[voiserPlayer]
Uluslararası insan hareketliliği çoğaldıkça dünya siyasetinde mülteci politikaları da yer yer dönüşüyor. Bu değişimin mülteciler aleyhine sonuçlanması, ülkelerin insan hakları odağı dışında politikalar üretmeleriyle aynı doğrultuda ilerliyor. Dolayısıyla, her vakit zorunlu göç ile karşı karşıya kalanlar için bu, kötü bir durum olabiliyor.
Politika yapma konusunda ön saflarda duran iktidar partileri bu konularda bayrağı ellerinde taşısalar da tek karar verici onlar değil. İktidar dışındaki muhalefet partileri de bu konuda pekala etkili olabiliyor, uygulanan politikaları değiştirebiliyor. Bu sebeple, iktidar partisi kadar muhalefet partilerinin de bu politika yapıcılığın içindeki rolünü anlamak kıymetli. Nermin Aydemir ile Türkiye’de iktidar partisi, MHP, CHP ve HDP partilerini incelediği Framing Syrian Refugees in Turkish Politics: A Qualitative Analysis on Party Group Speeches adlı makalesi çerçevesinde bir röportaj yaptık. Makaleye bağlı kalarak, farklı ideolojiler ve bu ideolojilerin mültecilere yönelik politikalarından başlayıp, parti liderlerinin konuşmaları ve partilerin mültecilere yönelik söylemlerini konuşacağız.
Öncelikle, Türkiye’deki mülteci politikalarını bir bağlama oturtabilmek adına Türkiye’nin bugününde etkili olan tarihsel faktörlere değinelim: Türkiye’de geleneksel olarak geliştirilmiş mülteci politikası nedir?
Türkiye esasen göç ile yoğrulmuş bir ülkedir. Osmanlı’nın zayıflaması ile birlikte yüzbinlerce, hatta milyonlarca mültecinin ana yurda yerleştiğini görüyoruz. Burada mültecilerin kabullerinde esas olan, Osmanlı tebaasının ana grubuna mensup olunması. Bunun da belirleyicileri, Sünni aidiyete sahip olup Türkçe bilmek veya en azından Türk kültürüne yakın olmak. Cumhuriyetin kuruluş aşamasındaki bu kriterler daha sonrasında da uzun süre devam etmiş.
Türkiye’de göç çalışmalarında çokça altı çizilen 1951 Cenevre Konvansiyonu ile başlıyorsunuz çalışmanıza, bu bize ne anlatıyor?
1951 Cenevre Konvansiyonu, 2. Dünya Savaşı sonrasında göç etmek zorunda kalmış olan kişilerin hak ve özgürlüklerini düzenleyen bir belge. Daha öncesinde de tabi ki zorunlu göçler olmuş ancak modern hukukta mültecilerin haklarını belirleyen ilk belge Cenevre Konvansiyonu olduğu için bu belgeyi bir başlangıç noktası olarak almak mümkün. Türkiye de o dönemde, bu konvansiyonun yazılmasında rol almış ve ilk imzalayan ülkelerden biri olmuştur. Cenevre Konvansiyonun diğer bir önemli yanı, Türkiye’nin Osmanlı’nın son zamanlarından bu yana süren temel göç yönetimi prensiplerini devam ettirmesi. Bu göç politikasında, Balkanlar, Kafkasya ve Kırım gibi eski Osmanlı topraklarından gelen nüfusa kapılar açılırken Doğu sınırlarından gelebilecek ve geleneksel olarak Osmanlı tebaası içinde kategorize edilmeyen diğer göçmenlere karşı kısıtlayıcı politikalar benimsenmiştir. Türkiye bu antlaşmaya koyduğu coğrafi çekince ile Doğu Sınırlarından gelebilecek mültecilere sınırlarını kapatmıştır. Türkiye, uzun zaman bu çekincesi ile Doğu Sınırlarından gelen mültecilere uzun süreli ikamet izni tanımak ve bir takım sosyal hakları vermekten uzak kalmıştır.
Ardından bu geleneksel politikayı somutlaştırmak için bir örnek veriyorsunuz: Kuzey Irak’tan Türkiye’ye zorunlu göç. Bu örnek hangi dinamikleriyle bu geleneksel politikayı temsil ediyor?
Türkiye, Doğu sınırlarından gelen mültecilere yönelik olarak sınırlı sorumluluğu ile bu göçmenleri çok kısa süreliğine korumuştur. Kimi zaman ise sınırlarının ötesinde korumuş ve ardından ülkelerine geri göndermiştir.
Şimdi, biraz literatüre girerek Türkiye’deki mülteci politikalarını karşılaştırmalı bir perspektiften anlamaya çalışalım. Literatür hangi değişkenlerin partilerin mülteci politikaları üzerinde etkili olduğunu söylüyor? Örneğin sağ ve sol ideolojilerin klasik değerleri açısından mülteciler konusunda ne tür farklı politikalar görülüyor?
Batı ülkelerinde yapılan çalışmalar ideolojik ayrımları, sağ/sol veya muhafazakar/ilerici şeklinde ele alıyor. Sağ/muhafazakar ideolojiler bir taraftan ülkelerin mevcut kaynaklarını daha fazla kendi vatandaşlarına ayırmayı öncelerken diğer taraftan da toplumun mevcut demografisini muhafaza etme gayreti içinde oluyorlar. Sol ideolojilerin eşitlikçi yaklaşımları, kendileri ile aynı kökenlere sahip olmasalar da ihtiyacı olan kişilere yönelik daha paylaşımcı olmaları beklentisini doğuruyor. Benzer doğrultuda, ilerici partilerin yeni kültürlere ve kimliklere karşı daha olumlu bir siyaset izlediği görülüyor.
Bu konuda ampirik çalışmalar ne öneriyor? Sağ/sol ideolojik spektrumun klasik değerleriyle aynı doğrultuda mı?
Özellikle son yıllarda sol partilerin göç gibi “çetrefilli” bir meselede sessiz kaldıklarını görüyoruz. Sosyal demokrat ilkeler daha ziyade kendi vatandaşlarının haklarını ve özgürlüklerini korudukları zaman gündeme geliyor. İlerici partiler her ne kadar daha insani yaklaşımlar benimseseler de somut öneriler getirmekte eksik kalıyorlar. Bu noktada çok enteresan olan konu şu: Aslında merkezde yer alan muhafazakarların merkez sol partilerden çok ayrılmadığını görüyoruz. Geçen yıl sunduğum bir bildiride Avrupa Parlamentosundaki tartışmaları incelerken bu durumu görmüş ve çok şaşırmıştım. Avrupa Parlamentosunun merkez sağ grubu üyeleri en az sosyal demokratlar kadar göç meselelerini gündeme taşıyor. Hatta zaman zaman göçmen karşıtı aşırı sağ hareketlerin dahi mültecilerin haklarını koruduklarını görüyoruz ancak sağ/muhafazakar partilerin bu insani yaklaşımı, göçmenlerin Avrupa Birliği sınırları dışında olduğu durumlarda ortaya çıkıyor. Sağ ve muhafazakar partiler özellikle mültecilerin AB dışında olmaları durumunda, gayet güzel bir şekilde göçmen yanlısı politikaları savunuyorlar. Mülteciler, Birliğin topraklarına girdiklerinde ise yasadışı olarak tanımlanıyorlar. İkircikli bir durum söz konusu.
Türkiye’ye geldiğimizde sağ/sol ekseni içinde farklı düşünce bütünlerinin yer aldığını görüyoruz?
Türkiye’deki ideolojik ayrımlara baktığımızda sağ/sol veya ilerici/muhafazakar ayrımından çok kimlik temelli ayrışmalar olduğunu görüyoruz. Bir tarafta sekülerlik/muhafazakarlık (Yeni Osmanlıcılık ile harmanlanmış) diğer tarafta Kürtçülük/Türkçülük temelli ayrışmalar mevcut. Bunun Türkiye’deki ekonomik ve sosyolojik yapıyla ilgisi bulunuyor. Türkiye’de özellikle sağ/sol ayrımlarının ilk ortaya çıktığı dönemlerde, oturmuş ekonomik sınıfların bulunduğunu söylemek oldukça güç. Diğer taraftan toplumun tamamından çok, her kesimin kendi dar çıkarlarını öncelemesi söz konusu.
Mülteci politikalarına baktığımızda, genel olarak, diğer hangi politikalarla ilişkililer?
Göç meselesi ne yazık ki çoğu durumda kendi başına bir mesele değil. Genellikle dış politika veya ekonomik meseleler tartışılırken arada, argümanları destekleyecek bir konu olarak gündeme geliyor. Bu çok sıkıntılı bir durum. Türkiye bugün dünyanın en yoğun mülteci nüfusunu barındıran ülkesi ve Türkiye’de halen argümanları oturmuş siyasi tartışmaların olmadığını görüyoruz. Konu çok yüzeysel tartışılıyor.
Siz yaptığınız çalışmada sadece hükümette olan partiyi değil diğer muhalefet partilerinin de mültecilere yönelik politikalarını inceliyorsunuz. Bunun literatürde bir eksikliğe karşılık geldiğini söylüyorsunuz. Türkiye’yi inceleyen literatür bu konuda nasıl?
Göç çalışmalarında epey bir literatür oluştu aslında. Göç yönetimi alanında sayıları sınırlı da olsa çok değerli çalışmalar mevcut. Ancak bunların çoğu iktidar partisini incelemekte. Eğer çok partili bir demokrasiden bahsediyorsak partilerin tamamının göç hakkında ne tür politikalar benimsediği konusunda değerlendirmelere ihtiyacımız var.
Tekrar Türkiye’ye gelirsek, bir gelenek olarak Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı kişiler çalışmanıza göre AKP ile birlikte farklılaşıyor. Bu çerçevede aynı kalan durum nedir? Farklılaşan durum nedir?
Aslında burada çok farklı dinamikler bir arada işliyor. Her şeyden önce klasik göç destinasyonları, her zamankinden daha sınırlayıcı politikalar izliyor. Diğer taraftan iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki yenilikler, insanları hiç olmadığı kadar mobil bir hale getiriyor. Arap Baharı iltica göçünü tetiklemesi açısından başlı başına bir unsurdu. AKP, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürdürülen Doğu Sınırlarından gelen Arap göçmenlere kapıyı kapatma politikasını bir kenara bıraktı. Cumhuriyetin makbul vatandaş arasında saymadığı ve dolayısıyla göçmen olarak kabul etmediği gruplara, AKP hükümetinin Müslüman Kardeşliği bağlamında kapılarını açtığını görüyoruz.
AKP’nin benimsediği ideolojik yaklaşım ne kadar etkili?
AKP’nin Yeni Osmanlıcılık ile yoğrulmuş ve Müslüman Kardeşliğini temel alan bu yaklaşımı çok uzun süremedi. AB-Türkiye antlaşması ve ekonomik krizler sonucunda normatif göç politikasının yerini, daha sınırlayıcı ve göçmenleri çok zor durumlarda bırakan belirsiz bir çerçeve alıyor.
Sectarian brotherhood olarak adlandırdığınız kavram, sizin çalışmanıza göre AKP’yi Avrupa’daki devletlerden daha farklı bir konuma düşürüyor. Bunu açıklayabilir misiniz?
Batıda mülteci nüfusunu kabul eden ülkeler kaynak ülkelerle aynı sınırları, dolayısıyla benzer etnik ve dini aidiyetleri ve ayrışmaları paylaşmıyorlar. Benzer aidiyetler Türkiye gibi kaynak ülkelerle sınır komşusu olan ülkelerde çok daha karmaşık resimler ortaya çıkartıyor.
Türkiye göç aldıkça Türkiye’deki partiler de bu konuda politikalar ve yaklaşımlar geliştirdiler. Sizin incelediğiniz muhalefet partileri mülteci meselesine nasıl yaklaşıyor? MHP ile başlayalım?
MHP’nin Batı’daki milliyetçi partilerden daha insani bir bakış açısı içinde olduğunu görüyoruz. Elbette ki Türk kökenli olanların haricindekilerin Türkiye’ye gelmelerine ve özellikle de burada kalıcı olmalarına karşı bir dil söz konusu. Bununla birlikte, özellikle kadınlar ve çocuklar söz konusu olduğunda zor şartlar altındaki mültecilerin insani ihtiyaçlarını geçici süre ile karşılamak bağlamında – sınırlı da olsa – olumlu bir anlatı mevcut.
MHP ile ilgili ilginç olan konu, Cumhur İttifakının kurulmasının ardından mülteciler konusunu rafa kaldırması. Milliyetçi Hareket İdeolojisi için hayati önem taşıyan bir meselede parti liderinin neredeyse tek söz söylemediğini görüyoruz. İdeolojik tutarlılığın yerini ittifaka bağlılık alıyor. Bu da esasında demokratik çeşitliliği ortadan kaldıran sağlıksız bir durum. Kamuoyunda farklı ideolojilerin ülkenin en önemli meselelerinden birine karşı nasıl yaklaştığından haberdar değiliz.
HDP nasıl yaklaşıyor? Bir noktada, HDP ve insan haklarını bir arada anıyorsunuz.
Araştırma sonuçları, HDP’nin Türkiyelileşme söylemlerini doğrulamıyor. Partinin temel odağının Suriye’nin Kuzey kesimlerinde Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde demografik üstünlük koruma gayreti olduğunu görüyoruz. Genel başkanların grup konuşmalarında konuya dair atıflarının hemen hemen tamamı bu yönde. Diğer taraftan, Türkiye’de bulunan Suriye kökenli ve diğer mülteciler HDP’nin söylemlerinde neredeyse hiç yer almıyor. Oysaki siyasi açıdan dezavantajlı kesimleri parlamentoda temsil etme iddiasındaki bir partiden mültecilerin sorunlarına karşı daha duyarlı olmalarını beklemek mümkün. İnsan haklarına zaman zaman vurgu yapılsa da bunların içselleştirilmiş bir şekilde mülteci ve göçmen haklarına uyarlandığını söylemek mümkün değil. Yine de burada siyasi liderlerin etkilerinden bahsedebiliriz. Örneğin, Mithat Sancar’ın bir konuşmasında Suriyeliler ile kardeşlikten bahseden istisnai bir örneğe rastlamıştım.
CHP nasıl yaklaşıyor?
CHP’nin iktidarın mülteci siyasetine karşı son derece eleştirel bir anlatısı mevcut. CHP, iktidar partisini detaylı planlar yapmadan çok ciddi bir mülteci nüfusunu ülkeye aldığı için eleştiriyor. Demografik değişimler, ekonomik maliyetler ve AB ile kapalı kapılar ardındaki görüşmelerin yanı sıra mültecilerin içinde bulunduğu zor şartlar da bu eleştirilerin farklı boyutları. CHP, iktidara karşı anlatısını kimlikten ziyade ekonomik argümanlarla temellendiriyor. Mültecilerin kendilerine karşı ayrıyeten bir dışlayıcı çerçeveden bahsetmek çok mümkün değil. Bu bakımdan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ifadeleri, seküler anlayışla şekillenen Sünni-Türk kimliği etrafında oluşmuş göç politikalarından ayrışıyor. Yine de, diğer partilerde olduğu gibi CHP’de de sağlam temellere oturan bir göç politikasının emareleri bulunmuyor.
2011-2019 arası lider konuşmalarına baktığınız için aslında durağan bir çerçeveden farklı olarak siyasal ve sosyal değişiklerle değişen parti pozisyonlarının da etkili olduğunu görüyorsunuz. Örneğin partiler arasında ittifaklar bu pozisyonları nasıl etkiledi?
MHP’nin daha önceki mülteci karşıtı söylemlerinin Cumhur İttifakı sonrasında neredeyse tamamen ortadan kalktığını görüyoruz. Bu da ideolojik tutarlılığı çok sınırlandırıyor.
Peki, parti lideri değişimleri mülteci söylemlerini nasıl etkiledi?
Davutoğlu’nun ardından Erdoğan’ın parti başkanlığına gelmesi ile birlikte daha kontrollü bir politikanın olduğunu görüyoruz. Erdoğan’ın anlatılarında kavramsal açıdan daha sınırlayıcı bir anlatıyı izliyoruz. Yeni-Osmanlıcı ideallerle şekillenen açık kapı politikası, yerini daha gerçekçi siyasi tercihlere bırakıyor. Benzer şekilde HDP içinde de parti başkanlarının değişiminin ilgili söyleme etkilerini görmek mümkün. HDP’nin içinden Mithat Sancar’ın sınırlı da olsa olumlu bir etkisi söz konusu. Örneğin, Suriyelilerden bahsederken kardeş kavramını kullanılıyor. Bu, önceki liderlerin konuşma metinlerde çok sık gördüğümüz bir durum değil.
Değişen ekonomik durum nasıl etkiledi?
Türkiye’nin ekonomik koşullarındaki değişim özellikle AKP için temel belirleyici. Ekonomik zorluklar baş gösterince ensar/muhacir anlatısına dayalı kapsayıcı yaklaşımın yerini daha sınırlayıcı çerçevelerin aldığını görüyoruz. Bu da yine normatif politikaların AKP açısından sürekli olmadığını göstermesi bakımından önem taşıyor.
Son soru olarak, burada veriler de önemli, tam olarak partilerin nasıl değerlendirildiğini anlamak için hangi veriler ile çalıştınız? Kısıtlılıklarınız nedir?
Araştırma siyasi parti liderlerinin grup konuşmalarına dayanıyor. Bu konuşmaların dışındaki söylemler araştırmanın kapsamını aşıyor. Genellenebilir sonuçlara ulaşmak için nicel çalışmalara da ihtiyaç duyuldu.