[voiserPlayer]
Çeşitli sözlükler “müzmin”in sözlük anlamını şöyle veriyor: Ne zamana kadar devam edeceği bilinmeyen, bir çözüm getirilmemiş olan, kronik (olan) durum. Eskiden beri süregelen gelecekte de sürecek, kesintisiz.
Türkiye’de müzmin muhalifliğin görünümleri, motivasyonları, siyasal dili, sosyal medyadaki davranış yansımaları, psikolojisi vs aslında üniversitelerde bir tez konusu olacak kadar katmanlı ve renkli bir çeşitlilik gösteriyor. Müzmin muhalif özneler peki kimlerden oluşuyor? Ulusalcı, sosyalist, seküler; gazeteci, ekonomist, akademisyen, diyetisyen, yaşam koçu vs yazarlardan oluşan müzmin muhalifler, “güvenilir/inandırıcı” personaları, kamuoyu oluşturmaya elverişli titr’leri, nitelikleriyle kitleleri etkileyebilen geniş bir skalaya sahipler.
Diyaneti’in geçtiğimiz günlerde LGBTİ bireyler, nikahsız ilişkiler ile ilgili, “yaşam tarzları” üzerinden yaptığı kutuplaştırıcı, ötekileştirici açıklamalara, Ankara Barosu ve müzmin muhaliflerin verdiği karşılık, tam da AKP’nin istediği, kamu önünde kendi işine çok yarayacak nitelikteydi. Aynı kutuplaştırıcı, ötekileştirici, Diyanet’in ve iktidarın aynası bir dil. Aslında verilen demeçte konuşanın Diyanet değil AKP olduğu aşikardı. AKP Türkiye’sinde Diyanet, iktidarın kendisine vermiş olduğu görevleri icra eden, iktidar partisinin “dindar/kindar” bir nesil yetiştirme projesinde/ajandasında olanları uygulayan, varlığı zaten resmi ideolojinin bir aracı olarak öteden beri tartışmalı olan, propaganda makineliğinden başka işlevi olmayan bir kuruma dönüştü.
Müzminler kendilerini devletin “doğal/seçilmiş/seçkin/ sahipleri” zannetme yanılsamasının yarattığı ruh haliyle, 1990’ların refleksleriyle, 20 senedir iktidarda olan AKP’yi yorumlamaya devam ediyorlar. Şerif Mardin’in “çevre/merkez” kavramlarına dair gerilimli değişim ve dönüşümleri nedenleriyle, ilişki biçimleriyle açıkladığı sosyolojik tespitlerini ya algılayamıyor ya kabul etmiyor ya da görmezden geliyorlar. Agamben’in “istisna hali” kavramsallaştırmasına karşılık gelen bir psikolojiyi politik tartışmalarda sürdürüyorlar.
Agamben’in “istisna hali” kavramını en basitçe; egemenin, yani kurucu ve yürütücü gücü elinde tutanın; hukuk, siyaset, yaşan alanı üçgeninde, hukuku yutup yaşamı “geçici” olarak askıya alması olarak kabul edersek; bu hali müzmin muhaliflerin iktidarın aygıtlarına benzer reflekslerle, iktidar gibi yansıttıklarını görürüz. Devleti devlet yapan, egemene ait gücün tüm unsurlarını bir vakitler ona sahip olmanın, onun seçilmişi, seçkin yöneticileri olma özelliğini kuvvetle içselleştirenlerin bürokraside, merkez medyada, akademide tüm ayrıcalıklarını kaybetmiş olmalarına rağmen hâlâ “devlet biziz” algısıyla davranmaları, “istisna hali” sürdürmede iktidar kadar önemli rol oynamakta. Kaybettiklerini kabullenmemek kadar, devletçi/egemen tavrının içe işlemesi ve bundan bir türlü kurtulamamak, bugün yaşanan ekonomik, sosyal, bürokratik, sosyo-psikolojik değişimin gerçekliğini algılayamayan “sorunlu” ruh halini doğurmaktadır diyebiliriz.
Hayatın her alanında onlarla iç içeyiz ya, tanıklıklarımız, anılarımız da ister istemez oluyor onlarla. Gazeteci dostum Mustafa Hoş Mudanya’ya bir konferans için geldiğinde yanında Fatih Yaşlı da vardı. Konferans öncesi sahilde birlikte yürürken “muhafazakarların CHP algısı” tartışması yaptık. Arkadaşlara annemin yaşadığı bir olayı anlattım.
Rahmetli İbrahim Dedem, fotoğrafta cebinde gazete olan kişi. Fotoğraf 1955 yılına ait ve TBMM’nin önünde, bir muhtarlar toplantısı çıkışına ait. Muhtarlar toplantısı sağ muhafazakar gelenekte var olan bir olgu. AKP’nin muhtar toplantıları 55’lere dayanıyor diyebiliriz, yeni bir şey değil yani. Bu gelenek de aslında başka bir yazının konusu olmayı, siyasi gelenek bağlamında yeniden okunmayı bekliyor. Dedem, DP iktidarının 1955’te Bursa Değirmenlikızık Köyü’nün ilk muhtarlarından. Muhtarlık o zamanlar şimdikinden daha itibarlı, önemli bir makam. İktidarın ve devletin kamusal alandaki mikro temsili. Köyde kimi geceler, ölümlerin ardından ya da başka nedenlerle Yasin okumak bir gelenek. 1961 yılı Menderesin idamının gerçekleştiği yıl. Annemler de evde ölen dedesinin ardından Yasin okumaya niyetlenmişseler de babası yani İbrahim Dedem buna izin vermiyor. Nedeniyse kimi evlerde okutulan Yasinler için jandarmaya giden ihbarlar ve yapılan ev baskınları. Bu ihbarları yapan, annemin “sonradan öğrendik” dediği, köyün tek öğretmeni, bugün 93 yaşında olan, babamın en büyük abisi, kökten bir CHP’li/İnönücü Hamit Amcammış.
Fatih Yaşlı’ya (FY burada müzmin muhalif temsili) anlattığım bu olayı, o “inşa edilmiş tarih” diye yorumlamıştı. Oysa bu olay bir inşayı anlatmaktan çok “çevrenin”, köylerin, kasabaların, sokakların, AKP’nin 20 senedir meydanları dolduran kalabalığının (gayriresmi) tarihine-bilinçaltına, yakın tarih algısına işaret ediyordu. “Algı gerçekliktir” tespitinden yola çıkarsak, seküler-ulusalcı yazarların, müzminlerin temennilerini “bilimselleştirmeden”, retorikleştirmeden bu algının gerçekliği ile çoktan yüzleşmeleri gerekirdi. İşte bu nedenle Ak Parti neden değil sonuç!
Aynı müzminler, 20 yıllık iktidarında AKP’ye yerel seçimlerde muazzam bir sandık yenilgisini yaşatan CHP Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı “sağ gelenekten geldiği”, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu “Eyüp’te dua okuduğu”, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu “bekledikleri gibi Atatürkçü görmedikleri için” hakaret ve aşağılamaya varacak denli eleştiri yağmuruna tutmaktalar. Oysa bugün Kılıçdaroğlu liderliğinde Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu covid-19 salgınında kriz yönetiminde “sosyal belediyecilik nasıl olmalı”nın tarihini yazıyorlar.
Peki, müzmin muhalifler yenilgi yenilgi kabaran egolarıyla, tutarsızlığı defalarca ispatlanmış “analizleriyle”, istisna halleriyle hakikat bilgisine sahip olduklarını hâlâ neden ve nasıl iddia edebiliyorlar ?
Geçtiğimiz günlerde Nevşin Mengü, (TR’de en çok konuşulan, fenomen olmayı başarmış 3. kişi imiş) Ali Babacan’ın Deva partisine “siyasal İslamcı” tanımlaması yaptı. Buram buram müzminlik ön yargısı ile yazılmış bu yazıya cevap vermek için asgari ortak bir dil, entelektüel müşterekleri paylaşıyor olmak gerekir. Böyle bir alan yok. İslamcı muhafazakar gelenek, kendi içinde AKP’ye muhalif, Gelecek/Deva gibi muhalefet partileri, gazete(ci)leri (Karar Gazetesi), yazarları çıkarabiliyor. Antonio Gramsci’nin ”bir şeyi ancak ‘içerden’ etkileyerek değiştirebilirsiniz” ilkesi gereği muhalif söylem üretebiliyor, muhafazakar tabanı etkileyebiliyor. Seküler müzmin muhalifler ise bunların hepsini aynileştirerek, siyasal pragmatizmin dışında, ideolojik/duygusal bagajlarla, ötekileştirici bir dil ile dışlayarak, sağ muhafazakar muhalefetin etkisini kırarak, paradoksal biçimde yaptıkları “muhalefet” iktidara yararken, AKP tabanını kemikleştiriyorlar.
Corona günlerinde müzminlik örneklerinden biri de Soli Özel’den geldi. Muhalefet etmenin her şeyi eleştirmek, doğru yapılanı görmezden gelmek olmadığını unutarak davrananlar iktidarı aşındırmak yerine, yandaşlıkları kuvvetlendiriyor sadece. Koronavirüs salgınını; İngiltere, İtalya, İspanya, Amerika vd Batılı ülkelere göre sağlık sisteminin güçlü ve doğru yapılandırılmış olması, sağlık çalışanlarının tüm birimleriyle nitelikleri, hazırlılıkları ve dayanıklılıkları gibi önemli nedenlerle doğru ve dinamik yönetmiş bir iktidara müzminlik motivasyonuyla “sürü bağışıklığı” uygulandığını iddia etmek insafsızcaydı. Bir çok müzmin gazeteci, yazar AKP’nin işine yarayacak bir cümle kurmamak için doğru yönetilen salgını haksızca eleştirmeyi seçti. Soli Özel de asılsız iddialarda bulunup iktidarı suçlayarak müzmin saflarda yerini almayı tercih etti. Üstelik “Ya da bakarsınız bu asla verilmeyeceği düşünülen o hesap verilecektir. Zira bazen devran öyle döner ki, hiç akla gelmeyen hiç hesapta olmayan bir zamanda hiç beklenmedik bir şekilde hiç umulmadık gelişmeler hiç görülmedik haller yaşanır. O zaman ne zamandır bilinmez ama bir zaman o zaman gelecektir.” ifadesi karşıtıyla aynılaşan bir keskinlik, karşıtıyla kendini negatiflikte eşitleyen bir ton taşımaktadır. Oysa doğru yapılan işe haksız eleştirilerde bulunmak yerine iktidarın gerçekten ciddi anlamda zayıf, yetersiz kaldığı ve sağlıklı yönetemediği kamu alanı ve ekonomiye dair eleştirilerde bulunmak hakkaniyetli olandı.
Bu açılardan baktığımızda, müzmin muhalif tavrın ve ürettiği söylemin topluma yarardan çok zararı dokunmakta. İktidarın kutuplaştırıcı, ön yargılı, dışlayıcı tutumuyla neredeyse aynı özellikleri taşıyan bu tutum, muhalefet algısını da tutuculuğun çemberine hapsediyor. Ortodoks bir muhalefet de farklı seslerin, doğru olanın, yapıcı hamlelerin, nereden gelirse gelsin ülke yararına yapılanın iyiliğini gözetmek yerine kendine özgü, kendinden menkul bir cılızlık ve çatışmacılıkla çözümsüzlük üretiyor.
Bugün AKP’nin iktidarını sürdürebilmesi için “sürdürülebilir olağanüstülüğe” ihtiyacı var ve müzmin muhalifler bu olağanüstü halin koşullarını her fırsatta AKP’ye altın tepside sunuyor. AKP’nin iktidarını sürdürebilmesi için kutuplaştırıcı, kibirli, bencil, ayrıştırıcı bir dile ihtiyacı var, müzminler de aslında iktidarla aynı dili aynı tondan konuşarak ötekileştirici üsluplarıyla i bu imkanı AKP’ye sağlıyor.
AKP ötekileştirici politikaları uygularken çoğunluk halk desteğine güveniyor, müzmin muhalifler neye güveniyor ? Kariyerist narsistliklerine! Açalım:
Zygmunt Baumann Retrotopya kitabında Christopher Lasch’a atıfla çağdaş narsisti şöyle tanımlar: “İhtiraslarının bir sınırı olmaması bakımından haris niteliğini haiz olan bu tip, derhal tatmin ister ve huzursuz edici daimi bir tatminsizlik duygusu içinde yaşar.” Müzmin muhalifler açık, uygar, sorumlu, sonuç alıcı, dönüştürücü bir muhalefet anlayışının dışında, günlük politik ‘olağanüstü istisna hali’ni üreten ve kalıcı hale getiren dil ve söylemiyle, sanal hakikat bilgisi!/taraftarlar üreten, böylelikle mikro iktidarını sürdürmekten başka derdi olmayan varlıklardır. Covid virüsü gibi yayıldığı alanın enerjisini, nefes alanlarını tüketerek yaşayabilir.
Sorumlu muhalefet, iktidar(lar)ı besleyen, yeniden üreten, müzminleşmiş zihniyetleriyle, bu gerçekleriyle yüzleşmek zorunda !
T.S. Eliot’ın Katedralde Cinayet’te söylediği gibi ”En büyük günah, doğru bir şeyi yanlış bir nedenle yapmaktır.” Sorumlu insanlar, sorumlu muhalefet bilimsellik, nesnellik iddiasıyla ortaya çıkan müzmin muhaliflerin kibirli, bencil, egoist, narsistik günahlarıyla, yanlış nedenleriyle hesaplaşmak zorunda. Ve AKP’nin din’i, dindarların samimiyetini suistimal eden, tüketen politikalarıyla da. İslamcı ve Ulusalcı müzminler, doğru bir şeyi yanlış nedenlerle yaparak; eleştirelliklerini örneğin daha fazla hukuk, insan hakları, demokrasi için değil, devletin sahibi olmak, kazanımları kuvvetlendirmek, varolanı kaybetmemek kaygısı ve motivasyonuyla davrandıklarından ülkeyi bir fasit dairenin içine, çözümsüzlüğe mahkum etmiş oluyorlar.