[voiserPlayer]
İktidarın göreve talip olurken mücadele etmeyi vadettiği “ironik 3 Y”sini (Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasaklar) herkes ezberledi. Süreç her ne şekilde gelişmiş ve sebepler her ne olursa olsun, bugün bunların dışında da topluma armağan ettiği Y’ler say say bitmez. Onları da yine Daktilo1984 sayfalarında listelemiştim de nitekim.
Şiddetli bir bunalım ve gerçek bir çöküşte olan toplumda muhalefetin bunları sürekli tekrarlayarak iktidarı ahlaka veya sandığa davet etmesi son derece anlamsız. Üstelik halka şikayet etmesi yararsız da değil sadece. Artık toplumsal onarımlar ve iyileşme açısından da zararlı.
Dönüştürücü Özne
Muhalefet hala ülkenin tüm çıkmazlarından son 20, 10 veya 5 yıla bakıp yüzde yüz iktidarı sorumlu tutuyor. Ve madem ki onun berbat ve sefil bir halde olduğunu, ülkeyi yönetecek yetkinliğinin kalmadığını söylüyor, o halde sorumluluk almalı. Bunun için de kendine bakmalı. Ve bazı davranışsal değişiklikleri daha fazla gecikmeden yapmalı.
Çünkü zaten toplumsal onarıma ve güçlenmeye nispeten daha iyi veya sağlam kalmış unsurlarla başlanır. Dönüştürücü özne olarak değişim sürecini kendisi başlatsın ki iyileşme de bütünün tamamına yayılabilsin diye.
Elbette psiko-sosyal olgular ve toplumsal sorunların çözümü konusu kuramsal olarak bile farklıdır; değil ki gerçek hayatta ve pratikte! Yani tıp, fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, vb. alanlarından metaforlar, modellemeler ve terminolojiler alınıp iletişim amaçlı kullanılabilir. Siyaset içindeki veya dışındaki retoriklerde türlü akıl yürütmeler yapılabilir. Muhtelif demagojilerle kişiler ikna olabilir veya pes edebilir.
Kısacası, tartışmalarda mantıksal argümanlar kazanılıp, kaybedilebilir. Ayrıca Türkiye’de demokrasi açısından kazanç veya kayıp nedir, o da tartışılabilir. Fakat gerçek yaşamdaki kişisel ve toplumsal (kazandıracak, kaybettirecek) dönüşümler farklı yöntemler, yol ve yordamlar gerektirir.
Örneğin, toplumun bir kesimini “kanserli doku” veya “kangren olmuş bir uzuv” gibi kesip atamazsınız. “Çivisi çıkmış” desek de topluma “çivi” çakamazsınız. “Kalın kafalara” matkapla delerek “demokrasi çipi” yerleştirerek filan ulaşamazsınız. Cahil veya yobaz bulduğunuz “beyinleri yıkayarak” iktidar aleyhine veya muhalefet lehine ayartamazsınız. Toplumdaki “algıyı da yönetemezsiniz”. Tüm bunların bilincinde olunmalı ve safsatalardan uzak durulmalı!
Değişime gösterilen ilk önemli ve mutlaka aşılması gereken “direnç” bireylerin veya grupların kendilerinin değil, canlarını sıkan başkalarının değişmesi arzu ve beklentisinde olmalarıdır. Çoğunlukla kendileri de “daha iyi ve güçlü” olmak istediklerini söyleseler de, bunun için kendilerinin (alıştıkları ve işlerine gelmeyen) davranışlarını değiştirmeleri gerektiğini “büyük haksızlık” olarak görürler. Dolayısıyla da bu duruma bil(mey)erek itiraz ve isyan ederler. Kısacası uluslar, siyasi partiler veya başka kurumlar ve kişiler için bu durum hiç fark etmez. “Savunuculuk” gerçekliği hiç şaşmaz!
Nitekim psikososyal terapötik destek isteyen “mağdurlar” (yine kendileri çoğunlukla farkında olmasalar da) içinde oldukları başka ilişkiler ve bileşenleri adına da “gönüllü” olmuşlardır. Başka bir deyişle de, onlar genellikle ilişkideki diğer paydaşlardan daha “duyarlı”, “güçlü”, “ilişkiye veya davaya adanmış” ve “değişime açık” olurlar.
Yani onlarla salt talep eden, bizzat danışan veya “bozuk” oldukları için değil, fakat “değişim” için gerekli “dönüştürücü özne” kendileri oldukları için çalışılır. Fakat bu elbette “dışardaki paydaşları” ve “ilişkisel bağlamı” yok saymak demek değildir. Zaten bu “gönüllüler” üzerinden esas amaçlanan veya nihai “değişecek” olan ilişkisel örüntüleridir.
Eğer herhangi bir bozulmuş ilişkiden zorunluluk, istek, bağımlılık, alışkanlık, vs. gibi gerekçelerle çıkılamıyor ise, o “problemli örüntüyü dönüştürmek” gerekir. Bunun için de ilk önce gerekli olan “zinciri kıracak halkayı bilmek” ve “geçerli” olarak bul(dur)maktır. Çünkü gönüllü dönüşüm öznesinin ona ve örüntünün sürdürülüşüne kendi katkısını görüp, değiştirmesi gerekir.
Muhalefetten Şimdi Beklenen
Elbette “muhalefetin” kendi akıl hocaları ve her şeyin alasını bilen “siyasi stratejist” ve “siyasi iletişim” danışmanları filan çoktur. Zaten ve gayet olağan olarak, kimsenin değil bize danıştığı, fikrimizi aldığı, okuduğu, anladığı, duyduğu veya kendine çeki düzen verdiği falan da yoktur.
Dolayısıyla bu yazı daha çok, zamanında bana, “çok naifsin, siyasetin reel gerçekliği bu değil”, “muhalefeti eleştirme, bize çok lazım” demiş olanlar için. Onların çoğu, o zaman yazdıklarımın (üstelik sadece bir kısmını) şimdi “muhalefetin iyiliği için” medyada kendileri konuşuyorlar da onun için. Biraz daha ekleme gereği hasıl oldu.
O bakımdan önce, geçen seneden beri defalarca yazdığım halde, ısrarla sürdürüldüğü için bir kez daha tekrarlayayım: Altılı masa içindeki veya dışındaki, partili veya partisiz muhalefetin en büyük hatası bozuk siyaset sarmalından çıkamamasıdır.
Dahası, iliklerine kadar işlemiş popülist, zıtlaşmacı ve tepkisel siyaset örüntüsünü sürekli beslemesi ve iktidarı da bilfiil “diri” tutmasıdır. Dolayısıyla, ülkeyi mevcut patolojik boyutlarına getirdikleri için sorumlulukları da büyüktür. Tarih “bilinçlendikçe” bu “statükocu (Sarı?) iktidar karşıtlarını” da “bozuk düzeni sürdürdükleri için” yargılamasını bilir.
Fakat bizim “atı alan Üsküdar’a geçtikten sonra” veya “Bor’un pazarı geçtikten sonra” devreye girecek, yani geçmişe dönük olası retrospektif anlama, açıklama veya aklamalarla bir işimiz yok. Hele yakın veya uzak “geçmişe takık ve endeksli” tarih anlayışı ile hiç işimiz yok. Çünkü Türkiye’nin mevcut koşullarda böyle bir lüksü de yok.
Cumhuriyet ikinci yüzyılına girerken, toplumda henüz umut, (muhalif) siyasete ve geleceğe güven tesis edilememiş durumda. Bu “siyaset veya iktisat ötesi çoklu toplumsal çöküş” ortamında, geleceğe dönük hayali kurgular ve vaatler de “kriz yönetimi” açısından oldukça “prematüre”. Yani tarih açısından olmasa da, zaman açısından lüks.
Muhalefet mevcut tarihsel gerçekliğe göre davranmalı. Fakat hala pek öyle görünmüyor. Örneğin, Altılı Masanın “kritik konuları aştığını” gömlek metaforuyla ifade eden bir tweete yorum yanıtımda yazdığım gibi: Yani isterse “gömleğin ilk düğmesini doğru iliklediğinden emin” olsun. İster bu ilk düğme “üstteki” (GPS?), isterse “alttaki” (ekonomi?) olsun. Hatta isteyenler de buna düğmesiz veya tersten giyilen “deli gömleği” gözüyle baksın. Eğer “önümüze sandık konsun” deniyorsa, o gömlek henüz giyilmemiştir. Seçimi kazanınca giyilecek olan, baş ucunda ütülenip kolalı bekletilen “bayramlık gömlek” demektir. Yani en kritik ve öncelikli husus atlanmış demektir.
Öyleyse biz de “şimdi-ve-burada”ya, yani seçim öncesine dönelim. Yine iktidarın başarısız Y’lerini ve yetersizliklerini temcit pilavı gibi tekrar etmekten bıkmayan muhalefete bakalım. O işi medya yapmalı ve takip etmeli zaten. Nitekim, işini başarıyla yapan çok değerli gazetecilerimiz de var. İşte size taze bir örnek.
Dolayısıyla, dağınık muhalefetin dikkati ondan daha dağınık topluma çizdiği genel tablo tek kelime ile “güvensizlik”! Muhalefet iktidarı akla ve ahlaka davet ettikçe, tabii iktidar da hiç takmayıp tersini yapmayı sürdürdükçe, bu durum azalmıyor, daha da artıyor.
Kanımca muhalefetin hep birlikte mutlaka şu 5 Ç’si üzerinde durması ve bunları ivedilikle de değiştirmesi önemli. Tabii biz yine de “çizmenin” Ç’sini aşmadan, yani haddimizi bilerek, sadece anahtar sözcükleri sıralamakla yetinelim: (1) Çekimserlik, (2) Çekingenlik, (3) Çaresizlik, (4) Çözümsüzlük ve belki en önemlisi de (5) Çelişkili mesajlar.
Yukarıda kısaca değindiğim temel mesele ve gündemdeki konulardan bağımsız olarak, bunların hemen hepsi için geçerli. Yani Sünni/Alevi olmak, Türk/Kürt milliyetçiliği, küresel ekonomi ve stagflasyon, makro-iktisadi politikalar, vergi reformu, tarım ve hayvancılık reformu, eğitim reformu, küresel ısınma, enerji politikası, dış politika, güvenlik kurumları , yargı meseleleri, dijitalizasyon ve sansür yasası, nasıl bir aday, vb. konular masaya konulmalı.
Bu konular üzerinde ne konuştukları, ne tasarladıkları ve anlaştıkları kamuyla açık seçik paylaşılmalı. Kısacası yukarıdaki beşi-bir-yerdeki Ç’ler aşılmalı ve davranışlarla gösterilmeli. Yani elbette bunlara halkın kendisinin karar vereceği de unutulmamalı. İnsanlar “gelenin gideni aratmayacağına” güven duymalı.
Dolayısıyla “ikna” etmek veya olmak değil mesele: “Duygu siyaseti” yapılıyor diye iktidarı şikayet edenler önce kendilerinin “Batı ussalcılığı” ile aşırı konumlanmış durumlarının farkına varmalılar. Tüm “duygu/mantık” gibi yapay ikicilliklerini gözden geçirmeye buradan başlamalılar.
Yanı sıra, söylemlerinin içeriklerindense siyasetin biçimini önceleyerek biçemini değiştirmek çok daha etkili ve önemli. Zaten analitik amaç dışında bunları birbirlerinden ayrıştırmak büyük ve onarılması çok daha güç bir hata bence.
Ayrıca insani, ahlaki ve hayati sarmal durumlarında “deneme-yanılma” gibi bir yöntem veya siyaset biçemi asla söz konusu olmamalı. O bakımdan da, birincil müdahale hedeflerini doğru ve dakik kestirimlerle seçmeli. İkincil onarımlara ise süreç içinde, “şimdi-ve-burada”nın tarihini birlikte yazarak ve yaparak geçmeli.
Çünkü toplumun da acil çözüm bekleyen 5 büyük Ç’si var: (1) Çöküntü, (2) Çürüme, (3) Çaresizlik, (4) Çoklu toplumsal sorunlar ve belki de en önemlisi (5) Çoğulculuk.