[voiserPlayer]
Valéry Giscard-d’Estaing’in (VGE) ölümü Türk yazılı basınında en geniş olarak “Türkiye karşıtı eski Fransa Cumhurbaşkanı Valéry Giscard-d’Estaing coronadan öldü” başlığıyla Sözcü tarafından haberleştirildi. Dünyayı Türkiye merkezli tasavvur etmek, bir eski Fransız devlet başkanının ilk sıfatının “Türkiye karşıtı” olarak dile getirilmesinin şüphesiz temel sebebi ama ülkenin siyasi vasatını düşününce VGE’nün ölümünün haber olmasına dahi sevinmek lazım. Çünkü VGE, Avrupa’nın tersine Türkiye’de çoktan unutulmuştu ve bir zamanlar Soğuk Savaş’ın en önemli figürlerinden biri olduğu halde toplumsal hafızamızda soluk bir izi bile kalmadı. Oysa çağdaş Fransa’nın toplumsal peyzajının oluşmasında en fazla iz bırakan birkaç politikacıdan biri bu uzun boylu, kel, şık takım elbiseler giyen eski cumhurbaşkanıydı.
1945-1975 arası dönem Fransa’da “trente glorieuses” olarak adlandırılır, bunu Türkçe’ye “otuz şanlı yıl” diye çevirebiliriz. Kabaca Fransa’nın kurtuluşuyla başlayan ve petrol kriziyle biten bu dönem büyük bir ekonomik kalkınma ve refahın tabana yayılması dönemidir. 1944’te kurulan sancılı, istikrarsız 4. Cumhuriyet 1958 Mayısında Cezayir’deki generallerin isyanıyla nihai krize girer ve ülkenin ulusal kahramanı Charles de Gaulle’ün dönüşü ve yürütmenin yetkilerini arttıran, yarı-başkanlık sistemini getiren 5. Cumhuriyet Anayasası’yla Fransa’nın bugün hala devam eden anayasal rejimi ortaya çıkar. De Gaulle 1969’da istifa edene kadar ülkenin cumhurbaşkanlığını deruhte edecektir. Fakat, Fransa 1960’larda büyük sosyal değişimlere uğrayacak ve Cezayir Savaşı ve 1968 olayları yeni bir toplum yaratacaktır. Gerçi 1969’da istifa eden Charles de Gaulle’ün halefi Georges Pompidou da generalin yakın çalışma arkadaşlarından biridir. De Gaulle’ün tüm siyasasını –sadece toplumsal muhafazakârlık istisna olmak üzere- 1974’e kadar devam ettirir. Fakat, 1974’te Georges Pompidou hızlı ilerleyen bir hastalık neticesinde görev başında vefat edecek ve Fransız Beşinci Cumhuriyeti üçüncü cumhurbaşkanını seçmek mecburiyetinde kalacaktır.
1974 seçimlerinde bütün bu Gaulle’cü sağla iç içe fakat kimi açılardan onlardan farklılaşan, “bağımsız cumhuriyetçi” politik etiketini kullanan eski maliye ve ekonomi bakanı Valéry Giscard-d’Estaing sosyalist aday François Mitterrand’ı ve Gaulle’cü aday (Pompidou’nun başbakanlarından) Jacques Chaban-Delmas’ı mağlup edip cumhurbaşkanı seçilir.
Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde artık “şanlı yıllar” bitmiştir, petrol krizi ve korkutucu işsizlik rakamları Fransa’yı paniğe sevketmiştir. VGE kendine daha ziyade bir reformcu rolünü biçer. 1974-1981 arasındaki siyasetinin temel vurgusu Fransa’yı modernleştirmektir ve bu her şeyden önce bizzat aynı tabanı paylaştığı Gaulle’cüleri yabancılaştırmak riskini taşımaktadır. Bugün VGE’nün belki de en fazla yad edilen reformu, Sağlık Bakanı’nın adıyla “Simone Veil yasası” olarak bilinen kanundur. Bu kanun kürtajı –herhangi bir tıbbi zorunluluk olmaksızın- yasallaştırmıştır. Dönemin Fransa’sında bir sağ politikacı için beklenmedik bir hamledir bu. Gaulle’cü olsun veya olmasın, Katoliklik vurgusunu, Fransa’nın “kilisenin büyük kızı” (fille aînée de l’Église) olma gururunu kimliklerinin değişmez parçası gören, 19. Yüzyıl sonu – 20. Yüzyıl başındaki kültür savaşlarını nefretle anımsayan Fransız sağının provokatif söylemlerine muhatap olur VGE, fakat netice değişmez. Ayrıca seçmen yaşı 18’e düşürülür, boşanma kolaylaştırılır, başta televizyon olmak üzere kamusal alan çoksesli hale getirilir. Hızlı trenler (TGV) ve nükleer santrallerle yüzyılın başından kalan geleneksel, kırsal Fransa imgesi tarihe karışacak, geç modernitenin tipik toplumsal görünümleri ortaya çıkacaktır. Hem sağ hem sol cenahın Fransa’yı Amerikanlaştırmakla suçladığı bir lider olarak VGE hızlı bir değişim yaşayan toplumun kısa ama kritik bir dönemine kişisel tarzı ve karizmasıyla damgasını vurur.
Dış politikada ise Fransa’nın ilgisi belirgin biçimde Avrupa’ya doğru kayar. Babasının görevinden dolayı Almanya’da, Koblenz’de hayata gözlerini açan VGE Avrupa Birliği’nin en ateşli savunucularından biri olacaktır. Ayrıca SSCB ile ilişkilerde de kararlı bir détente yanlısıdır. Fakat, dış siyasetteki olumlu imajı 1979’da -VGE’nün destekçisi olduğu- Orta Afrika’nın diktatörü/imparatoru Jean-Bédel Bokassa’dan rüşvet olarak iki elmas aldığının ortaya çıkmasıyla tuzla buz olacaktır.
VGE 1981 seçimlerinde François Mitterrand’a mağlup olduktan sonra aktif siyasetten çekilmedi. Yerel siyasette, ulusal siyasette çeşitli görevlere talip oldu, seçildi. Cumhurbaşkanlığından üç yıl sonra bu kez “düz” bir milletvekili olarak Ulusal Meclis’e seçildi, kurucusu olduğu “Fransız Demokrasisi için Birlik” partisinin başına geçti, Auvergne Bölge Konseyi başkanlığı yaptı, Anayasa Konseyi üyesi oldu, 90’lar ve 2000’lerde Avrupa siyasetinde kritik görevler aldı. Bu görevlerin en önemlisi Avrupa’nın Geleceğine İlişkin Konvansiyon’un başkanlığıydı. Bu süreçte hem Türkiye’nin AB üyeliğine muhalefetin kamusal sözcülüğünü yaptı, 2005’te % 55’le reddedilen Fransa’daki Avrupa Anayasası referandumunda “evet”in ateşli bir sözcüsü oldu.
Ailesinin kökleri büyük burjuvaziye dayansa da VGE her zaman aristokratik bir imaj verdi. (Ailenin asıl soyadı Giscard’dı, eski bir aristokratik aile olan d’Estaing’lerin soyadını taşıma imtiyazını VGE’nün babası 1922’de, bu ailenin 1794’te idam edilen son erkek temsilcisinin gayrimeşru kız kardeşinin büyük-büyük-büyük anneleri olduğunu kanıtlayarak kazandı.) Birçok Fransız devlet adamı gibi belagatli konuşmak ve iyi yazmanın, entelektüel olmanın ülkenin kaderine dair söz söyleyebilmek için başlıca kriter olduğu bir dünyadan geliyordu. Kaleme aldığı denemeler ve üç ciltlik bir hatırat dışında, beş de roman yazdı. 2003’ten ölümüne kadar, bir Fransız entelektüel için en büyük onur olan Académie Française’in üyesi oldu, 16 numaralı koltuğu işgal etti.
Valéry Giscard-d’Estaing’den geriye ne kaldı? 1970’lerde kendisinin temsil ettiği merkezci siyaset 36 yıl sonra Emmanuel Macron’un şahsında ikinci başat temsilcisini buldu. Doğrudan aynı çizgi üzerinde ilerlemek gibi bir iddiası olmadığı halde Macron siyasi pratiğiyle tam da VGE’nün 1981’de Fransa’yı bıraktığı yerden devam ediyor. Farkları ise VGE’nün siyasette yükseldiği Gaulle’cü nebulaya mukabil, Macron esas itibariyle Sosyalist Parti’nin mücavir alanından geldi. İki genç “prens” olarak neşv ü nema buldukları siyasette, ilk parlamaları da güçlü ve tecrübeli siyasi figürlerin kanatları altında oldu ve süreç içinde onların zoraki siyasi varisleri oldular: VGE’nün De Gaulle’le (ve Pompidou’yla), Macron’un François Hollande’la devamlılıkları olduğu kadar kopuşları da içeren karmaşık bir siyasal veraset ilişkileri oldu.
AB’nin büyüsünden çok şey kaybettiği açık. Aşırı ve popülist sağ hareketlerin yükselişinden Brexit’e tüm yeni siyasi gelişmeler, Robert Schuman ile Konrad Adenauer’in büyük projesinin bir zamanlar ne müthiş bir vaat olduğunu iyice unuttururken, yerlilik ve taşra vurgulu hareketler savaş sonrasından tevarüs edilmiş uzlaşmaların canına okuyorlar. Bu bağlamda VGE’nün Avrupacılığının hakkını verirken, temsil ettiği siyaset tarzının bugünkü avroseptisizmin oluşmasına ne kadar katkıda bulunduğunu görmek gerekiyor. Özellikle 2000’lerde baş savunucusu olduğu Türkiye’yi AB’den dışlama saplantısının, temelde bir fikir, bir ideal olan Avrupa’yı nasıl da düşünsel köklerinden koparıp bir nevi Karolenj İmparatorluğu role-play’ine dönüştürdüğünü, özellikle de cumhurbaşkanlığının son yıllarında kararlı biçimde uygulattığı kemer sıkma politikalarıyla aşırı sağın yükselişine ne çok katkı sağladığının altını çizmek de VGE’nün bu karakalem portresini tamamlamak açısından önemli. VGE ve benzerleri AB ideallerini doğru veya yanlış savunurken, en fazla ihmal ettikleri, AB’nin salt iktisadi değil siyasi olarak da ağırlık kazanmasını sağlayacak küresel politikalardı. Oysa politik kariyerleri birçok alt ve orta sınıf Avrupalının gözünde AB kurumlarını salt teknokratik ve hayata –olumlu anlamda– dokunmayan fuzuli müesseseler olarak resmeden klişeyi sürekli olarak besledi. Neticede bu kuşağın sahneden çekilme vakti geldiği zaman, hemen hemen tüm AB ülkelerinde sadece bu büyük entegrasyon projesinin temellerine düşman değil, aynı zamanda VGE’lerin kuşağının derinlik ve ilkeliliğinden hiçbir şekilde pay almamış yepyeni bir siyasetçi sınıfı ortaya çıktı. Bugün içinde bulunduğumuz çağın krizlerini düşünürken, bu krizlerin kökeninde dünün hangi hatalarının bulunduğunu asla gözden kaçırmamalıyız.