Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, Suriye’deki çatışmalara son vermek ve bölgede kalıcı barışı sağlamak amacıyla Beşar Esad ile bir görüşme gerçekleştirmeyi planladığını belirtti. Bu açıklama Türkiye’nin Suriye politikasında önemli bir değişim sinyali olarak değerlendirilirken Suriye’deki bazı gruplar tarafından ise tepkiyle karşılandı.
Erdoğan’ın açıklamasının hemen ardından İdlib ve Afrin’deki bazı silahlı gruplar ve yerel halk tarafından Türkiye karşıtı eylemler düzenlendi. Göstericiler, Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi ve Esad rejimi ile işbirliğine son verilmesi çağrısında bulundu. İdlib’deki protestolar sırasında bazı grupların Türk bayrağını yaktığı ve Türkiye’nin askeri noktalarına taşlarla saldırdığı bildirildi.
Afrin’de ise Türk askeri konvoylarına yönelik yol kesme ve saldırı girişimlerinin yaşandığı, ancak bu olaylarda ciddi bir yaralanma veya can kaybının olmadığı öğrenildi. Güvenlik güçleri, bölgedeki huzuru sağlamak için ek tedbirler ve saldırganlara karşı önlemler aldı.
Son dönemde Erdoğan’ın açıklamaları ile gündeme gelen Suriye ile ilişkiler konusu, Ak Parti’nin Orta Doğu politikasını ve geçmişte yapılan hataları tekrar akıllara getirdi. Biz de bu vesile ile Türkiye’nin 13 yıl sonra gelen Suriye açılımını ve Ak Parti’nin Arap Baharı’ndan bu yana Orta Doğu’ya yönelik politikalarını Siyaset Bilimci Aydın Sezer’e sorduk.
AKP hükümetinin Arap Baharı’na dair beklentileri nelerdi ve bunların ne kadarı gerçekleşti?
AKP hükümeti, Arap Baharı’na yönelik beklentilerin ötesinde, sürece müdahil olma perspektifine sahipti. Özellikle Libya ve Suriye’de çatışmaların şiddetlenmesinin önünü açtı. Libya’da Adalet ve İnşa Partisi’nin kurulmasına 300 milyon dolar finansal destek sağladı. Davutoğlu bu parayı gönderirken Ali Babacan, “Paranın tümünü tek seferde göndermedim, uçak düşer” diye espri yaptı. Daha sonra hükümet Mursi ve Sisi sürecinde Müslüman Kardeşler’in yanında net bir tavır aldı ve İsrail ile ilişkileri bozdu.
AKP, Amerika’nın beklentileriyle bazen örtüşen, bazen onla işbirliği yapan, bazen de ayrı düşen bir Müslüman Kardeşler ajandası ile sürece müdahil oldu. Arap Bahar’ını anlamaya çalışırken, özellikle muhalefetin ve Müslüman Kardeşler’in güçlenmesi sürecine odaklanmak gerekiyor. AKP bu süreçte ABD’yi sollayarak bir adım öne geçti.
AKP’nin ideolojik temelli dış politikası, 2009 Ocak’taki Davos Zirvesi’nde atılan temele dayanıyordu. Sonrasında her şey karmaşık bir şekilde ilerledi. Sürecin, Arap Baharı mı yoksa AKP’nin desteklediği İhvancı ideolojinin bu ülkelerde iktidara gelmesi süreci mi olduğu belirsizleşti. Bu nedenle Körfez ülkeleri, Ürdün dahil, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Türkiye ile ilişkilerini daha mesafeli tutmaya çalıştı.
Suriye, Mısır ve Libya politikalarında ne gibi hatalar yapıldı?
Türkiye, bu üç ülkede de onların egemenliğine ve bağımsızlığına saygı göstermeden iç işlerine karıştı. Suriye’de 900 kilometrelik sınırı, sığınmacı ve terör tehditlerini öne sürerek müdahil oldu. Libya’da, Türkiye’nin çıkarlarını ve müteahhitlerini koruma gerekçesiyle hareket etti. Mısır’da ise Mursi’nin seçim kampanyasına finansal ve teknik destek sağlayarak müdahil oldu. Türkiye, uluslararası ilişkilerde ülkelerin iç işlerine karışmama ilkesine aykırı davrandı ve bu ülkelerdeki dinamikleri kendi lehine çevirmeye çalıştı.
Suriye’de IŞİD ve PYD’nin güçlenmesi tahmin edilemez miydi?
2011-2012 yıllarında Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri bozulduğunda, ne IŞİD ne de PYD vardı. Suriye’de, Arap Baharı çerçevesinde Esad yönetimine karşı bir başkaldırı vardı ve Türkiye bu sürece müdahil oldu. Davutoğlu ve Erdoğan, Esad yönetiminin devrilmesini ve Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesini hedefledi. Türkiye, Suriye’ye müdahale etmek için ABD’yi ikna etmeye çalıştı ve Suriye iç savaşında taraf oldu. Türkiye’den gidenlerin Suriye’de çatışmalara katıldığına dair haberler çıktı. Türkiye, Batı ittifakının bir parçası olarak hareket etti, ancak 2015 yılında Rusya Esad’ın yanında iç savaşa müdahil oldu. Türkiye, Rus uçağını düşürdü ve Suriye’deki etkisini kaybetti. Bu süreçte, ABD IŞİD ile mücadelede PYD/YPG’yi desteklemeye başladı. Türkiye ise 2016 yılında Rusya’dan özür dileyerek Suriye’deki müttefik konumuna geçti ve PKK/YPG’ye karşı operasyonlar düzenlemeye başladı. Türkiye, Suriye’de değişen koşullar nedeniyle ABD ile ilişkilerinde ve sahadaki stratejisinde değişiklikler yaptı. Astana sürecinde İran ve Rusya ile çatışmayı önleme bölgeleri konusunda anlaştı ve İdlib’de barış gücü olarak yer aldı. Ancak burada da teröre destek vermekle suçlandı. Bugün ise Esad, Türkiye’nin askeri varlığını ve cihatçı grupları desteklememesini talep ediyor. Buna karşın Türkiye, Esad’ı PKK’ya destek vermekle suçlayamıyor çünkü bu gruplar ABD’nin koruması altında.
Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan alınmasından sonra Suriye politikası ne kadar değişti ve bu değişim yeterli mi?
Davutoğlu’nun görevden alınmasından sonra Türkiye’nin Suriye politikası tamamen değişti. Amerika ile işbirliği yaparken, Rusya ve İran’la işbirliğine geçtik. Davutoğlu, Rus uçağının düşürülmesi kararını verdiğini söylemişti ve bu olay sonrası Rusya’nın baskısı arttı. Davutoğlu öncesinde ABD ile işbirliği vardı, sonrasında ise Rusya ile işbirliği başladı. Esad’ın devrilmesi öncelikliyken, sonrasında PKK ile mücadele öncelikli hale geldi. Bu değişim Türkiye’ye ciddi maliyetler getirdi.
Bugün Suriye’nin kuzeybatısında, özellikle Afrin ve İdlib ekseninde Türkiye’nin en doğru politikası ne olmalı?
Esad’a bölgeyi terk edip terör tehdidi olan PKK ile mücadeleyi Suriye’ye devretmek en doğru politika olacaktır. 1998 Adana Mutabakatı’nda olduğu gibi, Esad’ı sorumlu kılmak ve Türkiye’nin gerektiğinde Suriye içinde operasyon yapma hakkını kullanmak önemlidir. Ayrıca, İdlib’deki cihatçıları desteklememek ve Türkiye’ye yönelik tehditleri azaltmak gerekmektedir.
Beşer Esad’ın Türkiye’deki Suriyeliler konusundaki tavrını nasıl buluyorsunuz?
Beşer Esad, Suriyelilerin Türkiye veya yurt dışından döndüklerinde soruşturma açılmadan yaşamlarına devam edebileceklerini söylüyor. Ancak, bu noktada bazı sorunlar var: Suriyeliler geri döndüklerinde nereye yerleşecekler? Herkes geldiği yere mi dönecek, yoksa Türkiye ve Esad’ın planladığı şekilde farklı yerlere mi yerleştirilecekler? Suriye’deki olağanüstü koşullar nedeniyle Türkiye’deki Suriyelilerin geri dönmeleri zor görünüyor. Güvenlik ve ihtiyaçlar açısından teröre bulaşmamış kişilerin dönüşü daha kolay olacaktır. Esad, Suriyelilerin dönüşüyle ilgili olumlu açıklamalarda bulunsa da bu süreç çok zorlu olacak.