyla zaten öncesinde Türkiye’ye ilişkin bir yaptırım programı olmayıp, şu an bir program halinde yürürlükte bulunmakta. Bunun olması aslında medya ve iş dünyası tarafından panik ortamı şeklinde veya yaptırımların kaldırıldığı/getirildiği şeklinde zaman zaman farklı ve fakat genel itibariyle doğru okunamaması sonucunu doğurmakta. Öte yandan, bu girişimler Amerikan-Türk ilişkilerinin de farklı bir dönemece girmesi olarak değerlendirilebilir. Öncesinde buna benzer biçimde bire bir uygulanan bir programımız da hiç olmadı. Şu an hali hazırda yürürlükte olan bir başkanlık emri var. Bu emir artık Amerikan Başkanı’nın yetkilerini kullanmayı OFAC’e devretmiş durumdadır. OFAC bir yaptırım gerekli görürse, OFAC bütün bunları yapabilecek duruma geldi.
Bu Ulusal Savunma Yetkilendirme yasa tasarısıdır. Bu tasarı her yıl çıkıyor. Amerika’daki savunma bütçesinin nerelere harcanacağı, nasıl uygulanacağını öngörüyor ve buna ilişkin düzenlemeler getiriyor. Genel itibarıyla bir bütçe tasarısıdır. Fakat, bunun içerisinde Türk-Amerikan ilişkilerinin konjonktüründen kaynaklı bizim için kimi zaman yaptırım, kimi zaman yaptırım tavsiyesi olarak nitelendireceğimiz bazı hususlar var. Bunlar da, son zamanlarda Türkiye savunma sanayisine ve enerjiye ilişkin konular.
Hedef alınan yaptırımların hangi projeleri etkileyeceğini spesifik olarak tanımlamak mümkün değil, bu tamamen ilgili ABD otoritelerinin kararlarına bağlı fakat incelediğimiz itibarıyla bizim temelde yasaya ilişkin iki yaklaşımımız olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan biri enerji tarafında sona ermiş projelere yönelik düzenlemeler getirilmiş olmasıdır. Diğeri de, Savunma Sanayi projeleri çerçevesinde CAATSA’ya ilişkin olarak düzenlemelerin vurgulanması. Fakat, CAATSA’ya ilişkin düzenlemelerin birçoğu, bir nevi “yapsan iyi olur” şeklinde öneri veya tavsiye niteliğinde yorumlaması yapılabilecek ifadeler içermekte. Dolayısıyla, ben bunun mevcut siyasi konjonktürden kaynaklandığını ve bir aba altından sopa gösterme yöntemi olduğunu düşünüyorum.
Bu yönüyle (yasada bahsi geçen) Kuzey Akım 2 ve diğer projelerde 100 feet altında boru döşeyen şirketlere yönelik yaptırım uygulanacağından bahsediliyor. Zaten projelerde bu süreç kalmadı. Onun dışında buralara destek hizmetleri sağlayanlar olabilir ama bunlar da istisna kapsamında tutulmuştu. Dolayısıyla yaptırıma maruz kalmaları pratikte söz konusu olmayacaktır.
Bununla birlikte, kamuoyunda fazlasıyla yanlış anlaşıldığı kadarıyla bir CAATSA yaptırımları gelmiş değil. CAATSA hâlihazırda yürürlükte bir yasa, fakat bu yasa Amerikan kamuoyundaki yaygın algıya rağmen ki o da şudur; CAATSA’nın uygulanma şartlarının oluşmasına rağmen ABD Başkanı’nın bu yaptırımları uygulamaması üzerinedir. ABD Başkanı tarafından CAATSA bir süredir uygulanmıyor. Bugün CAATSA yaptırımlarını uygulamaması için ABD Başkanı’nın herhangi şekilde bir hukuki zemin yoksunluğu da bulunmuyor. ABD Başkanı istediği zaman bu yaptırımı uygulayabilir. Fakat, ABD iç siyasetindeki dengeler ve Türkiye ile ilişkilerde burada Amerika tarafından tabiri caiz ise ayak sürtme ya da ilişkilerin farklı bir siyasal boyuta doğru yöneltilmesini görüyoruz. Bunu engellemek için de ABD’de bir çok senatörün ve kongre üyesinin çeşitli girişimleri oldu. ABD Başkanı’na CAATSA’yı uygulatma zorunluluğu oluşturan veya CAATSA içerisindeki feragat yetkisini kullanamayacağı durumları getiren çeşitli girişimlerde bulunuldu ki bunlar da hali hazırda tasarı halindeki yaptırım düzenlemelerinde yer almakta.
Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasasına ilişkin CAATSA’nın halihazırda yürürlükte olduğunu anlıyoruz. Öte yandan, ABD Başkanı Donald Trump’ın bu yetkilerini Türkiye’ye karşı uygulamadığını söylüyorsunuz. CAATSA’da ABD Başkanı’nın bahsettiğiniz üzere feragat yetkisini kullanamayacağı durumları getiren çeşitli girişimler nelerdir ?
CAATSA’da ABD Başkanın 12 yaptırımdan 5 tanesini seçme durumu var, feragat etme veya askıya alma durumu yine CAATSA’da düzenleniyor. ABD Başkanı’nın istisnai ve feragat yetkisi kullanamaması için PACT Act (Protect Against Conflict by Turkey Act) yasa tasarısını sundular ki bu bizim için daha tehlikeli. PACT Act, Amerikan Başkan’ın CAATSA’daki tüm muafiyet ve istisna yetkilerini ciddi şekilde sınırlandırıyor ve kimi düzenlemeler bakımından bir nevi elinden alıyor. Bunun dışında, çok daha sistematik bir şekilde belirlenmiş kişilere, belirlenmemiş kişilere, belirlenmiş sektörlere, finansal kuruluşlara, hangi takvim aralığında, hangi yaptırımın uygulanması gerektiğini sistematik biçimde çerçevesini çiziyor. Bu Amerika’nın iç siyaseti ile ilişkilidir. Eğer PACT Act yasalaşırsa, ABD Başkanı’nın yetkileri alınacağından Türkiye’nin CAATSA’nın uygulanması anlamında çok sorunla karşılaşabileceğini değerlendirmekteyiz.
Son geçen Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası çerçevesinde, Türk Akım projesinin de yaptırıma maruz kaldığı, öte yandan projenin yaptırıma maruz kalmasına neden olacak offshore kısmının tamamlandığı bilinmektedir. Türk Akım projesinde yaptırıma maruz kalınmamasına karşılık neden Türk Akım ismi yasada geçmektedir ?
Kuzey Akım 2 ve Türk Akım Projelerinin devamı niteliğinde olan boru hatlarının 100 feet daha derinde döşenmesi faaliyetinde bulunan deniz araçlarına yaptırım söz konusudur. Geniş düşünüldüğünde, bu projelerin devamı niteliğinde hala bir boru hattı döşenmesi gerekliliği olursa ve bunları döşeyecek olan yabancı gemiler olacak ise, ABD, ‘‘Türkiye’ye artık bu hizmeti verme’’ diyebilecektir. Öngörülen yaptırım, bu kapsamda projeye destek sağlayacak yabancı firmaları caydırıcı fonksiyona hizmet edebilir. Bunun dışında, deniz araçlarını Kuzey Akım 2 ve Türk Akım projelerine deniz aracı kiralayan, satan veya herhangi bir şekilde temin eden kişilere ve deniz araçlarının bu projelere temini için yanıltıcı ve aldatıcı işlem gerçekleştirenlere yaptırım uygulanması mümkün hale gelmiştir. Dolayısıyla burada, ABD’nin, Türkiye’nin ve projenin mevcut durumundan bağımsız olarak projenin devamında ihtiyaç halinde, uluslararası şirketlere caydırıcı bir koridor açmak niyeti bulunmaktadır şeklinde bir değerlendirme yapmak hatalı olmayacaktır. Ek olarak burada şöyle bir nüans var, onu eklemekte fayda var. Türk Akım ve Kuzey Akımı 2 projelerinin ismi zikrediliyor. Buna ilaveten deniliyor ki, “bunların devamı niteliğindeki projeler” yani hali hazırda bu iki proje de tamamlanmış durumdadır. Olur da bu projeler gelecekte bir şekilde genişletilmek istenirse bunun önünü almak amacıyla böyle bir ifade kullanıldığı da söylenebilir.
Sunulan yasa tasarıları çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef alan yaptırımların hukuki dayanağı ve olası sonuçları nelerdir? Yine burada OFAC’in kararlarını mı izlemek gerekiyor?
İlgli tasarı Suriye’deki operasyonlara destek veren herkese yönelik bir tasarı. OFAC, şirketin bulunduğu yer ve zaman itibarıyla herhangi bir işlem yoksa genellikle inceleme yapmamaktadır. Burada önemli olan, herhangi bir şirketin ilgili kısıtlı olarak tanımlayabileceğimiz sektörde faaliyet göstermesi değil, tesis ettiği işlem veya eylemlerin yaptırım programlarındaki amaca aykırılık teşkil edip etmediğidir. Yasal yapının oluşmasını müteakip (başkanlık emri veya yasa ile) yaptırımı uygulayan otorite OFAC’tir ve OFAC yasanın gerektirdiği süreçlerden sonra yaptırımın daha belirgin tanımı ve uygulamasını üstlenir. Yaptırımdan çok basit anlamıyla anlaşılması gereken, SDN (specially designated nationals and blocked person) listesine alınmaktır diyebiliriz. SDN listesine alındığınız zaman, adeta sistem dışına çıkarılırsınız. Sistem içerisinde bloke hale gelmiş olursunuz. SDN listesine alınıp, alınmayacağınızın öngörülmesi, aslında bu işlemlerde kimlerin dahiliyetinin fazla olup olmadığının gözlemi OFAC tarafından yapılır. Örneğin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye operasyonlarına yönelik, belirlenmiş finansal kuruluşlar arasında Halk Bankası’ın adı geçiyor. Halk Bankası’a yönelik bir yaptırım uygulaması başlamış olsa, Halk Bankası’ın bu yaptırım çerçevesinde SDN listesine alınmış olması muhtemel olabilir, OFAC için önemli olan da yaptırımın amacına uygun işlem sürecinin başlamış olmasıdır. Aykırılık teşkil edecek her türlü durumda SDN listesine alınma ihtimali doğaldır. Amerikan kişileri bakımından, yeşil kart sahibi, şirket sahibi, doğrudan, dolaylı kontrol eden, vekil veya ABD sınırlarına girmiş kişiler içinse ABD’nin hapis ve idari para cezası uygulama yetkisi var. Dolayısıyla, tüm bunlar itibarıyla bugün eğer Suriye’de şu grup, şu şirket diye bir tanımlamayı rahatlıkla yapabiliyorsak onlar için bu programlar doğal risk teşkil etmektedir.
Türkiye, Suriye’nin herhangi bir bölgesine harekat yaptığı durumda, taslak halinde duran yaptırım yasaları yasalaşarak devreye girme ihtimali bulunmakta mıdır?
Yasa tasarıları olarak çok hızlı yol kat edenler oldu. Şimdiye kadar çok fazla, bu büyüklükte bir oranda oyla geçmiş olduğuna şaşırdığımız yasa tasarıları oldu. Bunları başında PACT Act geliyor. Bunun için hukuki bir engel yok.
Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’ye ilişkin en tehlikeli tasarı PACT Act’e ilişkin. Bu çerçevede ABD Başkanı’nın CAATSA’daki 12 yaptırımdan 5 tanesini uygulamada feragat yetkisini elinden alınma ihtimali olduğunu söylediniz. Kısaca, özetlersek, bu yasa tasarısının ya da mevcut diğer tasarılarda buna benzer başlıca dikkat çekici yönleri bulunmakta mıdır?
PACT Act’in en dikkat çeken yönü ABD Başkanı’nın Türkiye’nin S-400 füze sistemi satın almasını müteakip iç kamuoyunda CAATSA yaptırımlarının uygulanması baskısına rağmen bu yasayı uygulamaması neticesinde bu yasayı uygulanabilir hale getirmek için getirdiği düzenlemeler. Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, 2. Ordu Komutanı, Hazine ve Maliye Bakanı belirlenmiş yaptırıma tabi tutulacak kişiler arasında net olarak düzenlenmiş. Mevcut tasarının yasalaşması halinde bu kişilere 15 gün içerisinde seyahat ve mal varlığı dondurma yaptırımları öngörülmekte. Bunun gibi Halk Bankası’na öngörülen yaptırımlar da aynı takvime bağlanmış. PACT Act’in uygulama takvimi çok kesin ve net ve bu takvimlerde esnemelere pratikte çok da kolay olmayacak bir işlem silsilesi ile aslında pek de imkan tanınmamış görünmekte.
Sunulan yasa tasarıları çerçevesinde Halk Bankası’nı hedef alan yaptırımların hukuki dayanağı nedir?
Tamamen mevcut Amerikan konjontüründeki Türkiye’ye bakış açısı ve siyasi duruştur. Suriye operasyonuyla Halk Bankası’ın ilişkilendirmesinin hukuki bir gerekçesini kurmak çok mümkün değil. Fakat, Türkiye’ye karşı bir yaptırım refleksi geliştikten sonra zaten sıralı olarak gündeme gelen mevzuata baktığımız da silahlı kuvvetler ve savunma sanayini kapsıyor. Yüksek tonda refleks olarak Başkanlık emriyle bazı bakanlarımızı ve bakanlıkları SDN listesine almalar, yanına bir de Halk Bankası ile ilgili düzenlemelerin gelmesi, ama o tarafta bir uygulamanın olmaması, bugün gelinen noktada 4 tasarıyı yan yana getirdiğimizde TSK’ya otomotiv parçasıyla ilgili hizmet sunan kişiler, bunların da yaptırımlar dahilinde olduğunu düzenleyen hali hazırda yasa tasarıları var. Aslında bu da, tasarıyı kimin sunduğu ve arkasındaki lobi, siyasi gücün etki alanıyla alakalı bir durum. İlk baktığımızda, tutuklu gazetecilere ilişkin dahi referans gösterilen Amerikan yasa tasarı metinleri var. Bunlar tamamen siyasi konjonktürden kaynaklı metinler.
Bahsi geçen yaptırım içeren yasa tasarıları kapsamında herhangi bir waiver, istisna, sunset ve benzeri şekilllerde Türkiye’ye yaptırım tasarılarını uygulanmamak üzere herhangi bir çıkış yolu bulunmakta mıdır?
PACT Act tarafında herhangi bir çıkış yolunun pratikte bulunmadığını değerlendirmekteyiz. Yalnızca orada, kongreyi ve ilgili komiteyi ikna etmesi halinde ve bu istisnanın ABD’nin ulusal güvenliğinin gerekliliği olması halinde çeşitli sunset close’lar bulunmaktadır. Bu da yine ABD’deki iç siyaset ile doğrudan ilintili olacaktır. Ben bugün itibarıyla bakılırsa hukuki tarafından bağımsız biçimde İran-ABD arasında olan gelişmelerin, Türkiye-ABD arasındaki gelişmelere yansımalarının irdelenmesi ve öngörülmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle, İncirlik Üssü’nün bölgede Amerikan ulusal çıkarları için önem arz ettiği önermesi mevcut durumda hatalı olmayacaktır. Yaptırımlar düzeyinde, Amerikan perspektifiyle bakıldığında hedef alabilecekleri üç konu olduğunu gözlemlemekteyim. Bunlar Suriye operasyonu, S-400 füzeleri ve Doğu Akdeniz meselesidir. Bu konular da Amerikan siyasetinde görüş değişimi olmadığı sürece alevlenebilecek potansiyele sahip bölgeye ilişkin konulardır.
Türkiye’nin F35 programından çıkarılmasını öngören ilgili tasarının hukuki dayanağı ve sonuçları nelerdir? Türkiye, bugüne kadar F-35 projesine yaptığı yatırım adına tazminat talep edebilir mi?
F-35 projesi devletimizin kanunlaştırmış olduğu bir projedir. Hukuki altyapısı, ABD Hükümeti ile bir mütabakata ve o mütabakatın meclisten geçerek bizim tarafımızda da bir metin ile yasa hükmü haline gelmesine ilişkindir. Biz bu metnin içerisinde, bütün uyuşmazlık meselelerinde davaların açılmayacağına dair bir beyanda bulunmuşuz. Bu metin de yasalaşmış. Bu yasanın değiştirilmesi söz konusu olabilir mi? Teoride olabilirse de, pratikte olmaz düşüncesindeyim. Olsa da bu yasa değişikliği mutabakat değişikliği anlamına gelmeyecektir. Burada asıl önemli olan yasanın Türk Hükümeti’ni bağlayıcı olmasıdır, Türkiye Cumhuriyeti tarafında bir hüküm ifade etmesidir. Genel uygulamalar tarafında, bizim şirketlerimizin hangi koşul ve şartlar altında Amerikalı muhattaplarla nasıl ve ne şekilde bir anlaşma yaptığını detaylı olarak incelemekte fayda var, bu kapsamda genel hükümlere göre tazminat talep edilip edilemeyeceğinin hukuki değerlendirmesine vakıf olmak önem arz ediyor. Fakat, bununla beraber Türk şirketlerinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu ilişkilerdeki politikasına ters düşmemek için sürecin siyasi olarak yönetilmesinin daha isabetli ve rasyonel olacağını düşünmekteyim.
Sunulan yasa tasarıları ve Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası çerçevesinde S-400 hava savunma sisteminin satın alımının sonucunda uygulanma ihtimali olan CAATSA’nın hukuki mekanizması nedir?
İlk olarak, Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası kapsamında geçen CAATSA’ya yönelik hükümler tavsiye niteliğindedir. CAATSA’nın hukuki mekanizmasının açılması gerekiyor. CAATSA diyor ki; önemli işlemler, örneğin madde 235, “Rusya ordusuna, devletine, istihbaratı ile önemli işlem gerçekleştiren kişilere Başkan yaptırım uygulamak zorundadır” diyor. Bununla birlikte ‘‘önemli işlem nedir?’’in tanımı ABD otoritelerinin insiyatifine bırakılmış durumdadır. İlgili yaptırım içeren yasa tasarılarında deniyor ki, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alması önemli işlem olarak kabul edilmek zorundadır. Yani, “Başkan’a Türkiye S-400 aldığı için CAATSA’nın mekanizması tetiklenerek yaptırım uygulama zorunluluğu getirir” diyor. Ulusal Savunma Bütçesinde ise Başkan’ın uygulamasının uygun olacağının değerlendirildiğini ifade ediyor, bir nevi tavsiye niteliğinde bir ifade geçmekte diyebiliriz.
2020 Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası içinde Savunma Sanayine yönelik tavsiye niteliğinde olan ve Enerji sektörünü Türk Akım projesi ile doğrudan hedef almış yaptırımların yasalaşmış olması ile yasa tasarısı halinde bulunan olası yaptırımların hukuki olarak uygulanmıyor oluşuyla siyasi bir ilişki kurulabilir mi?
Böyle bir siyasi ilişki kurmak çok doğru olmaz. Bahsedilen yaptırımlar kapsamında ilk çıkan 14 Ekim tarihli Başkanlık emri, diğerleri de 17 Ekim tarihinde Kongre’ye, kongre üyeleri tarafından sunulan yasa tasarılarıdır. Kongre üyeleri birbirlerinden farklı arka planlardan, reflekslerden, kaynaklardan, dinamiklerden geliyorlar. Aslında hepsi görüldüğü üzere yaptırım yasalarını bir aşamaya kadar getirme çabasındalar. Bu Amerikan dış siyasetini oluşturan ‘’common sense’’ midir? Bence değildir. Çünkü, birbirileriyle bir arada koordineli çıkan yasalar sonunda uyumlu bir mevzuat söz konusu olmuş olacak. Zaten ABD, hali hazırda yürürlükte bulunan başkanlık emri ve yürürlükte bulunan CAATSA ile bütün bu yaptırımları uygulama hukuki altyapısına sahip.
S-400 hava savunma sisteminin satın alımı sonucu CAATSA’nun uygulanma ihtimali, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması, bakanlıklarımız ve TSK olmak üzere öngörülen çeşitli yaptırımlar, Halk Bankası başta olmak üzere birden fazla yaptırım içeren yasa tasarılarından bahsettik. Bütün bunların hâlihazırda yürürlükte olduğunu biliyoruz. Bunların yasa haline dönüşmesi tamamen Türkiye-ABD ilişkilerinin genel seyrine mi bağlı?
Şuna dikkat çekmekte fayda görüyorum. Yaptırım dediğimiz şey ABD’nin dış politika amaçlarını yerine getirmek için kullanılan araçlardır. ABD, değişen konjonktürle birlikte Türkiye’ye ne kadar sert bir müdahalede bulunulması gerekiyorsa bu tasarılar da o yönde şekillenebilir. ABD politik olarak, konjonktürü Rusya ve İran bileşenlerini değerlendirerek, biz Türkiye’yi, çok da uzaklaştırmamayı tercih ederse o zaman bu yasa tasarıları hiç geçmeme ihtimali de bulunmaktadır.