[voiserPlayer]
Arın Demir, ABD’nin Türkiye’ye uygulayacağı CAATSA yaptırımları ve savunma sanayiindeki son gelişmeleri, Savunma Sanayii üzerine akademik çalışmalar yapan ve Bilkent Üniversitesi’nde ders veren Çağlar Kurç ile konuştu.
Ülkemize yönelik uygulanmakta olan CAATSA yaptırımlarının, S-400 sistemlerinin geleceğine paralel şekilde artması veya azalması bekleniyor mu?
ABD’nin, Türkiye’den S-400 konusundaki beklentilerini biliyoruz. ABD bu sistemin bir şekilde kullanım dışı bırakılmasını istiyor. Bu şart ya da ABD’nin farklı alanlarındaki beklentilerinin karşılandığı noktada CAATSA’nın kaldırılması mümkün. Yaptırımların arttırılması ise düşük bir olasılık. Daha sert yaptırımlar hem iki ülkenin arasının daha da açılmasına yol açacak hem de uzlaşmayı daha zor hale getirecektir. Fakat, hangi durumun gerçekleşeceğini şu noktada kestirmek zor. İlerleyen zamanlarda iki ülkenin davranışları geleceğe dair daha çok veri sağlayacaktır.
CAATSA ile yürürlüğe giren ABD’li ithal savunma ürün ve hizmet girdilerinin lisanslanmasına ilişkin hukuki kısıtlamalar, SSB’nin savunma sanayimizin geleceğine ilişkin belirlemiş olduğu 2021 stratejik planları çerçevesindeki ana hedeflerini etkileyecek düzeyde mi?
SSB’nin yürüttüğü ve ABD girdisi olan projeleri olumsuz etkileyeceğini tahmin edebiliriz. Bu projelerde gecikmeler olacaktır. Fakat, Stratejik Plan’daki ana hedefleri olumsuz olarak etkilemeyecektir. Aslında tam tersine, “Savunma sanayiindeki millî kabiliyetlerimizi sürekli gelişim sürecine tâbi tutarak, dışa bağımlılığı sistematik olarak en aza indirmek” olan hedefe ulaşmak için daha fazla çaba sarf edileceğini düşünüyorum. Bu noktadaki belirleyici etken ülkenin sahip olduğu finansal kaynaklar ve yetişmiş eleman seviyesidir.
CAATSA yaptırımlarının yürürlüğe koyulması, savunma sanayi stratejilerimize yönelik temel değişikliklere neden olur mu?
Hayır. Türkiye 1980’lerden itibaren teknomilliyetçi bir savunma sanayi politikası izliyor. Bu politika temel olarak kendi kendine yeterliliği hedeflemektedir. Bu hedefe giden yolda da yabancı şirketlerle iş birlikleri ve girdiler bir basamak taşı olarak görülmektedir. Karar alıcılar yerel savunma sanayi üretim kabiliyetleri arttırdıkça, yabancı şirketlerle olan ilişkilerin de doğasının değişeceği düşünmektedir. Türkiye’nin savunma piyasası, teknomilliyetçi politika izleyen Güney Kore gibi ülkelerden farklı olarak, yabancı firmalara biraz daha açıktır. CAATSA yaptırımları, Türkiye’nin bu politikasını değiştirmeyecektir çünkü politika temelde ABD’den bağımsızdır. CAATSA büyük olasılıkla Türkiye’nin farklı üreticilerle olan ilişkilerini daha da derinleştirmeye ve yeni ilişkiler kurmaya yöneltecektir. Tabii bu noktada diğerlerinin Türkiye’nin bu isteğine nasıl cevap vereceği, bu politikanın başarısını belirleyecektir.
SSB’ye uygulanan finansal kısıtlamaların, tanımladığınız teknomilliyetçi savunma sanayi politikamıza bütçesel yansımaları ne şekilde olacaktır?
Yaptırımların tedarik ve Ar-Ge bütçesine, genel olarak savunma bütçesine etkisi birkaç farklı etkene bağlıdır. Birincisi, Türkiye, SSB dışında bir kurumla projeleri yürütüp, ABD’yle hala iş birliği yapacak mı? Cevap evet ise, projelerde aksama olmayacağından dolayı, bütçede bir artış olmayacaktır. Öte yandan hayır ise o zaman alternatif kaynaklara bakmamız gerekli. İkinci konuşulması gereken, Türkiye ABD kaynaklı girdilerin yerine alternatiflerini ne kadar rahat bulabiliyor? Eğer cevap kolay bulabiliyorsa, projelerdeki gecikmelerin süresi ve önemine göre ürün maliyetleri artacaktır, bu da savunma bütçesinde artış gerektirecektir. Bu durumda bütçe artış seviyesi alternatif girdilerin uygulanmasında yaşanabilecek sıkıntıların seviyesine göre değişiklik gösterebilir. Eğer, alternatif kaynak bulmakta zorlanırsa ve eksik girdileri yerli olarak üretmek isterse, bu durumda çok ciddi bir artış gerekebilir. Bu konuda kesin olarak konuşmak zor çünkü hangi projede, hangi yabancı girdilerin ABD’den tedarik edildiğine dair açık bir kaynak bulunmuyor. Dahası, işin içinde birçok farklı değişkenler mevcut. Ancak zaman içerisinde tam etkiyi görebileceğiz.
S-400 hava savunma sistemlerinin alınmasının teknik gerekçelerine bağlı olarak Türkiye’nin F-35 programından çıkartılmasının hava savunma kapasitemiz, savunma sanayiimizdeki bilgi birikimimize ve finansal düzeydeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
F-35’lerin gelmemesi öncelikle Türkiye’nin güç planlamasını olumsuz etkilemiştir. Türkiye yaşlanan F-4 uçaklarını F-35’lerle değiştirmeyi planlıyordu. F-35’lerin gelmediği durumda, hizmet dışına çıkarılan uçakların görevlerini de envanterdeki F-16 uçakları yerine getirmeye başlayacak, bu da bu uçakların daha çabuk yıpranmasına neden olacaktır. Türkiye’nin üzerinde çalıştığı Milli Muharebe Uçağı’nın (TF-X) ne zaman envantere gireceği tam olarak belli değil. Çünkü yeni uçak geliştirme projeleri, ne kadar iyi tasarlanırsa tasarlansın, öngörülemeyen sorunlarla boğuşmak zorunda kalır ve bu da programın aksamasına neden olur. Bu bağlamda, Türkiye hava operasyonlarını bir süre daha envanterdeki uçaklarla yapacak gibi duruyor. Savunma sanayinin en büyük kaybı, F-35 projesi boyunca elde edeceği gelirdir. Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılmasının maliyeti Lockheed Martin’in 2018 yılındaki hesaplarına göre yaklaşık 12 milyar dolar oldu. Son zamanlarda bazı kaynaklar bu kaybın 9 milyar dolar civarında olduğunu söylüyor. Lockheed Martin hala alımları devam ettirdiği için kesin kaybı şu noktada bilmek zor. En kötü 12 milyar dolar, en iyi 9 milyar dolardan az diyebiliriz. Her ne kadar F-35’in ana yüklenicisi olan Lockheed Martin, Türk şirketlerinden alımlara devam etse de bu şirketlerin en kısa sürede F-35 tedarik zincirinden çıkarılması için hem baskı hem de çalışmalar devam etmektedir. Diğer yandan, F-35 programında bugüne kadar olan katılımdan dolayı Türk savunma sanayisi önemli bir bilgi birikimi elde etti. Programdan çıkarılması bu bilgi birimini etkilemeyecektir. Edinilen bilgi ve tecrübenin diğer projelerde de kullanılacağını düşünüyorum.
1974 yılında Temsilciler Meclisi’nin 93-559 sayılı kanunla ülkemize Kıbrıs Harekâtı sonrası uygulanan silah ambargosu ile bugün CAATSA’nın 231. bölümüne dayandırılarak uygulanan yaptırımlarını ve günümüz savunma sanayi karşılıklı bağımlılık seviyesini de karşılaştırdığınızda, hangisinin daha kısıtlayıcı olduğunu düşünüyorsunuz?
1974 yılında uygulanan silah ambargosu, CAATSA’dan hem daha kısıtlayıcıydı hem de kısa dönem etkisi daha ağırdı. Soğuk Savaş döneminde, Türkiye silahlarını doğrudan alım ve askeri yardımlar yoluyla tedarik ediyordu ve ABD en büyük sağlayıcıydı. Her ne kadar 1970’lerin başında Almanya ve İtalya da önemli sağlayıcılar olarak öne çıkmaya başlasa da Amerikan sistemlerinin baskınlığı ortadan kalkmadı. Ambargo uygulandığında Türkiye elindeki sistemlerin idamesi ve bakımı açısından en önemli kaynağı kaybetmiş oldu. Bu da ordunun gücünü olumsuz etkiledi. Bugün ise hem dönüşen küresel üretim şekilleri hem de Türkiye’nin artan savunma sanayi kabiliyetleri, Türkiye’nin daha esnek olmasını sağlamakta, alternatif sağlayıcılara daha rahat ulaşmasına olanak sağlamaktadır. Dahası, ABD’ye olan bağımlılık belli bir derece devam etse de 1970’lerdeki seviye göre daha düşüktür. Dahası CAATSA içerik olarak da 1974 silah ambargosundan daha farklıdır. CAATSA, Türkiye’ye silah satışlarını kısıtlamıyor. Hangi kurum üzerinden yapılacağını kısıtlıyor. CAATSA’nın etrafından dolaşmak daha rahat. Fakat, bu noktada şunu da belirtmek gerekiyor: Türkiye’nin alternatif kaynaklar bulması, bu kaynakların Türkiye’yle iş yapmak isteyip istememesine bağlıdır. Bu açıdan, 1974 silah ambargosu ve CAATSA arasında fark olabilir. 1974’ye her ne kadar ABD silah ambargosu uyguladıysa da Avrupa ülkeleri Türkiye’yle iş birliği yapmaya ve silah satmaya gönüllüydü. Mesela silah ambargosu uygulandığında İtalya (F-104S), Fransa (Mirage F-1F) ve Birleşik Krallık (Jaguar) Türkiye’ye uçak satabileceklerini belirtmişlerdir. Dahası, her ne kadar Temsilciler Meclisi ambargo kararı alsa da ABD hükümeti Türkiye’yi destekleyen bir duruştaydı. Zaten adım adım ambargonun zayıflatılması ve sonunda kaldırılması için de çaba gösterdiler. Bugün ise, ABD ve Türkiye hükümetleri arasında benzer bir ilişkiden bahsedemeyiz. Bu gerginlikten dolayı da ABD’yle yakın ilişkisi olan alternatif kaynaklar SSB’yle ve Türkiye’yle çalışmaktan çekinebilirler. Bu da Türkiye’nin elindeki seçenekleri önemli derecede kısıtlayacaktır. Şu noktada diğer ülkelerin nasıl davranacağını zaman gösterecektir.
Fotoğraf: Museums Victoria