Türkiye’de aktüel milliyetçilik, toplumsal ve siyasal zihniyetin kodlarını yansıtan vasat bir numune olarak, tüm siyasal fay hatlarında oldukça sık rastladığımız birtakım sıkıntıları bünyesinde barındırıyor. Bunları temelde üç ana hatta toplayabiliriz: Sembollerle düşünmek ve eylemek, evrensel bir katma değer üretememek, ahbap çavuş ilişkisinden türeyen siyasal kimlik ve menfaat.
Bu sıkıntıları bünyesinde barındıran tek siyasal kimlik milliyetçilik ve temsili değil aslına bakarsanız; memlekette hangi cepheye yüzünüzü çevirseniz sembollere hapsolmuş bir radikalizm, siyasi tahakküm ve ötekileştirme arzusu, katma değer yoksunluğu ve ahbap çavuş ilişkisiyle yürüyen kimlik krizlerini görebilirsiniz.
Milliyetçiliği farklı kılan, mevcut ittifak ve iktidarın politikalarını şekillendirmesi ve devlet gücünü herhangi bir muhalefet şerhi düşecek kurumsal yapıdan azade biçimde elinde barındırmasıdır. Bu durum vatandaşı doğrudan devlet eliyle icra edilen bir “ahbap çavuş milliyetçilik” kriziyle baş başa bırakıyor.
Ahbap çavuş kapitalizmi kavramından hareketle bir uyarlama yaparak milliyetçilikle ilgili bu çıkarıma vardım. Zira, “ahbap çavuş” sıfatı hukuki güvence altında olmayan her türlü partizan politikanın kamusallık kazanmasında olduğu gibi milliyetçiliği de partizan bir ideolojik krize; müphem, tanımı ve temsili belirsiz hukuk dışı ve öngörülemeyen bir karaktere büründürüyor.
J. Habermas, Anayasal Yurtseverlik kavramında, yani bizdeki çağrışımıyla hukuki güvencesi olan milliyetçiliği tanımlarken oldukça sade ve kimlikler üstü bir mutabakata vurgu yapıyor: Vatandaşların tamamının kamusal menfaatten eşit biçimde yararlandırılmasına dayanan politikalar. Liberal endişeyle de sosyal demokrat ya da muhafazakâr kaygılarla da üretilse tüm bu metot nihayetinde milliyetçilik şemsiyesi altında toplanıyor.
Ben, milliyetçilik üzerine yapılan onca tanım ve yorum arasında “vatandaşlık ve kamusal menfaat” endeksli bu tanımlamayı en güvenilir ve en kapsayıcı milliyetçilik olarak görenlerdenim. Zira siyasal kimlikler, inanç ve ahlaki kümeler arasında sosyal-siyasal bir krize imkân tanımıyor ve herkes için hukuk, refah, demokrasi gibi ulusal fayda endişelerini taşıyor.
Oysa bugün yaşanan milliyetçi aktüel tecrübe ve iktidar politikaları neredeyse bu hukuk endeksli milliyetçilik tanımına savaş açmış gibi görünüyor. Ahbap çavuş milliyetçiliği tanımından ben tam da bu “siyasal keyfiliği” hedefleyerek hareket ediyorum. Zira, ortada partizan kimlik dağıtımı, partizan menfaat ve partizan hukuksuzluğun kesişim kümesi var. İşte ahbap çavuş milliyetçiliği, bu kesişimin merkezindeki ideolojik motivasyon oluyor.
Bugünlerde sosyal medyada sıkça rastladığım aktüel anlamda uygulanan milliyetçi politikaları tanımlama çabaları arasında etnik milliyetçilik, İslamcı milliyetçilik gibi yorumlar da oluyor. Oysa bugünün muktedirlerinin etnik ya da dini milliyetçilik üretmek gibi ideolojik kaygıları ve siyasi gelenekleri yok, aktüel anlamda böyle bir kapasiteye de sahip değiller. Bugünün sorunu; tıpkı Cumhuriyet tarihinde sıkça yaşadığımız gibi milliyetçiliğin otoriterleşmesi, devletçi bir karakter kazanması ve bu devletçi milliyetçiliğin keyfi bir nitelikle hukuki güven ortamını kaybetmesidir. Yani ahbap çavuş ilişkisiyle yürümesi sorunudur.
Siyasal ve uluslararası kriz anlarında iktidarın sembolik Türkçü refleksler vermesi bu milliyetçiliği etnik milliyetçilik yapmadığı gibi; sembolik dini refleksler vermesi de İslamcı milliyetçilik yapmıyor. Zira sembollerle eylemek iktidarın aktüel anlamda yalnızca sosyal dokuya uygun tamponlama alışkanlığının devamı olabilir. Ayrıca bu kavramların felsefi, tarihi, politik ve hukuki endişe gütmemesiyle birleşen bu milliyetçi politikalar adına ortada tam bir kuralsızlık ve bu kuralsızlıktan menfaat temin etme halinden başka bir şey de görünmüyor.
Milliyetçilik, Türk siyasal hayatında modernleşme ile beraber devlet eliyle ve devletle beraber varlık kazanmış bir kavram. İttihat Terakki’den Kemalizm’e, çok partili hayattan günümüze kadar milliyetçiliğin devlet dışında bir imkân alanı ne yazık ki olmadı. Bunu yakın siyasi tarihimizi inceleyenler bilir.
Milletin ve milleti oluşturan komünlerin sosyal, siyasi, iktisadi ve hukuki çıkarlarını otoriteye karşı savunmakla başlayan Kıta Avrupası milliyetçiliği gibi tarihi bir süreç bu topraklarda yaşamadık. Devletin eliyle sınırları belirlenen, devletin müsaade ettiği ölçüde millete menfaat temin eden, devleti ele geçiren politik zümrenin çıkarlarıyla uyumlu bir milliyetçilikten söz edebiliriz ancak. Dolayısıyla milliyetçiliğin bu topraklarda milletin kamusal çıkarları lehine doğrudan kazanılmış bir yarar üretmesini beklemiyorum. Gelecekte de gerek toplumsal dinamikler gerek iktisadi dinamikler bu devletle entegre milliyetçilik ilişkisini kıracak güçte görünmüyor.
Sonuç olarak, bugün yaşanan tecrübede olduğu gibi sembollere hapsolmuş siyasi tahakküm arzusuyla birleşmiş, bırakın evrensel bir katma değer üretebilmeyi milletin katma değeri bile doğrudan gündeminde olmayan, hukuki güvencenin eksikliğiyle makbul vatandaş ve teröristi ayıracak keyfi partizan bir skalaya dönüşmüş bu devletçi milliyetçilikten kamusal zarardan başka ne umabiliriz?..