İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahyan, 19 Mayıs’ta Azerbaycan’da katıldıkları baraj açılışının ardından helikopter kazasında hayatını kaybetti. Reisi’nin ölümünün ardından kamuoyunda özellikle bu ölümün kaza olup olmadığı, İran’ı bundan sonra nelerin beklediği ve bölgede bundan sonra nelerin yaşanabileceği soruları tartışılmaya başlandı. Reisi’nin ölümüyle birlikte İran’ı ve bölgeyi nasıl bir geleceğin beklediğini Siyaset Bilimci Arif Keskin’e sorduk.
İran Cumhurbaşkanı Reisi helikopter kazasında hayatını kaybetti. Kamuoyunda birçok kesim Reisi’nin ölümünün kaza değil sabotaj olduğunu savunuyor. Siz bu iddiaları nasıl yorumluyorsunuz?
Aslında Reisi’nin ölümünü basit bir kaza olarak düşünmek yanlış olabilir. Çünkü bütün süreci izlediğimizde normal bir kaza olmadığı anlaşılıyor. Özellikle de sürecin başından sonuna kadar ihmaller, yanlışlıklar ve bazı değişiklikleri izlediğimiz zaman kazadan daha farklı bir şey olduğuna dair şüpheler artıyor.
Mesela buna birkaç örnek vereyim. Bu kaza, İbrahim Reisi’nin Azerbaycan-İran sınırında bulunan Kız Kalesi Barajı açılışından sonra oldu. Kız Kalesi’ne yakın iki havaalanı var. Yani Cumhurbaşkanı Kız Kalesi’ne gidecekse o havaalanına inecek. Oradan sonra gelmeye devam edecek. Bu güzergâha en yakın iki havaalanından biri Mugan’da ve Tebriz’de. En uygunu Mugan’daki havaalanı. Önce o havaalanına geleceği söylendi Cumhurbaşkanı’nın. Ama daha sonra Mugan havaalanı değiştirildi ve onun yerine Tebriz rotası seçildi. Neden bir rota değişikliği yapıldı? İkinci en önemli şey, Cumhurbaşkanı helikoptere bindiği zaman, görüntüler de var, hava koşulları hiç iyi değil. Evet, bindiği andan itibaren yağmur yok, fırtına yok ama ciddi bir bulut yoğunluğu olduğu doğru. Bu bulutlu havada neden bindirildi? Üç, bindirildiği yer ve rotası dağlık ve hava koşulları uygun değil. Özellikle dağlık bölgenin havası çok değişken.
Helikopterin uçmasının riskli olduğu bir havada Cumhurbaşkanı neden o helikoptere bindirildi? Başka bir güvenlik protokolü neden uygulanmadı? Niye bir helikoptere Dışişleri Bakanı, Doğu Azerbaycan valisi, Tebriz Cuma İmamı ve Reisi birlikte bindirildi. Başka bir şey daha var. Üç helikopter var, diğer iki helikopter teknik olarak İbrahim Reisi’nin bindiğinden daha donanımlı. İbrahim Reisi’nin bindiği helikopterin hava tespit radarı da yok, sinyal alıcı sistemi kapatılmış. Neden üç helikopter aynı anda kalktıktan sonra ikisine bir şey olmuyor da biri düşüyor? Neden Cumhurbaşkanı’na yönelik uçuş protokolü uygulanmıyor?
Bunların yanı sıra devlet sürekli çelişkili ve yanlış bilgiler veriyor. Mesela son olarak İran Genelkurmay Başkanlığının ilk tespit raporuna göre helikopter rotadan ayrılmamış, rotasını takip etmiş, ama bir yüksekliğe çarpıp düşmüş. Rotasını takip etmişse bu yükseklik nereden çıkmış? Rotasında yükseklik mi var? Düşünün, bunlar bize normal bir kaza olmadığına ve İbrahim Reisi’nin öldürülmüş olabileceğine dair birçok ipucu sunuyor. O nedenle öldürülme ihtimali daha yüksektir. Sabotaj ihtimali de olabilir. Farklı ihtimaller de olabilir. Ama bu bir kaza değil, basit bir kazayla açıklayamayız. Kazanın dışında da tüm ihtimalleri hesaba katmamız gerekiyor. Ama benim düşüncem, bir müdahaleden daha ziyade, kötü hava koşullarında helikoptere kalkış izni veren kişi, böyle bir riski yaşanacağını bilerek o kalkış iznini vermiş. Ve o kalkış iznini veren, helikopterin bu hava koşullarında bir kaza yapacağını biliyordu. Ondan dolayı izin verilmiş. Ve aslında burada fail, kalkış iznini veren, kalkış emrini verenlerdir.
Bu ölüm İran’ın içinden planlanmış. Ama bu Hamaney ve Reisi’nin ihtilafı çerçevesinde planlanmış bir şey değil. Reisi’nin Hamaney ile bir problemi yoktu. Buradaki temel mesele Hamaney sonrası liderlik rekabeti. İbrahim Reisi, İran’ın geleceğine yönelik hesaplaşmalar nedeniyle öldürüldü. Hamaney 84 yaşında ve ciddi sağlık sorunları var. Ne kadar yaşayıp yaşamayacağı meçhul.
Niye öldürüldü bu adam liderlik hesaplaşmasında? Bakın, birkaç tane neden söyleyeceğim. Birincisi İbrahim Reisi’nin kendisi bir lider adayıydı. Hamaney’den sonra rehber olacağı konuşuluyordu. Ve ciddi bir adaydı. Hatta İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı olması rehberlik için yapıldı. Cumhurbaşkanlığı onun için rehberliğe giden bir yoldu. Reisi’nin cumhurbaşkanlığı da o çerçevede yapıldı. Şimdi bu ne anlama geliyor? Anlamı şu: İran Anayasası’na göre rehber öldüğü andan itibaren üç kişiden oluşan bir kurum sürece vekâlet edecek. Bu üç kişi yargı başkanı, cumhurbaşkanı ve Anayasa Koruyucular Konseyinden bir din adamı. Aslında cumhurbaşkanı yürütmenin başında olduğu için rehberin vefatından sonra da süreci o yönetmiş olacak.
Başka bir şey daha var. İbrahim Reisi’nin öldüğü gün İran’da Uzmanlar Meclisi’nin yeni yıl açılışıydı. Bu bir rastlantı da olabilir ama bana göre çok anlamlı bir şey. Şu da var, İbrahim Reisi bu Uzmanlar Meclisi’ne seçilmişti. Uzmanlar Meclisi üyeleri halk tarafından seçiliyor. Ve Reisi’nin Uzmanlar Meclisi’nin başkanı olma ihtimali vardı. Yani Reisi dini lideri seçecek Uzmanlar Meclisi’nin de başında olacaktı. Reisi’nin kendisi aday olacaktı, ayrıca dini liderden sonra sürece vekâlet eden cumhurbaşkanlığı görevindeydi ve dini lideri seçen Uzmanlar Meclisi’nin de başında olacaktı. Bunun yanı sıra aile bağlarına bakıldığı zaman Meşhet Cuma İmamı İbrahim Reisi’nin kayınpederidir. Meşhet Cuma İmamı, hem Uzmanlar Meclisi’nde hem Meşhet’te hem Kum’da din adamları üzerinde etkilidir. Ve muhtemel bir lider seçiminde İbrahim Reisi’yi destekleyecekti. Ayrıca son parlamento seçimi ve İran’daki İbrahim Reisi’yi destekleyen gruplara bakıldığında, İbrahim Reisi’nin adaylık yarışında herkesten daha üstün bir pozisyonda olacağı görülüyordu.
Bunlar ne anlama geliyor? Ya İbrahim Reisi kendisini lider seçecekti. Seçebilir, çünkü büyük bir şansı vardı. Ya da liderlik seçiminde en güçlü etken olacaktı. Ve doğal olarak bunu istemeyenler var. Bunu Hamaney de istemez. Gücün tek bir kişide, onun çevresinde yoğunlaşması ve onun inisiyatifinde olması; ve özellikle de o gücün yoğunlaştığı yerin kendisi de liderliğe aday olması nedeniyle bunu istemezler. İbrahim Reisi’yi öldürerek aslında o yoğunlaşan gücü dağıttılar.
İran Reisi’yi bulabilmek için neden Türkiye’den yardım istedi?
Biz bu süreci ve sonraki açıklamaları da izlediğimiz zaman İran’ın birçok ülkeden yardım istediğini görüyoruz. Hatta ABD Başkanlığı Sözcüsü’nün verdiği açıklamaya göre ABD’den bile yardım istenmiş. Çünkü özellikle o hava şartlarında, gece karanlığında, enkazı arama ve kurtarma imkânının olmadığını İran biliyor. O nedenle teknik olarak bunu yapamayacağını bildiği için biraz da panikledi. Çünkü sonuç itibariyle Cumhurbaşkanı belki de birkaç gün bulunamayabilirdi. Zaten 17-18 saat bulamadılar. O nedenle Türkiye’den de yardım istediler. Burada temel mesele sunuş meselesiyle ilgili oldu.
İranlıların bir defa enkazı bulup bulamadığı konusunu tam bilemiyoruz. Ben İran tarafının açıklamalarına hiçbir zaman güvenmem. İran tarafı hep yalan söyler. Çünkü enkazı bulacak ihası sihası yok iddiası doğru değil. Oradaki temel mesele, olayın sunuş biçimiydi. Çünkü İran-Türkiye arasında bir rekabet var. Bu rekabet sadece siyasi ve jeopolitik değil. Aynı zamanda belli askeri teknolojik çerçevede bir rekabet var. Mesela İran’ın sihası Ukrayna’da var. İran da dünyaya iha siha satmak istiyor. Ve kendisini de bunları satabilen ülke olarak görüyor. Ve doğal olarak bir yönüyle İran’ın açıklamalarını Türkiye’yle bir pazar kavgası olarak görmek gerekiyor. Bir tür pazar rekabeti.
Ayrıca kamuoyunun da bir baskısı var. Çünkü bu süreç başladıktan sonra İran kamuoyunda şu ortaya çıktı. Bak, cumhurbaşkanlarını bile başkaları buluyor. Cumhurbaşkanlarının cesedini bile başkaları buluyor. Kendileri bulamıyorlar. O kadar zayıflar, o kadar çaresizler.
Başka bir şey, cumhurbaşkanını bulamayan, ABD’den Türkiye’den yardım isteyen bir ülke dünyaya meydan okuyor. Bu da önemli bir biçimde içerde tartışıldı. Yani rejimin saygınlığını, gücünü, itibarını eleştiren, zayıf gösteren bir süreç doğdu.
Cumhurbaşkanlığı seçimi için adaylığını açıklayan ilk isim eski sağlık bakanı Mesud Pezeşkiyan oldu. Siz Pezeşkiyan’ın adaylığını nasıl yorumluyorsunuz?
Şu anda neredeyse benim gördüğüm 40’a yakın isim dolaşıyor. 5-6 kişinin de gelip aday olmasına kesin olarak bakılıyor. Ve Mesut Pezeşkiyan da adaylığını açıklayan isimlerden biri. Mesut Pezeşkiyan reformculardan biri olarak biliniyor. Ancak Mesut Pezeşkiyan 2021’de de aday olmuştu. Cumhurbaşkanlığı adayıydı. 2021’de aday olduğu zaman adaylık başvurusu kabul edilmedi ve seçime katılamadı. Doğal olarak bu kez de adaylığının kabul edilip edilmeyeceği meçhul.
Pezeşkiyan reformculardan biri olarak biliniyor. Ama reformcuların çok yakın olduğu ve destekleyebileceği bir aday da değil. Ve o nedenle reformcular Mesut Pezeşkiyan’ın aday olmasına rağmen hâlâ “karar vermedik, aday üzerinde konuşmadık” diyorlar.
Şimdilik Mesut Pezeşkiyan’ın dışında bir aday arıyorlar. Tabii ki Mesut Pezeşkiyan gelirse ne kadar etkili olabilir? Bu da belli değil. Çünkü İran’da halkın seçime dönük bir tür umutsuzluğu var. Özellikle 2021 Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra seçimlere katlım oranı düşmüş durumda. Mesut Pezeşkiyan’ın gelmesi bunu ne kadar etkiler? Bu meçhul. Ama Mesut Pezeşkiyan Azerbaycan Türkü. Bu önemli bir husus. Belki Azerbaycanlıları ve oradaki Türklerin bir bölümünü sandığa çekebilir.
İran’da kimin aday olup olmayacağını Anayasa Koruyucular Konseyi belirliyor. İnsanlar adaylık başvurusu yapıyorlar ama seçimde aday olup olmayacakları Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından karara bağlanıyor. Anayasa Koruyucular Konseyi de 2021’de Mesut Pezeşkiyan’ın aday olmasına izin vermemişti. Ancak en son bu yılki parlamento seçimlerinde adaylığı kabul edildi ve milletvekili olarak meclise girdi. Anayasa Koruyucular Konseyi Pezeşkiyan’ın yeniden önünü açacak mı? Bu biraz meçhul gözüküyor şu anda.
Mücteba Hamaney’in babasının selefi olarak gösterilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Mücteba Hamaney, Hamaney’in oğulları içerisinde siyasete en fazla ilgi duyan kişi. Humeyni ile karşılaştıralım Hamaney’i. Humeyni’nin oğlu vardı: Ahmet Humeyni. Humeyni’nin bütün görüntülerinde yanında Ahmet Humeyni de var. Ve açık şekilde Ahmet Humeyni, Humeyni’nin işlerini yapıyordu. Mesela birinin bir mektubu varsa, bir isteği varsa, Ahmet Humeyni’ye iletirdi. Ve Humeyni’nin üzerindeki etkisi ve siyasal sürece etkisi biliniyordu. Ama Hamaney’in oğullarının babaları ile böyle bir ilişkisi yok.
Biz Hamaney’in oğullarını hiç yanında görmeyiz. Görüntüye baktığımız zaman Mücteba Hamaney’i hiçbir yerde göremezsiniz. Ama görünür olmamasına rağmen Mücteba Hamaney’in, özellikle de 97’den sonra adım adım sürecin etkili kişilerinden biri olduğu çok açık. Ve özellikle de radikal din adamları, ordu, devrim muhafızları, istihbarat kurumları ve devletin elinde bulunan medya kanadını kontrol altına alarak siyasal süreci şekillendirme konusunda en etkili şahsa dönüşmüştür.
Biraz önce ne dedim, mesela Anayasa Koruyucular Konseyi kimin aday olup olmayacağına karar veriyor. Aslında Anayasa Koruyucular Konseyi’nin bunu yapması kendi iradesiyle olmuyor. Hamaney’in direktifiyle çalışsa da Mücteba’nın bu süreci etkilediği biliniyor. Ve bu açıdan bakıldığında İbrahim Reisi’nin öldürülmesinin, Mücteba Hamaney ve onun etrafında olanların işi olduğunu düşünmemiz gerekir. Ama sorun şurada: Mücteba lider olursa İran’ı daha rahat yönetir mi? Yani ben İran toplumu anlamında söylemiyorum. Rejim olarak da söylüyorum. Rejimin içindeki parçaları da söylüyorum. Kolay değil. Ve doğal olarak Mücteba Hamaney’in babasından sonra lider olması rejim içindeki isyanı daha da derinleştirebilir. Mücteba Hamaney ülkeyi yönetmekte zorlanabilir. Hatta şöyle bir tartışma doğabilir. Şahlığı reddediyordunuz. Çünkü diyordunuz ki şahlık babadan oğula geçiyor. Soy bağıyla iktidar geçmez diyordunuz. Ama şu anda soy bağıyla iktidar geçiyor, Hamaney’den oğluna geçiyor. Ve monarşi doğuyor: dini monarşi.
Bu dini monarşinin doğuşunu İran siyaseti ne kadar kaldırabilir? Kaldırır mı? Kaldırabilir mi? Çok büyük bir risktir. Çünkü İran rejiminin içi parçalıdır. Bir de farklılıklar var, bir de iktidar mücadelesi odakları var. O nedenle şöyle bir yol izleniyor anlaşılan. Mücteba Hamaney’i hazırlıyorlar. Ama eğer Mücteba Hamaney olmazsa onun kadrosu Hamaney sonrası süreci belirleyen en etkili grup olacak.
Bu açıdan bakıldığında Mücteba Hamaney’le iki yönlü bir şey yürütüyorlar. Başarabilirlerse lider yapmak, başaramazlarsa lider yapıcılık sürecinde, lider seçim sürecinde etkili olabilmek. Ve ondan sonra da belli bir süre İran siyasal hayatında hâkimiyetini sürdürebilmek. Çünkü Hamaney’den sonra gelen liderin durumu o kadar da kolay olmayacak. Ülkeyi yönetmesi için başka gruplarla da ittifak etmesi, koalisyon kurması gerekiyor. Çünkü tek başına idare edemez.
İran cumhuriyet muhafızlarının ülkede uzandığı yerler nereler? Hangi alanlarda etkinler ve bunun bu boyutu nedir?
Hamaney’den sonra İran’daki en etkili grup devrim muhafızlarıdır. Zaten İran’da gördüğümüz siyasilerin, isim olarak bildiğimiz siyasilerin, neredeyse yüzde doksandan fazlası devrim muhafızlarından geliyor. Mesela şu anki Meclis Başkanı Muhammed Bazir Galibaf da oradan geliyor. Dolayısıyla İran siyasetinde Hamaney’den sonra en etkili aktör devrim muhafızlarıdır, yani askerlerdir. Ve bu devrim muhafızları Hamaney ile kurduğu ilişkiler ile İran’daki her şeyi ellerinde bulunduruyorlar. Mollaların liderliğinde, aslında molla ile asker yürüyordu.
Tabii ki Molla’lar daha etkiliydi. Ama zamanla bu değişti. Şu an itibariyle mollalar ve asker arasında bir ittifak var. Hamaney geldikten sonra molla-asker ilişkilerinde askerler daha etkin bir pozisyona yükseldiler. Ve İran’ın yönetilmesinde devrim muhafızlarının ekonomi, kültür ve toplumsal hayatta etkisi büyük. Mesela son olarak Ahlak Polisi’nin sokaklara inmesi ve kadınların başörtüsüne müdahale etmesinde bile kararı yürürlüğe sokanının devrim muhafızları olduğu görüldü. Zaten dış politika, güvenlik, istihbarat, ekonomi gibi her konuda çok etkin pozisyondalar. Ve yanı sıra da cumhurbaşkanlarının ve milletvekillerinin çoğu devrim muhafızları kökenlidir.
Yakın zamanda İran, İsrail topraklarına doğrudan saldırı düzenledi. Bu çatışma büyümedi ama tarihte bir ilkti. Reisi, öldürülmeden önceki son açıklamasında bile İsrail’e karşı bir mesaj yayınladı. Öte yandan İran’ın en önemli komşularından Azerbaycan ise İsrail yanlısı bir tutum sergiliyor. Sizce yakın gelecekte bu çatışmanın daha da büyüme ihtimali var mı? İran’la Azerbaycan arasında özellikle bu yönden bir fikir ayrılığı doğabilir mi?
Tabii ki İran-Azerbaycan ilişkilerinde İsrail konusu sürekli gündeme getiriliyor. Ve ben bu ilişkilere baktığımız zaman ciddi manipülatif bilgiler görüyorum. Mesela İranlıların bir kısmı İran’da ne olsa hep Azerbaycan’ı suçluyor. Yani diyelim İran’da bir bilim adamı öldürülüyorsa Azerbaycan’dan geçti geldi diyorlar. İran’da İsrail içeride bir operasyon yapıyorsa gene bu Azerbaycan imkânları kullanılarak yapıldı deniliyor. Ve bugüne kadar da somut hiçbir kanıt ortaya koyabilmiş değiller. Sürekli çelişki. Ve ayrıca Azerbaycan ile İran ilişkilerindeki ihtilafın nedeni İsrail de değil.
İsrail, İran’ın sadece Azerbaycan üzerinde baskı kurabileceği ideolojik bir siyasi araç. İran’ın birçok ülkeyle iyi ilişkisi var ki onların da İsrail ile iyi ilişkileri var. Ama Azerbaycan ile farklı sorunlar var. Bu sorunlar İsrail üzerinden meşrulaştırılıyor. İran için iki ülke jeopolitik olarak çok önemli. Biri Irak, Irak zaten Amerika işgal ettikten sonra İran’ın etkinlik alanına çevrildi. Diğeri de Azerbaycan.
Azerbaycan rejimi, seküler bir rejimi savundukları ve özellikle de iç politikada İran ile uyumlu olmadıkları gerekçesiyle İran’ın ideolojik ihtirasını engelleyen bir ülke olarak görülüyor. Yani düşünün; Ortadoğu’da Irak’ta ve İran’ın kuzeyinde Azerbaycan’da Şiiler çoğunlukta. Ve eğer İran Azerbaycan’ı devre dışı bırakabilirse hem Kafkasya’da hem de Ortadoğu’da geniş bir etkinlik alanı elde edebilir. Azerbaycan’la kavgasının başka gerekçeleri de var, ancak bunlar İsrail argümanı ile sunuluyor.
Ayrıca şuna da bakalım. Evet, İsrail ile Azerbaycan’ın iyi ve dostane ilişkileri var. Bu reddedilmiyor. Ama Azerbaycan İsrail’in uydu devleti değil. İsrail’in her istediğini yapacak veya Azerbaycan toprağını İsrail istediği doğrultuda kullanacak… Bunlar doğru değil. Çünkü bu Azerbaycan’ın egemenliğine de aykırıdır.
İran istihbarat faaliyetleri yapıyor. Bu istihbarat faaliyeti bir yönüyle İran’ın Azerbaycan’daki faaliyetlerine dönüyor. Çünkü İran, Azerbaycan’da ideolojik bir hareketlenme ortaya çıkarmak istiyor. Yani bugünkü Azerbaycan yönetimine alternatif olarak kendi ideolojik çizgisinin biçimini arzuluyor. Sovyetler Birliği dağılmaya başladığından günümüze kadar İran, Azerbaycan’da ciddi siyasi ve kültürel faaliyetler yürütüyor. Ve Azerbaycan’ın buna gösterdiği direnç İran’ı öfkelendiriyor.
İşte bu öfkeyi İsrail üzerinden meşrulaştırıyor. Sonuç itibariyle İslam coğrafyasında İsrail’in sevilmediğini biliyoruz. Bu yönüyle de İran-Azerbaycan ilişkilerinde İran’ın ideolojik meşruiyeti artıyor. Tabii bu kavga ve siyasi gerginlik devam eder. İran’daki askeri kadronun Azerbaycan kavgası devam eder. Ama bu yakın süreçte gündem olmaz. Çünkü önümüzde bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Seçim süreci geçtikten sonra yeniden bazı şeyleri tartışabiliriz.