[voiserPlayer]
Afganistan’ın çalkantılı tarihindeki dönüm noktalarından birisi olarak ülke, halihazırda tamamen Taliban’ın hakimiyetine geçmiş durumda. Mayıs ayı başında yoğunlaşan Taliban saldırıları, Ağustos başında vilayet merkezlerine yöneldi. 6 Ağustos’ta ülkenin güneyindeki Zerenc şehrinin ve 7 Ağustos’ta ülkenin kuzeyindeki Şibirgan şehrinin Taliban kuvvetleri tarafından ele geçirilmesi ile birlikte başlayan süreç oldukça hızlı gelişti. Sadece Cumartesi günü, Mezar-ı Şerif dahil yedi vilayet merkezi Taliban’ın denetimine geçti. Afganistan Devlet Başkanı Eşref Gani’nin Pazar günü ülkeden ayrılması ve Taliban’a bağlı birliklerin Kabil’e girmesi ile beraber Afganistan, fiili olarak Taliban’ın idaresi altına girmiş bulunuyor.
Taliban’ın uzun yıllardır sürmekte olan bir silahlı mücadele sonucunda, Afganistan’ın tamamına hâkim olabilmesi, sebepleri açısından incelenmeye değer. Bunların arasında üzerinde durulması gereken iki belirleyici sebep, ülkede ABD işgalinin varlığı ile devletin yokluğu.
2001 Ekim’inde ABD silahlı kuvvetlerinin “Kalıcı Özgürlük Operasyonu” çerçevesinde Afganistan’daki Taliban kuvvetlerine yönelik saldırıları ile başlayan ABD işgalinin hem Taliban için hem de Taliban’ın ülkedeki muhalif ve hasımları için çok çeşitli yansımaları oldu. Taliban açısından işgal, kalıcı bir meşruiyet iddiasının kaynağı haline geldi. Örgüt, Afganistan içerisinde iktidar mücadelesi veren hiziplerin birisi konumundayken, kendisini ABD işgaline karşı mücadele veren bir direniş hareketi olarak tekrar tanımlayabildi. Bir işgalci kuvvete karşı Afganistan’ın tamamı adına silahlı mücadele iddiası, Taliban’a Afganistan halkının tamamına hitap edebilme, vilayetten vilayete oranı değişse dahi Afganistan sathının tamamından militan ve sempatizan devşirebilme ve bu şekilde tüm Afganistan’da var olabilme imkânı sağladı.
Taliban’ın hakimiyeti altındaki belirli bir bölgeden yola çıkarak, cephe cephe, mevzi mevzi, şehir şehir ‘ilerlediği’ ve bu şekilde Afganistan’a hâkim olduğu şeklindeki analizler, örgütün sadece silah zoruyla bu hakimiyeti sağladığını iddia etmekte. Oysa, Taliban’ın bir gün arayla ülkenin kuzeyindeki Şibirgan şehrini ve güneyindeki Zerenc şehrini ele geçirebilmesi, örgütün Afganistan’ın tüm bölgelerindeki mevcudiyetini ve bu mevcudiyete imkân sağlayan Afganistan çapında sahip olduğu belirli bir toplumsal meşruiyetini göstermekte. Bu toplumsal meşruiyetin arkasında ise, Taliban’ın kendisini bir direniş örgütü olarak Afganistan halkına yansıtabilmesini mümkün kılan ABD işgali yatıyor.
Afganistan hükümeti açısından ise işgal, kalıcı bir meşruiyetsizlik ithamının kaynağı haline geldi. 2004 yılında iş başına gelen Hamid Karzai ve 2014 yılında işbaşına gelen Eşref Gani hükümetleri, Taliban tarafından, yabancı işgalciler ile iş birliği içerisinde hareket eden ve Afganistan’ı temsil etmeyen yönetimler olarak tarif edildi. Bu ithama karşı olarak, Afganistan hükümeti yöneticileri ve ayrıca çok sayıda araştırmacı, Afganistan kamuoyunun belirli bir kısmında Taliban’a dair var olan memnuniyetsizliği, Afganistan hükümetine dair bir memnuniyetmiş gibi değerlendirdi. Bu yaklaşımda, Afganistan halkı arasında Taliban’a karşı olan olumsuz tavır, Afganistan hükümetine yönelik olumlu tavrın ifadesiydi. Ancak, teorik olarak, kamuoyunda iki rakip taraftan birisine yönelik nefret, diğerine yönelik muhabbet anlamına gelmeyebilir. Afganistan’da pratik de bu şekilde tecelli etti. Afganistan kamuoyunun önemli bir kısmı, Taliban ile Afganistan hükümeti arasındaki mücadelede ne Taliban’ı ne de Afganistan hükümetini destekledi. Bu toplumsal kesimlerin Afganistan hükümetine destek vermekten imtina etmesinde, hükümetin işgalci güç ile iş birliği içerisinde gösterilmesinin ve görülmesinin etkili olduğu öne sürülebilir.
Ayrıca, işgal, Afganistan hükümetinin tüm icraatlerini zan altında bırakan bir etkiye sahip oldu. İşgal altındaki bir ülkenin hükümeti olarak, Afganistan hükümetinin tüm faaliyetlerinin üzerine bir meşruiyetsizlik iddiasının gölgesi düşmekteydi. Halihazırda, Batı kamuoylarında, Taliban’ın hakimiyetini, münhasır bir şekilde Afganistan yönetiminin hatalarına atfeden ifadeler duyuluyor. Örneğin, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Afganistan’da şahit olunan trajediye, Afgan liderliğinin başarısızlığının yol açtığını ifade etti. Bu tarz ifadeler, işgalin Afganistan hükümetinin icraat ve faaliyetlerini meşruiyet noktasında zayıflatıcı tesirlerini göz ardı etmekte. Afganistan hükümetinin işgal neticesinde meşruiyeti sorgulanır hale gelen icraat ve faaliyetlerinden birisi de kendisine bağlı silahlı kuvvetler ve onların Taliban karşıtı mücadelesi oldu. ABD işgali, Afgan Ulusal Ordusu’nu işgale karşı direnen bir örgüte direnme gibi, eylemlerinin meşruiyetini zayıflatan bir konuma soktu.
Taliban’ın Afganistan’ın tamamına hâkim olabilmesinin iki belirleyici sebebinden diğeri ise ülkede devletin yokluğu. Afganistan, devletsiz bir diyar ve milletsiz bir memleket. 1919 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra, art arda gelen iç karışıklıklar, isyanlar, işgaller ve savaşlar neticesinde Afganistan’da devlet inşa süreci akamete uğradı. Aynı şekilde, bir ulus inşası da ülkede mümkün olamadı. Bugün ‘Afganistanlı’ ibaresinin bir devlete aidiyeti ve bir millete mensubiyeti ifade etmediği, yalnızca bir coğrafi menşei ifade ettiği rahatlıkla iddia edilebilir.
Bu durumun Taliban açısından farklı yansımaları olmuştur. İlk olarak, Afganistan halkının çeşitli etnik gruplardan müteşekkil olduğu ve Taliban’ın sosyal tabanını oluşturan Peştunların ülkedeki nüfusun yaklaşık yüzde 40’ını teşkil ettiği belirtilmeli. Afganistan’daki “milletsizlik” ve “devletsizlik” hali, Taliban’a önemli avantajlar sağlamakta. Hakikatte Peştunlar Afganistan’da bir azınlık durumunda. Ancak, ülkede bir ulus inşası mümkün olamadığından dolayı, Afganistan’daki dahili mücadeleler azınlıklar arası bir mücadeleye dönüşmekte ve bu durumda Peştunlar en kalabalık azınlık olarak kendiliğinden bir avantaj elde etmekte. Afganistan’ın bir ulusal kimlik inşa etmedeki başarısızlığı, Taliban’ın başarısına zemin hazırladı.
Ek olarak, Afganistan’da devletin yokluğu, şiddeti vahşet derecesinde tatbik etmekten çekinmeyen bir örgüt olarak Taliban’a çok geniş bir hareket sahası bırakmıştır. Taliban’ın şiddet eylemlerini engellemeye muktedir, engellenemeyen şiddet eylemlerinin faillerini cezalandırmaya kadir bir devlet gücünün yokluğu, Taliban’a geniş çaplı bir dokunulmazlık sağlamıştır. Yakın zamandan bir örnek olarak, örgüt, 6 Ağustos’ta Afganistan hükümetinin medya ve enformasyon merkezi müdürü olan Dava Han Minapal’i Kabil’de suikast ile öldürebilmiş ve ülkenin diğer üst düzey yöneticilerine yönelik suikast tehditlerini çekinmeden yöneltebilmiştir.
Afganistan’da devletin yokluğunun Afganistan hükümeti açısından da çeşitli yansımaları oldu. Devlet, bir ülkede meşru şiddet tekelini elinde bulunduran tek merci olarak tanımlanmakta ve devletin bu meşru şiddet tekelini teşkil ve tatbik edeceği başlıca vasıta da ordu. Dolayısıyla, devlet, ordunun istinat edeceği merci haline geliyor. Afganistan hükümetine bağlı silahlı kuvvetler, Taliban’a uzun süre direndiler ancak başarılı olamadılar. Son haftalardaki gelişmelere bakıldığında, hükümete bağlı birliklerin cephelerdeki veya meskûn mahallerdeki çatışmalar sonucunda büyük mağlubiyetler yaşamadıkları ve buna rağmen silahlarını bıraktıkları görülüyor. Bu süreçte, Afgan Ulusal Ordusu’nu teşkil eden tümenler ve kolordular kendiliğinden Taliban’a teslim oldu. Örneğin, Çarşamba günü, Taliban kuvvetleri, Afganistan’daki yedi kolordudan birisi olan 217. Kolordu’nun ülkenin kuzeyindeki Kunduz şehrindeki karargahını neredeyse silahlı çatışmaya girmeden ele geçirdi. Taliban’ın bu başarıları, Afganistan hükümetine bağlı silahlı kuvvetlerin mücadele iradelerini kaybetmesine dayanıyor. Silahlı mücadeleye dair askeri iradenin kaybolmasının nedeni ise, ülkedeki siyasi iradenin hiçbir zaman tam manasıyla teşekkül edememiş olmasında yatıyor. Olmayan devletin ordusu da nihai olarak kayboluyor.
Afganistan’da devletin yokluğunun bir başka sonucu da Afgan Ulusal Ordusu’nun neredeyse tüm lojistik ihtiyaçlarının Afganistan hükümeti tarafından değil, ABD ordusu tarafından tedarik edilmesi oldu. Afganistan hükümetine bağlı birliklere teçhizat ve cephane temini, dağıtımı ve bunların onarımı ABD ordusunun sorumluluğundaydı. ABD silahlı kuvvetlerinin ülkeden çekilmesi tüm bu süreçleri kesintiye uğrattı. Ülkede devletin olmayışı, bu sürecin idaresini ikame edecek bir merciinin yokluğunu da beraberinde getirdi. Taliban’ın hızla hakimiyeti sahasını genişlettiği son süreçte, Afganistan hükümetine bağlı birliklerin şikâyet ettiği ve mustarip olduğu en büyük sorun, birliklerdeki askerlere gıda temin edilemeyişiydi. Bir örnek olarak, New York Times gazetesinin haberine göre, Kandahar’ın Taliban eline geçmesinde, şehri savunan hükümete bağlı birliklere söz verilen günlük patates istihkakının temin edilemeyişi belirleyici oldu.
Taliban, uzun yıllar süren acımasız bir mücadeleden sonra, Afganistan’da hakimiyet sağlamış görünüyor. Bu zaferinde, ülkedeki ABD işgalinin varlığının ve devletin yokluğunun büyük payı var. Dini idealizm ile dünyevi pragmatizm arasında arafta olan örgüt, önemli bir tercih arifesinde. Fıtratında ifrat olan bir örgüt olarak Taliban, son birkaç gündür, yöneliminin pragmatizme doğru evrileceğine dair açıklamalar yapıyor ve ülke ve dünya kamuoylarını buna ikna etmeye çalışıyor. Taliban’ın dini idealizm ile dünyevi pragmatizm arasındaki gerilimi ne şekilde ve ne ölçüde yönetebileceği, sonuçları itibarıyla en önemli konu olarak karşımızda duruyor.
Fotoğraf: Mohammad Rahmani