[voiserPlayer]
Türkiye’de sanat filmi denilince akla ilk olarak Emin Alper, Nuri Bilge Ceylan ve Özcan Alper gelmekte. Haklarında çok konuşulup çok yorum yapılmakta. Ancak ters orantılı olarak filmleri çok az izlenmekte. Bu durum bir yönüyle bu topraklardaki “demokrasi” kavramıyla benzerlik gösteriyor, hakkında çok konuşuluyor ancak çok az kişinin gerçekten bir fikri var.
Bu Topraklardan Bahsetmişken…
Türkiye’de uzun süredir iktidarda olan partiye yönelik eleştiriler, işçi sınıfının sağcılaşmasıyla ilişkilendiriliyor. Başka bir ifadeyle bu görüşe göre işçiler, önceden herhangi bir şekilde “bu” ideolojiyi savunmazken şimdi savunur konuma geldiler. Ancak bu mantığın ciddi olarak bir hatası mevcut: İktidara ilk geldiğinden beri en az %34 oranında oyu olan bir partiden söz ediyoruz. Üstelik zaman zaman %49,8’e kadar da yükselen bir parti. Ve söz konusu bu parti, 21 yıldır iktidarı elinde bulunduruyor. Muhalefetin hatasının olup olmaması bu yazının konusunu ilgilendirmiyor ancak sonuç değişmiyor. 21 yıldır bu ülkede azımsanmayacak bir sağcı kitlesi var.
Önceden de yok muydu? Elbette vardı. Bu kadar çok muydu? Dağınık da olsa çoktu. Dolayısıyla söz konusu sağcılaşma hâli her zaman vardı.
Seçim döneminde sayıları çok ciddi artan, kendi örgütlülüğünün yahut teorisinin gücüyle değil de iktidarın ekonomiyi kötü yönetmesiyle onun yerine geçeceğini zannedenlerin, bir başka tanımlamayla “kaybetmeyi kabullenenler” için – düşene bir de ben vurayım(!)- bir kötü haberim daha var: Yazının başında bahsettiğim üç isim yıllardır çektikleri filmlerle sağcı ve muhafazakar olan –affedersiniz size göre yeni bir durum bu– kitlenin nasıl da yozlaştığını anlatıyordu.
İşte tam bu sırada sevgili çok bilen, çok bildiği için de çok kaybeden siyasetçi arkadaşlar “sanatı sonra konuşuruz, şimdi derdimiz ekonomi” diyordu. Aman yanlış anlaşılmasın, evine ekmek götüremeyen ne yapsın sanatı! Siz de haklısınız mösyö. Ancak, ezelden beri zaten muhafazakar olan insanları suçlamayı bırakın da dönün kendinize bakın lütfen.
Emin Alper’in “Kurak Günler” Filmi: Sanatın Toplumdaki Yeri ve İfadesi
“Karmaşık” bir film gibi algılanan Emin Alper’in “Kurak Günler”i, günlük hayatın karmaşıklığından güç alıyor. Bu filmde baş karakterimizin psikolojik dalgalanmaları, savcı üzerinden Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kitabındaki Raskolnikov’a benzetilerek anlatılıyor. Ayrıca, Karamazov Kardeşler kitabındaki polisiye unsurlar da baş karakterimiz üzerinden yansıtılıyor.
Savcı Emre, kendisine kurulan tuzaktan kurtulmaya çalışırken birçok sahnede temizlik simgesi gibi gösteriliyor. Bu temizlik hâli, önceki savcının istifa etmesiyle karıştırılmak istememesinden kaynaklanıyor. Muhalif gazeteci Murat’ın kötülüğü ise gri bir alanda bırakılmış ve kasaba halkı tarafından görmezden gelinmek için çaba sarf edilmiş. Bu grilik hemen hemen tüm karakterlerde mevcut. İnsanların doğadaki canlılar gibi sadece siyah ya da beyaz olmadığı, bazen ikisinin arasında olduğu vurgulanmış. Bu da filmi daha gerçekçi kılıyor.
Filme domuz avıyla başlarken sonunda avlananların domuz yerine insanlara dönüştüğünü görüyoruz. Bu durum, Hayao Miyazaki’nin Ruhların Kaçışı filmindeki başkarakterin ailesinin tüketim çılgınlığından dolayı domuza dönmesini anımsatıyor. Savcının avlanma hali hem sinirlendirici hem de evine dadanabilecek fareleri öldürmek için tuzak ve zehir hazırlama ihtiyacını doğuruyor. Filmde karakterlerin yakın planlarına şahit olduğumuz her an, farelerin de filme dahil olmasıyla hareketlenme sağlanıyor. Bu durum, susuzluk ve kanalizasyon sistemi eksikliği nedeniyle ortaya çıkan bir vebayı anımsatıyor.
Tüm bunlar, film henüz başlarken hikayenin bir paradoksa sıkıştığını gösteriyor ve açıkça obrukların bürokrasiyi ve insanlığın yozlaşmasını gösterdiğine tanık oluyoruz. Ancak bu yozlaşmanın, Eşkıya ve Ağır Roman gibi filmlerdeki gibi kent yoksullarının değil, kırsal kesimdeki küçük burjuvaların ve kendi çıkarlarını düşünen kasabalıların yozlaşmasını anlattığına dikkat çekiliyor.
Toprağını korumak adına yapılan gericilik, sınıfsal çıkarın bir parçası haline gelmiştir. Bu hazırlık, silah kullanımıyla birlikte linçe de yansır. Devlet bazen bunu bir tehdit aracı olarak kullanırken bazen de kendi kendine tehdit olarak algılar. Bu durumu, savcının bürokrasinin çıkarlarına karşı kasabalıları kışkırtmasıyla birlikte seçimi kazanan taraftarların kasabayı yakıp yıkması ve devletin baskı aygıtlarının buna çare bulamamasıyla görüyoruz.
Devletin, bireylerin imgeleri ve olgularından oluştuğu gerçeği ortadayken bu imgelerin çıkarlarıyla bireyin çıkarları çatıştığında siyasi kolektiflik ortadan kalkar ve kimse bu olguyu tanımaz. Sonuç olarak ortaya “linç kültürü” çıkar.
Emin Alper’in “Kurak Günler” filmi, Türkiye’deki sanat filmi anlayışına ve toplumdaki eşitsizliklere ışık tutan önemli bir yapıttır. Film, kuraklıkla mücadele eden bir kasabada geçer ve su kaynaklarının azalmasıyla ortaya çıkan sosyal ve siyasi gerilimlere odaklanır. “Kurak Günler”, toplumdaki eşitsizlikleri ve devlet ile halk arasındaki karmaşık ilişkileri inceler. Emin Alper’in yönetmenlik yeteneği, her sahnede kendini gösterir ve izleyiciyi düşünmeye teşvik eder.
Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” Filmi: Toplumsal Değişimin Yansımaları
Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” filmi, toplumsal değişim ve bireysel arayış konularını ustalıkla ele alan bir başyapıt. Film, başkarakterin memleketine dönüşünü ve hayatındaki kararları sorgulamasını anlatırken aynı zamanda toplumun genel dinamiklerine ve kültürel mirasa da değinir.
Filmdeki baş karakterimiz olan Sinan, ilkokul öğretmenliği mezunu bir üniversite öğrencisi olarak Çanakkale’nin sakin bir köyünde ailesinin yanına döner. Ancak Sinan, atanamamış bir öğretmen olarak kendini değersiz hisseder ve bir yandan da kitap taslağını yayımlatabilmek için para arayışına girer. Sinan’ın en dikkat çekici özelliği, sürekli olarak başkalarını eleştirip onları dar görüşlü olarak tanımlamasıdır. Kendi öz eleştirisini yapmayan biri nasıl toplumu eleştirebilir diye sorgularken, kendisinin eleştirilmesini kabul etmez.
Bir gün yerel bir yazarla karşılaşan Sinan, filmdeki kilit konuşmalardan birini yapar. Bu konuşma, Sinan’ın geleceğini belirler ve yazarın eleştirdiği tüm yönleri ortaya koymaya başlar. Ancak Sinan, tüm bunların gerçekle yüzleşmek ve kendi hatalarını kabul etmekle ilgili olduğunu daha sonra anlar. Yalnızlaşır ve kendi içine kapanır. Kumar nedeniyle her şeyini kaybeden babasıyla aynı kaderi paylaşmak istemeyen Sinan, yaşadıklarının babasının geçmişiyle paralel olduğunu fark eder. Sinan, umudunun aslında babasında olduğunu sonradan keşfeder.
Film, sınıf mücadelelerine de değinirken, cami imamları, kum ocağı sahibi ve belediye başkanıyla yapılan diyaloglar bir ayna niteliği taşır. Her sahnede, her açıda ipuçları bulunan bu filmde, duygusal geçişlerde bile hava durumu değişiklik gösterir.
Özcan Alper’in “Karanlık Gece” Filmi: Toplumsal Adaletsizliklerin İzleri
Özcan Alper’in “Karanlık Gece” filmi, toplumsal adaletsizliklere ve sistematik zorbalığa karşı mücadeleyi anlatan etkileyici bir yapım olarak öne çıkmakta. Film, dağ kasabasında yaşayan insanların kendi çıkarlarına ters düşen olayları “kendi yöntemleriyle ortadan kaldırmaya” çalışmasını konu almakta.
“Karanlık Gece”, Özcan Alper’in özgün sinematografik tarzını yansıtırken toplumun çeşitli kesimlerinde var olan adaletsizliklere dikkat çekmekte. Film, insanların hayatta kalma mücadelesi ve toplumsal yapıdaki ayrımcılıkla baş etme çabalarını yalın bir şekilde ele almakta.
Geçmişte yaşanmış linçle cinayete kurban giden yakın arkadaşının kayıp cesedini bölgede bulunan obruklarda arayan baş karakterimiz, linçe karışan arkadaşlarının obruktan aşağı inmeye yarayan ipi kesmesiyle uçurumdan düşer. İp, sadece baş karakteri ölümle baş başa bırakmaz, aynı zamanda modern dünya ile olan insanın bağını da keser. Bağ artık kalmamıştır. Toplumun yoz hali artık linçle can almaktadır. Üstelik bunu hiçbir şekilde acımadan yapar.
Sanatın Toplumsal Uyarı Gücü ve İfade Özgürlüğü
Bu üç film, Türkiye’deki sanat filmi alanında değerli yapıtlar arasında yer alırken aynı zamanda toplumsal sorunlara, adaletsizliklere ve bireysel özgürlüklere dair güçlü birer uyarıdır. Ancak daha da önemlisi her üç yönetmen de kırsal kesimlerdeki -ki siz bunu sağcılaştığı iddia edilen kesim olarak okuyabilirsiniz- yozlaşmayı çok sert bir şekilde teşhir etmiştir. Yönetmenlerin kendi tarzları ve sinematografik yaklaşımlarıyla anlatılan bu filmlerin en eskisi Ahlat Ağacı 2018 yılında vizyona girdi. Karanlık Gece ve Kurak Günler ise 2022’de seyircilerin karşısına çıktı.
Çok açık bir şekilde bir kere daha ortaya çıkmıştır ki Türkiye’de işçilerin sağcılaştığı, birileri tarafından yeni fark edilirken sanat, bu konuda herkesten önce davranmıştır; ancak duyabilene. Üstelik daha sanatın buna karşılık çözümüne gelmedim bile; onu çok daha önce zaten söylemişti.
Sanat, politikayı çok gürültülü uyarıyor, uyarmıştı; ancak duymayana davul zurna az!
Fotoğraf: Jeremy Yap