[voiserPlayer]
Türkiye S-400’lerin satın alınmasının ardından çoğunluğun da tahmin edebileceği gibi, NATO ülkeleriyle ortaklık içinde bulunduğu savunma sanayi projelerinde; şu an envanterinde bulunan platformlara yedek parça bulma ve modernizasyon konusunda muazzam sorunlar yaşayacaktır. Bu sorunların kısa vadede iddia edildiği gibi Rusya’dan temin edilecek platformlar ile aşılması imkansızdır. Uzun vadede ise bu büyüklükte bir yatırımın maliyeti Türkiye’nin altından kalkamayacağı boyutlardadır.
Pek çoğumuzun gözden kaçırdığı ve belki de silah platformları kadar önemli bir başka konu ise Türkiye’nin altmış beş seneyi aşan bir süredir rekabetçi bir güvenlik ortamında tek başına var olmak zorunda olmamasıdır. NATO yapısı nedeniyle Türkiye’nin kendi isteği olmadan ittifaktan çıkarılması gibi bir durum mümkün olmamakla birlikte, NATO içerisinde yalnızlaştırılması, etkisiz bir üyeye çevrilmesi mümkün. Peki bu durumda Türkiye yıllardır arkasında NATO gücünü hissederek var olduğu rekabetçi güvenlik ortamında tek başına var olmaya hazır mıdır? PKK’ya karşı gerçekleştirdiği büyük operasyonlar veya Suriye gibi sınır ötesi operasyonlar için arkasında NATO olmadığını bilerek rahat hareket edebilecek midir? Büyük güvenlik kaygıları içerisinde olmadığı için bu tip operasyonlara ayırabildiği askeri kaynakları NATO’dan uzaklaşması durumunda bu kadar rahat kullanabilecek midir? Bunlar NATO’nun sağladığı ve Türkiye’nin kendine özgü daha küçük çaplı güvenlik sorunu tanımlamalarına daha rahat cevap vermesine izin veren avantajlardır. Bu güvenlik şemsiyesinden çıkılması durumunda Türkiye’nin daha büyük ve dışarıdan dikte edilen güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kalması kuvvetle muhtemeldir.
Berk Esen ( Öğretim Üyesi, Bilkent Üniversitesi)
Türkiye’nin güvenliğini sağlamak için hava savunma sistemini almaya çalışması ve hatta bu konuda NATO üyesi ülkelerle pazarlık yaparken elini güçlendirmek için S-400’leri gündemine alması belli oranda anlaşılabilir bir durum. Fakat S-400 alımının NATO içinde özellikle ABD hükümetiyle bir krize yol açacağı belli olduktan sonra Türkiye açısından artık Rusya ile ABD arasında orta bir noktaya yerleşerek, kendi otonom alanını yaratma imkanı kalmıyor. Bu da S-400 alımının çeşitli güvenlik riskleri yaratmasına yol açacak. Öncelikle NATO’nun sistemine uyum sağlayamayacak bir hava savunma sisteminin Türkiye’ye getireceği fayda hayli tartışmalı. Bunun ileride Rusya ve hatta Türkiye’nin yanı başında Rusya’nın müttefiklerine karşı kullanılamayacağını düşünüyorum.
Öte yandan S-400 sistemine hem de teknoloji transferi sağlanamayacak olmasına rağmen bu kriz ortamında ödenen bedeli de yüksek buluyorum. Bunun sonuncunda ABD’nin Türkiye’yi F-35 projesinin dışında bırakması ve çeşitli yaptırımlara maruz bırakmasının da zararı fazla olacaktır. Yine bununla birlikte Türkiye’nin NATO üyeliğini tehlikeye sokan, ülke içinde anti-Amerikancılığı hortlatan bir çizgi ileride Türkiye’nin başta Doğu Akdeniz ve Orta Doğu olmak üzere karşılaştığı güvenlik krizlerinde tek başına kalmasına sebep olacak. Hele ileride Rusya ile yaşanabilecek bir olası krizde Türkiye müttefik bulmakta zorlanacak. Bunun Türkiye’nin güvenlik politikalarını hem çok zayıflatacağını hem de maliyetini arttıracağını düşünüyorum. Tüm bunların yanında Batı bloğundan uzaklaşan Türkiye’nin iç dinamikleriyle demokratik bir rejimi yeniden inşa etmesi de zor olacak. Rusya’nın son 250 senedir etrafında hep otoriter rejimleri desteklediği ve liberal akımların önüne set çektiği düşünülürse, zaten son dönemde Türkiye’de hayli güçlenen otoriter rejimi değiştirmek giderek zorlaşacak.
Takip edilen bu politika Batı güvenlik bloğunu içeriden zayıflatmaya çalışan Putin yönetimi açısından son derece mantıklı bir politika oldu. Erdoğan’ın bu yola, Suriye’de sıkışan Türkiye’nin askeri pozisyonunu güçlendirmek ve iç siyasette gücünü pekiştirirken Batı’nın eleştirilerini dengelemek için girdiğini düşünüyorum.
Pınar Tremblay (Öğretim Görevlisi, California Polytechnic University, Pomona)
Türkiye’nin S-400 söylemi, Rusya’da eğitim süreci başlayana dek, TSK hava kuvvetleri içinde dahi bir taktiksel bir yakınlaşma olarak görülüyordu. Ancak Türkiye’nin “aldık bile inadı”, olayın artık stratejik değişiklik gerektirdiği gösteriyor. Eğer Türkiye bu karardan uluslararası itibarını koruyacak bir çıkış bulamazsa bunun kısa vadede askeri ve ekonomik sonuçları olacak. NATO içinde Türkiye daha da dışlanacak. Türkiye’nin düşüncesi, İran ile bu kadar kötü durumda olan ABD, Türkiye’den vazgeçemez şeklinde. Uygun pazarlıklarla bu işten kazançlı çıkmak istiyor. Ancak bu strateji işlemez ve ekonomik yaptırımlar devreye girerse, mermi parasından şikayet eden, askerlik hizmetini vatandaşlık görevi olmaktan çıkartan bu hükümetin halka yaşatacağı zorluklar pek çok farklı kategoride analiz edilebilir. Rusya ve ABD’yi birbirine karşı kullanıp bundan ne kadar karlı çıkabilir Türkiye? Türkiye bu kadar iyi kazançlı oyun kuracak diplomatik birikime ve manevra alanına sahip mi? Hayır değil. Şu andaki durumda, Erdoğan için en ideal hal- belirsizlik, hala seçim yapma şansı zamanı var…. Sadece bu son cümle bile Türkiye’nin ne kadar kolay yaralanabilir konumda olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin kendi menfaatim için almam gerek dediği sistem NATOnun hava savunmasını ve hava araçlarının kapasitelerinin detaylarını Rusya’ya açık edebilir, Buna karşı ABD ve NATO ülkelerinin ne hamle yapmasını hesapladılar acaba? Sürekli 2071 hayalleri pazarlayan ama kısa ve orta vade planları yapamayan bi yönetimin milli menfaatleri göz önüne alarak hesap yaptığını varsaymak, analizlerimizi bu rasyonel çerçevede sunmak çok zor artık…
Evren Çelik Wiltse ( Öğretim Üyesi, South Dakota University)
Olay marketten sebze seçmek gibi füze beğenmek değil. Hangi uluslararası müttefikleri tercih ediyorsunuz, mesele o. S-400 alarak Türkiye Rusya’yı tercih ediyor. Rusya komşu ve müttefiklerinin toprak bütünlüğüne saygı göstermeyen bir güç. Hemen her komşusundan bir parça toprak kopardı, minik, güya özerk cumhuriyetçikler yarattı. Bakınız Gürcistan’dan Osetya’yı kopardı, Moldova’da Transdinyester, Ukrayna’dan Kırım ve doğusundaki koca bir bölge… İşte Rusya müttefiklerine bunu yapıyor. Türkiye’de şimdi bu müttefik cephesine katılmak için heves içerisinde. Bu heveskarlar ya tarih bilmiyor, ya Rusya bilmiyor, ya da ikisini de bilmiyor.
Burak Bilgehan Özpek (Öğretim Üyesi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi)
“S-400 sistemlerinin alınması Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarına cevap verecek mi ve bu güvenlik ihtiyaçlarını kim belirliyor” sorularını tartışmadan bence konuyu analiz edemeyiz. Türkiye’nin bir hava savunma sistemi ihtiyacı var. Türkiye, NATO üyesi olduğu için bunu geçici önlemlerle sağlayabiliyordu ve daha kalıcı bir hava savunma sistemine ihtiyaç duydu. Bu ihtiyaç, Türkiye’nin kimden tehdit algıladığı sorusunu beraberinde getiriyor. Bu sistemleri NATO’dan ya da Amerika Birleşik Devletleri’nden aldığınız zaman bu hava sistemlerinin hangi ülkelere karşı sizi koruyacağını da ima edersiniz.
Yani Patriot aldığınız zaman kendinizi koruduğunuz aktör Rusya olur, İran olur. Öte yandan S-400 füzeleri de kimden tehdit algıladığınız konusunda bir ima içerir. Ben, maalesef S-400 alırken, böyle detaylı, spesifik olarak tanılanmış bir tehdit odağı tartışması yaptığımızı düşünmüyorum. S-400’lerin kime karşı kullanılacağı hala muğlak. NATO üyelerine mi İran’a mı İsrail’e mi karşı mı kullanacağız? Hükümet, bunları tartışmadan soyut bir güvenlik çerçevesi çiziyor, ısrarla soyut, itiraz edilemez bir hipotez üzerinde yoğunlaştırmak istiyor. S-400 alma fikri nereden çıktı, hangi pratik ihtiyaçtan dolayı zuhur etti ve hangi tehdit odağına karşı kullanılacak sorusu maalesef şu ana kadar verilmedi.
İmdat Öner (Doktora Adayı, Florida International University)
Dışişleri Bakanlığı’na yeni giren genç diplomatlara ilk olarak, NATO’nun Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikasının mihenk taşı olduğu ve bu politikanın değişmez bir olgu olduğu öğretilir. Hakikaten NATO ekseninde uzun yıllar gelişen güvenlik ve savunma anlayışımızın, ne kadar köklü ve önemli bir miras olduğu, geçtiğimiz yıllarda karşılaştığımız sınamalarda daha net görülmüştür. Türkiye şimdi S-400 hamlesiyle, bu köklü mirasın üzerine bir çizgi çekip, savunma altyapısının içerisine kendi eliyle Truva ati yerleştiriyor. NATO’ya entegre hava savunma sistemini ve dolayısıyla ülke güvenliğini toptan riske atıyor. NATO gibi kurumsal bir örgüt ve demokratik üyeleri ile yapılan müzakerelerin, S-400’ler minvalinde Rusya gibi otoriter-tek adam rejimiyle ne derece yapılabileceği, yeterli uzman ve donanımın Moskova tarafından sağlanmaması halinde, maruzatın kime bildirileceği ve bu açığı ivedilikle kimin kapatacağı bence sorulması gereken ilk sorular arasında. Ankara’nın, S-400’le yoluna devam etmesi halinde, ilerde Rusya ile doğabilecek herhangi bir anlaşmazlığın güvenlik açısından doğuracağı sonuçlar itibariyle “domates krizi”ne benzemeyeceğini varsaydığını düşünüyorum.
Selim Sazak (Doktora Adayı, Brown University)
S-400 sorununu bugün olup yarın bitecek cinsten bir mesele gibi değil Türkiye’nin tarihsel ve stratejik yörüngesinden hızla savruluşunun ilk itkisi olarak görmek lazım ki bence en büyük güvenlik sorunu da zaten bu: Batı’dan koptuğumuz; küresel ekonomiye kapandığımız; medeni dünyanın hak, hukuk, ve hürriyet anlayışından uzaklaştığımız; uluslararası sahnesinde yalnızlaştığımız bir gelecek.
Doğan Gürpınar (Öğretim Üyesi, İstanbul Teknik Üniversitesi)
S-400 füze sisteminin gelecek ay içinde teslim alınacağı en yetkili ağızlardan net bir şekilde tekrarlansa dahi bir taraftan da ABD ile açık ya da kapalı diplomasinin, muhtemelen Hulusi Akar’ın inisiyatif ve öncülüğünde, yürüdüğü farklı ağızlardan açık ya da imalı ifade ediliyor. Yani bir taraftan ortada tereddüt yok denirken bir taraftan da belirsizlik devam etmekte. Gözlemciler ise bu sürecin akıbetine dair birbirleriyle de çelişen analizler yapıyorlar. Aslında son kertede de temenniler öngörülerle karışıyor ya da cesaret edilir/edilmez şeklinde analizlere varıyor.
Zira ilginç olarak Türkiye’de hali hazırdaki karar alım ve dış politika yapım süreçlerini ve dinamiklerini bilmiyoruz. Kurumsallığın tahrip olduğu bir ortamda yatay ya da dikey eşgüdümler yerini aynı anda farklı odakların süreçlere bir tarafından katıldığı ve (muhtemelen güç istenciyle) birbirleriyle çatıştıkları bir akışa bırakmış durumda. Her ne kadar başkanlık sisteminin en elle tutulur faydası iktidarın çok başlılıktan arınması olarak sunulmuşsa da aslında bürokratik hercümerç ve işler bürokrasinin akamete uğratılması tam aksi sonuçları da doğurmaya gebedir. Bu süreçlerin yönetim ve uygulaması kurumlardan, kurumlara ya da kurum-olmayan yapılara hükmeden şahsiyetlerin iradelerine kaymış durumda olması öngörülebilir bir durum. Kurumsallıklar tahrip olunca şahsiyetler hüküm sürerken kurumsal kaygılardan türeyen (mesela hep olageldiği üzere Maliye Bakanlığı ile X bakanlık ya da kurum arasındaki ödenek ve öncelikler) bürokratik çatışmalar şahsileşir ve keyfileşir. Bu da dışarıdan ve dış ülkelerden manipülasyona daha açık olma sakıncasını doğurur. İşte bu ortamda bu kadar hayati bir bir karar alım sürecini takip etmeye ve anlamlandırmaya çalışıyoruz.
İşte belki de Türkiye’nin sadece yakın değil orta vadedeki mukadderatı şekillendirecek sürecin hangi inisiyatiflerle ve kimlerin çatışan iradeleri neticesinde alındığını bilemeyiz. Devlet devlet derken, devleti ortada görmememin maliyetini de bu şekilde gözlemlemiş oluyoruz.
İbrahim Enes Özkan (Araştırma Görevlisi, Doktora Adayı, İstanbul Üniversitesi)
Öncelikle bizim dünyada nerede durduğumuzu tespit etmemiz gerekir. Türkiye ihracatının büyük bir bölümünü Avrupa’ya yapan bir ülke. Ayrıca, finans sektörü dahil, bütün ekonomik sektörler “Batı bloğu” ile oldukça güçlü ilişkilere sahip. Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemini almak isteme motivasyonu güvenlik kaygısı olarak ön plana çıkıyor gibi gösteriliyor. Fakat dış siyasetin iç siyasete bu denli tâbi olduğu bir ülkede bu tarz bir kaygının ne kadar geçerli bir sebep olduğu tartışılır. Öte yandan Macron’un da katkısıyla Eurosam’ın hava savunma sisteminin hızlıca Türkiye’ye kurulabilecek olması gibi bir imkân önümüzde dururken bize gösterilen sebebin inandırıcılığının iyice kaybolduğunu görmemiz gerekiyor.
S-400 meselesinin önemli sonuçları olacak. Şu an dolarda var olan görece düşüş S-400 konusunda Türkiye’nin atacağı geri adıma bağlı olarak ön plana çıkartılıyor (Tabii FED’in güçlü faiz düşürme sinyali de önemli bir etken. Ancak yıllardır kendisine benzeşen ülkelere göre negatif ayrışan Türkiye’nin şu an pozitif ayrışması S-400 meselesinde vereceği tavizle alakalıdır). Oluşacak ekonomik sıkıntıların da en büyük müsebbibi ABD’nin uygulamayı planladığı yaptırımlar olarak görünüyor. Şu an ABD üç tür yaptırım paketi uygulamayı tasarlıyor. Bu paketler savunma sanayiini, ekonomik sistemi ve uluslararası arenada yalnızlaştırmayı kapsıyor. Öyle ki, Türkiye’deki şirketlerin ABD finans sistemine erişiminin kısıtlanması dahi masada. Bu gibi güçlü negatif doneler varken, Türkiye’nin s-400 meselesinden nasıl zarar görmeden çıkacağını ön görmek güç gibi duruyor. Türkiye hali hazırda kendi eliyle hazırladığı bir ev yapımı krizle boğuşurken bir de üstüne küresel negatif etkiler eklendi. Bunun da üstüne S-400 gibi çetrefilli bir mevzuun çıkması ekonomimiz için hiç hayırlı olmadı. Türkiye bu cendereden çıkmak için acilen büyük kararlar almaktan vazgeçip, üretim ve satış desenini çok büyük değişikliklere uğratmayacak alternatif politika uygulamalarına dönüş yapmalı.