[voiserPlayer]
Sivil Toplum ve Medya Çalışmaları Derneği, “Sivil Toplumun Geleceği” raporunu açıkladı. Sivil toplum kuruluşlarının (STK) mevcut durumunu kapsamlı bir şekilde değerlendiren bu raporla; sorunların saptanması, kapasitenin geliştirilmesi, etki gücünün artırılması, farkındalık yaratılması ve çözümlerle birlikte gelecek perspektifi sunulması amaçlanıyor. Araştırmacı Nezih Onur Kuru ile Sivil Toplumun Geleceği raporunu konuştuk.
Sivil Toplumun Geleceği adlı rapordaki çalışmanızı biraz anlatır mısınız?
Biz, Sivil Toplumun Geleceği projesi kapsamındaki araştırmamızda, sivil toplumun ihtiyaçlarını ve motivasyonlarını görmeye çalıştık. Bu çerçevede de hem nicel hem de nitel yöntemler izledik. Nicel tarafta 79 ilden toplam 552 katılımcıyla görüşme sağladık. 552 farklı sivil toplum kuruluşunu, kuruluş amaçlarına ve üye faaliyetlerine göre hemşehri, himayeci, hayırsever, savunucu, öz örgütçü, uzman ve meslek sektör eğilimli kurumlar olarak yediye ayırdık. Ayrıca bu grupların kendilerini ifade ettikleri ideolojik kimlik de bizim için önemli bir faktör. Muhafazakar kimlikli 110 kuruluş, seküler kimlikli 160 kuruluş, bir de hem seküler hem de dindar kişilerin bulunduğu karma kuruluşlar var. Bunlar da 282 kuruluş. Bunun yanı sıra biz 55 kişiyle derinlemesine görüşmeler yaparak ortaya nedensel bir hikaye koymaya çalıştık. Katılımcılara bu görüşmelerde 3 ana başlıkta 27 soru yönelttik. Bu başlıklar; sivil toplum, demokratik haklar, siyasi katılım, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve sivil toplum kapasitesiydi. Bu şekilde geniş ve derinlemesine bir araştırma yaptık. Sivil toplumdaki ihtiyaç ve motivasyonu görmek için kapsamlı bir araştırma oldu.
Sivil toplum kuruluşları bugün umut vadediyor mu? Sivil toplum kuruluşlarına güven ne durumda?
2016 OHAL atmosferinden bir yandan çıkılıyor. Çünkü OHAL dönemi bitti. Ama bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle beraber aslında otoriter uygulamalar devam ediyor.
Yani STK’lar konusunda genel olarak tüm gruplarda bir kafa karışıklığı var. Çünkü Türkiye’de sivil toplum alanında özellikle 2016, 15 Temmuz darbe girişiminin sonrasında hayata geçirilen OHAL uygulamaları kapsamında kapatılan birçok sivil toplum kuruluşu nedeniyle kalan sivil toplum kuruluşlarında da bir güven bunalımı ortaya çıktı. Bir korku iklimi oluştu, aynı zamanda ekonomik krizin giderek derinleşmesi de kaynaklar ve motivasyon konusunda olumsuz etki yapabilecek bir faktördü. Ama şunu gözlemliyoruz, bir yandan 2016 OHAL atmosferinden çıkılıyor. Çünkü OHAL dönemi bitti. Ama bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle beraber aslında otoriter uygulamalar devam ediyor. Dolayısıyla biz parçalı bir görüntü ortaya koyduk. Bu araştırmada bizim karşılaştığımız tabloda, tüm gruplarda sivil toplumun etkisinin düştüğüne katılanlar da var, aynı kaldı diyenler de var, etkisi arttı diyenler de var. Genel olarak daha az siyasi yönelimli olanlarda, örneğin hayırsever örgütlerde, özel örgütler veya hemşehri örgütlerine daha heterojen bir görüntü çizilirken, siyasi yönelimi olanlarda ve meslek-sektör eksenli olanlarda etkisinin düştüğünü söyleyenler biraz daha öne çıkıyor. Ama yine de %50’nin üzerine çıkmıyor. Günün sonunda parçalı bulutlu bir görüntü var.
Örgütlerin ortaklaştığı ve birbirinden ayrıldığı yönleri nelerdir?
Katılımcıların %67’den fazlası, orta ya da yüksek düzeyde kaygı hissederken, stres düzeyi %72’ye ulaşıyor.
Sivil toplum kuruluşlarının duygu ve motivasyon durumunu ölçmeye çalıştık. Katılımcıların %67’den fazlası orta ya da yüksek düzeyde kaygı hissederken, stres düzeyi %72’e ulaşıyor. Aktiflik oranının da düştüğü bu durumda aşikar. Az önce anlattığım tabloda yani 2006 sonrasında sivil toplum alanının daralması ve ekonomik krizle birlikte kaynaklarının azalmasıyla beraber aktiflik düzeyinin düşük kaldığını söyleyenler %79’a ulaşıyor. Bunlar, ortak ulaşılan nokta olarak öne çıkıyor. Negatif konuların dışında motivasyon konusunda görüntü çok daha pozitif. Tüm bu negatif etmenlere rağmen sivil toplumcu aktörler motivasyonlarının yüksek olduğunu söylüyorlar. Orta düzeyde veya yüksek düzeyde motivasyon hissedenlerin oranı %92’ye ulaşıyor. Her şeye rağmen katılımcı aktörlerin yine de motivasyonlarını koruduğunu görüyoruz. Ayrıştığı noktalar da var. Sivil toplumdaki kurumsal kapasitenin değiştiğine dair parçalı bulutlu bir hava var. Orada düştüğünü söyleyenler çoğunlukta olsa da yine de %50’yi geçmiyor ve bu kez %49’da kalıyor. Diyalog ve iş birliği konusunda %50’ye bölünme hali var. Etkinlik konusunda da yine %47’de kalan düşük etkinlik bulma oranı söz konusu. Orta ve yüksek olanlar yaklaşık %54’e yakın. Bu başlıklarda kısacası, sivil toplum kuruluşlarının etkisi konusunda bir ayrışma var. Burada şunu söyleyebilirim, daha siyasi olanlar ve daha çok ekonomi hayatına angaje olan kurumlar biraz daha karamsar bu konularda. Çünkü siyasi ve ekonomik değişimler onların doğrudan etki alanına sirayet ediyor. Fakat hemşehri dernekleri olsun, çevreci örgütler olsun veya öz savunucu hareketler, kurumlar olsun, siyasal ve ekonomik alandan dolaylı olarak etkilenen ve katılımın herhangi bir hukuki yaptırımla karşılaşma oranının daha düşük olasılıkta kaldığı alanlarda biraz daha pozitif bir hava hakim.
Sivil toplum kuruluşu çalışanlarının motivasyonlarının kaynağı ne?
Genç yaş grubu, zaten baskıcı bir ortamda sosyalizasyon gerçekleştirdiği için uygulanabilir bir vizyon görmüyor.
Genel olarak tüm kesimleri etkileyen bir faktör olarak duygusal tatmin ve kendini gerçekleştirme öne çıkıyor. Ancak gözlemlerimize göre yaş düştükçe sivil toplumun toplum üzerindeki etkisine dair motivasyon azalıyor. Bu durum şundan kaynaklı olabilir. Birincisi, yaşa göre içinde bulunduğumuz sosyalizasyon önemli. Mesela 30 yaş üzeri seçmenler veya 50 yaş üzeri katılımcılar, Türkiye’nin şu andaki durumdan görece daha özgür olduğu 2000’ler veya 1990’larda sivil toplum günümüze göre daha etkindi. O zamanlarda aktif rol oynadıkları için sivil toplumun potansiyelinin farkındalar ve bunun gerçekleştirilebileceğini düşünüyorlar. Ama genç yaş grubu, zaten baskıcı bir ortamda sosyalizasyon gerçekleştirdiği için uygulanabilir bir vizyon görmüyor. Çalışmamızda görece daha faydacı, daha rasyonel motivasyonların öne çıktığını da gördük. Yüz yüze derinlemesine görüşmelerde de bunu fark ettik. Fayda sağlama motivasyonu öne çıkıyor. Sadece toplumu değiştirme gibi, yani aktivistlik gibi büyük amaçlar yerine; kısa vadeli, kendi hayatıyla ilgili, birliktelik hissi gibi fayda sağlama motivasyonları ön plana çıkıyor. Maneviyat, dini motivasyonlar bir adım arkada kalıyor, özellikle hak savunuculuğu çok arkada kalıyor. Burada katılımcıların iyi bir şeyler yapma motivasyonu hakim, geleneksel olan hayırseverlerin yerini alan bir flantropik davranış kolunun yerleştiğini görüyoruz.
Sivil Toplum Kuruluşlarının geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bunalma deneyimini sorduğumuzda hiç olmuyor diyenler %63, yani sivil toplum faaliyetlerinden bunalanların oranı çok az ama kaygı ve stres oranı çok yüksek. Bu da ülkenin bulunduğu psikolojik şartları kaldırabilen kişilerin sivil toplum faaliyetlerine katılabildiğini gösteriyor.
STK’larda bulunan insanlar, genel olarak motivasyonları ile bu faaliyetlere katılıyorlar. Örneğin, bunalma deneyimini sorduğumuzda hiç olmuyor diyenler %63, yani sivil toplum faaliyetlerinden bunalanların oranı çok az ama kaygı ve stres oranı çok yüksek. Bu da ülkenin bulunduğu psikolojik şartları kaldırabilen kişilerin sivil toplum faaliyetlerine katılabildiğini gösteriyor. Burada toplumun genel manzarasıyla, katılımcıların profili arasında bir farklılık var. Katılımı genişletmek için toplumdaki hukuki, siyasi, ekonomik şartların düzelmesi, engellerin ortadan kalkması ön şart. Bunun yanında sivil toplumun içsel sorunlarına odaklanırsak, genel olarak kaynak problemi ön planda. Kaynak probleminin çözülmesi, yine ekonomik şartlara bağlı. Ekonomik kriz burada çok etkili. Aynı zamanda da sivil toplum bilincinin yaygınlık kazanması, insanların hem maddi olarak bu kurumlara kaynak sağlaması hem de aktif katılımcı olarak kendilerinin de kaynak olması ve ülkenin şartlarına bağlı. Ben biraz daha makro okuyorum açıkçası. Bu konuda aynı zamanda da şunu söyleyebiliriz: Türkiye’nin çok yüksek bir kutuplaşma düzeyi var. Genel nüfus örneklerine baktığımızda, yani sivil toplum örneklerinden çıkıp genel nüfusa döndüğümüzde biz, siyasal katılımın bir adım önde olduğunu görüyoruz. Bir varoluş mücadelesi var sanki toplumda. Bu derin kutuplaşmadan ötürü biz de incelerken seküler, İslami diye ayırmak zorunda kaldık. Eğer kutuplaşma azalırsa bireyler daha faydacı motivasyonlarla kendi çevrelerindeki ya da kendi hayatlarındaki sorun alanlarına dokunan alanlarda sivil topluma katılım sağlayabilirler. Aynı zamanda da siyasi olmayan bağların riskleri daha az olacağı için yardımlaşma ve ortak hareket etme konusunda da ben ilerleme kaydedilebileceğini düşünüyorum. Fakat çok büyük ölçüde Türkiye’nin siyasi, ekonomik koşullarına bağlı diye düşünüyorum.
Fotoğraf: Shalom de León