Eşitlik nosyonu moderniteden beri aksiyomatik olarak doğru ve sorgulanamaz kabul edilen etik değerler arasında yer almaktadır. Ancak, herhangi bir amacın insanın veya evrenin doğasına aykırılık teşkil etmesi birçok insanın peşinden sürüklendiği “ideal” hedeflere yönelik bir meydan okuma ve eleştiri içerebilir mi?
Peki “eşitlik” denen şey hakikatte nedir? Haklar bildirgelerinde dahi normsal bir nitelik kazanan eşitlik, liberteryenler ve bilhassa Rothbard için ne ifade etmektedir? Rothbard, Eşitlikçilik: Doğaya Karşı İsyan adlı meşhur eserinde eşitlik ideali ve gayretlerini yoğun bir eleştiri bombardımanına tutarak bu idealin, evrene ve insan doğasına karşı bir teşebbüs olduğu yönünde fikir geliştirmiştir. Birey yetenek ve kabiliyetlerinin toplum ve kolektivite lehine sınırlandırılması, Rothbard için kabul edilemez bir cürümdür. Belli bir nitelik ve vasıflara göre A ve B birbirinin aynı ise bunlar “eşit” olarak nitelenir. Örneğin, eğer iki eşya da 20 kg ise o halde bunların ağırlık bakımından “eşit” oldukları ifade edilir. Herhangi iki kişinin birbiriyle tam olarak eşit olabilmesinin tek yolu ise bütün özellik ve niteliklerin eşit ve aynı olmasıdır. Eşitlikçi ideal ekseninde bütün insanların eşitliği ancak, tüm insanların özellikler bakımından tektip, tamı tamamına özdeş oldukları zaman başarılabilir. Dolayısıyla Rothbard’a göre eşitlikçi dünya; şahsilik, çeşitlilik, farklılık ya da özel yaratıcılıktan mahrum, otantisiteden yoksun özdeş yaratıklar dünyası olacaktır.
Herkesin her yönden ve açıdan eşit olduğu dünyada artık kimse kimseden daha zeki, daha güzel, daha güçlü ve daha hızlı olmayacaktır. Böylesi eşitlikçi bir toplum amaçlarını totalitarizm ve zor gücüyle gerçekleştirebilir. Özdeş ve anonim kimliklerin üretildiği bu toplum, insan doğasına aykırı olduğu için kötüdür. Bu amacı gerçekleştirmeye yönelik her teşebbüs de kötü olmak durumundadır. Eşitlikçiler bu eşitsiz düzenin doğadan yahut biyolojik farklılıklardan değil, insan üretimi kültürden kaynaklandığını ifade etmekte ve kültür dönüştürüldüğü takdirde eşitlikçi düzenin hayat bulacağını iddia etmektedirler.
Örneğin, eşitlikçilere göre kızıl saçlıların heyecanlı oldukları önermesi erken yaşlardan itibaren kızıl saçlı çocukların zihnine işlenmekte çocuk da bu yargıları içselleştirerek toplumun kendisinden beklediği gibi davranmakta, yani adeta kızıl saçlı olmayan hakim kültür tarafından manipüle edilmektedir. Onlara göre toplumda statü, prestij, zenginlik, şöhret gibi farklılıkları üreten her türlü unsur, adaletsiz bir “baskı”nın ve irrasyonel bir ayrımcılığın neticesidir. Bu baskı ve tahakküm bazen 18-25 yaş arası gençlerin ve kadınların siyasi kongreler ve delegelerde yetersiz temsil edildiği iddiası ile ortaya çıkabilirken, bazen de kendilerini çocuk bakımı, ev işleri ve ailelerine adayan kadınların beyinlerinin yıkanmış olduğu söylemiyle ortaya çıkmaktadır.
Oysa ki Rothbard’a göre gençlerin temsili meselesinde sağduyu şunu fark etmeyi gerektirir ki gençlerin bilgi ve tecrübesinin yetişkinlere nazaran daha az olması hasebiyle büyüklerden daha düşük bir statü ve otoriteye sahip olma eğiliminde oldukları açıktır. Benzer şekilde “bastırılmış sınıf” olarak nitelenen kadınların siyasi mecralardaki yetersiz temsilinin temel sebebi de kadınların siyasi alanda erkekler kadar aktif ve istekli olmadıkları yönündedir. Eşitlikçi yaklaşıma göre erkek egemen kültür kadınları aile içi ve işlerine hapsederek beyinlerini yıkamakta olup kadın kurtuluşçularının esas görevi ise kadınları bilinçlendirmektir. Nitekim kendini ailesine bilinçli ve istekli bir şekilde adayan bir kadının tutumu, kökü kazınması ve yok olması gereken “yanlış bilincin” göstergesidir.
Cinsiyetler arasındaki herhangi bir biyolojik, fizyolojik ve psikolojik farklılık iddiası, eril kültürün manipülasyonunun sonucudur. Dr. Eleanor Maccoby’nin, kadın ve erkek zekasını etkileyen genetik faktörler ile ilgili yaptığı çalışmada, erkek çocuklarının doğası gereği kız çocuklarından daha saldırgan olduğu ve bu durumun baskın olma, inisiyatif alma ve analitik düşünmeyi güçlendiren bir nitelik olduğu şeklindeki tespitleri, kadın kurtuluşçuları nezdinde dikkate alınmayan bir olgudur. Fakat Rothbard’a göre asıl sorun, feminist aktivistlerin kadın varlığına yönelik itirazları ve kadınların psiko-biyolojik farklılıklarına karşı duydukları hoşnutsuzluktur. Kadının “efendi” erkeğine bağımlı olmasından, ona ve çocuklarına hizmet etmekten haz duymasından nefret etmekte, toplumsal rollerin biyolojik olarak belirlenmesi fikrine karşı çıkmaktadır ve bu bağlamda “kültür” günah keçisi olarak nitelendirilmektedir. Oysa ki Rothbard bireylerin anatomi, vücut kimyası ve fiziğiyle en küçük detaylarda dahi birbirinden farklılaştıklarının altını çizmektedir. Dolayısıyla biyolojik gerçekliğe karşı eşitlikçi isyan; ontolojiye, doğanın düzenine ve genel olarak evrene bir isyandır.
Eşitlikçi girişimlerin beslendiği zemin ise gerçekliğin yapısının olmadığı kanaatidir. Dış dünya adeta bir tabula rasadır ve insan iradesi tarafından herhangi bir yöne doğru dönüştürülebilirdir. Kısacası gerçeklik, kolayca evrilebilir bir şeydir. Nitekim Rothbard için gerek Charles Fourier’in sosyalist ütopyasında resmettiği tüm zararlı canavarların yok olup bütün varlıkların birbirleriyle yardımlaşma içerisinde olduğu ve hatta okyanusların dahi tuzlu su yerine limonata içireceği sosyalist ütopyası, gerekse de Engels’in Anti-Dühring’de belirttiği iş bölümünün ilga edilip herkesin fiziksel ve zihinsel yeteneklerini her yönde geliştirme fırsatı sunacağı komünizm ideali, irrasyonel ve ontolojik gerçekliğe aykırıdır.
İnsan hayatının sınırlılığı her insanı tercih yapmaya ve bir işte uzmanlaşmaya yöneltmiştir. Dolayısıyla Rothbard’a göre Engels’in periler ülkesinin sakinleri bile artık Canterbury Papazı mı yoksa donanma komutanı mı olacağına, kemancı mı yoksa boksör mü olacağına karar vermek zorunda kalacaktır. Ne Karl Kautsky’nin komünist toplumunda tasavvur ettiği “süpermen” yeni insan ne de Leon Trotsky’nin komünist bir toplumda ortalama bir insanın bir Aristo, Goethe ve Marx seviyesinde olacağı söylemi gerçekliğin ontolojik yapısına ve evren yasalarına uygundur.
Eşitlikçi teoriler Rothbard’a göre mülkiyet hakkı ihlallerinin meşru zeminini oluşturan söylemler üretmektedir. Bireyden ziyade toplum/kamunun öncelendiği her sistem totalitarizm ve şiddet yaratacak, bireysel kimlikler anonimleşerek toplum için kolayca feda edilebilir konumda olacaktır.
Fotoğraf: Clay Banks