[voiserPlayer]
“Bir insanın kendi çıkarı için eylemde bulunma hakkından sonraki en doğal hakkı çabasını başkalarınınki ile birleştirerek onlarla ortak hareket etme hakkıdır. Bu yüzden örgütlenme hakkı bireysel özgürlüklerin ayrılmaz bir parçasıdır. Hiçbir kanun koyucu toplumsal düzenin temellerine zarar vermeden örgütlenme hakkına müdahale edemez.”
Alexis de Tocqueville
Liberal felsefenin bireyi temeline koyan ve hatta ona kutsallık atfeden yaklaşımı kolektiviteye ya da kolektif eyleme toptan bir karşı çıkış̧ olarak algılanmaktadır. Ayn Rand romanlarında sıkça karşılaştığımız güçlü bireyin, kendi idealleri doğrultusunda toplumun tümüne karşı çıkan ve ondan tam anlamıyla koparak, kendi yolunu çizme çabası liberal (liberalizm içinde yer alan farklı yaklaşım ve isimlendirmelere bu çalışmada yer verilmeyip genel olarak “liberal” sıfatı kullanılmıştır) aydınlar tarafından idealize edilmiş bir durumdur. Ancak, herkes bu durumun romanlara has olduğunu, bütün bir topluma karşı bireyin tek başına John Galt ya da DC/Marvel süper kahramanları gibi bir fark ve değişim yaratma çabasının genellikle sonuçsuz kalacağını bilir.[1]
Liberalizmin bireyini, tüm çabası bireyselliğini ve biricikliğini korumak olan bir özne olarak betimleyerek karikatürize etmek anlamsızdır. İnsan sosyal bir varlıktır ve insanlık tarihi boyunca, hemen tüm liberal kazanımlar, kolektif bir çabayla elde edilmiştir.
Aslında Adam Smith’ten günümüze uzanan liberal siyasal ve ekonomik düşünce tarihine baktığımızda örgütlere ve örgütlenmeye ilişkin geniş̧ bir literatür bulmak mümkündür. İlk akla gelen A. Smith’in Milletlerin Zenginliği kitabındaki meşhur iğne fabrikası örneğidir: Bir kişinin bir işin her aşamasını tek başına tamamlamaya çalışması ya da bir malın üretim süreçlerinin tamamına tek başına hakim olma çabası büyük bir verimsizlik yaratır. Sanayi Devrimi sonrası yaşanan üretim artışının en önemli nedenlerinden biri, üretim süreçlerinde insanların bir araya gelerek bir işin/malın farklı parçalarını aynı anda yapmaları anlamına gelen ve bir tür örgütlenmeye işaret eden ‘iş bölümünde uzmanlaşma’dır.[2]
Ekonomik alan ile sınırlı kalmayıp konuyu siyasete de getirdiğimizde yine benzer bir sonuçla karşılaşmaktayız. Avrupa’da kralların ve prenslerin halkları üzerinde mutlak bir hakimiyet kurduğu, “siyasi ve sosyal hakların doğuştan edinilen yollarla ancak bir avuç soyluya özgü olduğu” tarihsel dönem, burjuva sınıfının doğuşuna kadar sürebilmiştir. Böyle bir siyasal yapıda çeşitli hak ve özgürlüklere sahip olma arzusunda olan sıradan bir insanın muktedir olmasını beklemek pek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Tarihte burjuva sınıfının, krallar ve aristokratlar karşısında örgütlenerek ve ortak bir irade ortaya koyarak siyasal temsil kazanma mücadelesini “Siyasal temsil yoksa vergi de yok!” sloganı ile ifade etmek yanlış olmayacaktır. Burjuva sınıfının zaferinin önemli bir unsurunu oluşturan örgütlülük hali sonraki yıllarda yapılacak insan hakları tanımlarında ve anayasalarda temel bir insan hakkı olarak yer alacaktır.[3] Burjuva sınıfının örgütlülük halinin sonucundaki kazanımlar sadece onlara mahsus kalmamıştır. Örneğin başlangıçta sadece soylu erkeklere mahsus olan oy verme hakkı, ilk önce burjuva sınıfına mensup erkeklere ardından erkek işçilere verilmiştir. Kadınlar da burjuva sınıfı erkeklerinin yaptığı gibi zorlu ve örgütlü bir mücadele sonucu d̈ünyanın her yerinde oy kullanma hakkını yıllar sonra da olsa kazanmışlardır. Dolayısıyla liberal değerlerinin üretimini ve nesiller arası aktarımını sağlayacak sınıfın doğuşu bile aslında bireylerin örgütlenmeleri sayesinde mümkün olabilmiştir.
Siyasal liberalizmin kurucusu sayılan İngiliz düşünür John Locke’ta da (1632-1704) örgütlülük halinin olumlandığını görürüz. Siyasal iktidarın kaynağını kutsal metinlere değil beşeri bir takım faaliyetlere dayandırmak üzere hazırlamış olduğu Hükümet Üzerine Birinci İnceleme adlı eserinde Locke, tarihin belki de en önemli kırılma noktalarından biri olarak, doğa durumunda (devlet öncesi durum) eşit halde yaşayan insanların örgütlenerek “devleti” nasıl oluşturduklarını anlatır.[4] “Toplum Sözleşmesi” olarak ifade ettiği toplumsal bir mutabakata varılması sonucunda bireylerin “cezalandırma yetkisini” devrettikleri bir otorite ortaya çıkmıştır. Doğa durumunda özgür, eşit ve huzur içinde yaşayan insanların yeni bir ‘örgüt’ yaratmaya ihtiyaç duymaları tek başlarına çözemedikleri birtakım sorunların olduğunun, bireysel çabaların yetersiz kaldığının ve örgütlenme yoluna gittiklerinin göstergesidir.[5]
Diğer yandan liberalizm örgüt ve gruplar hakkında eleştirelliğini korur. Bu eleştiriler birey-grup ilişkilerine ve gruplar arası ilişkilere yöneliktir. Öncelikle ‘hak’ tanımının gruplar ve grup kimlikleri üzerinden yapılması liberalizm açısından kabul edilebilir bir durum değildir.[6] Liberalizmin iki temel kabulü şöyledir: Hak yalnızca bireysel temelde tanımlanmalıdır. Çünkü gruplar ve kolektif kimlikler üzerinden tanımlanan hak ve özgürlükler bireyselliğin yok edilmesi anlamına gelmektedir. İkinci kabul ise liberalizmin en temel sorusu olup, bireyin hak ve özgürlüklerinin nasıl korunup geliştirileceğidir. Bu temel kabul aynı zamanda negatif ve pozitif yükümlülükler üzerinden liberal devlet tanımına dair de ipuçları sunmaktadır. Sonuçta, bireyi öncelemeyen, hatta onu kolektif kimlikler içinde görünmez kılan hak tanımlarının liberalizmde kabulü mümkün değildir. Yalnızca bu kabullerin ardından gruplara ilişkin argümanlar geliştirmek mümkündür. Buna göre bireysel temelde tanımlanan hak ve özgürlüklerini etkin bir biçimde dile getirmek ve savunmak için örgütlenmek ya da bu amaçla örgütlere katılmak, bireysel çabadan çok daha etkili sonuçlar verecektir. Bireyin kolektif bir kimliğin bir parçası olmak için değil, sadece etkin bir mücadele yöntemi olarak grupları seçtiği sürece liberal bakış açısından hiçbir sorun yoktur.[7]
Gruplara ilişkin ikinci bir eleştiri bir grubun doğal olarak diğer gruplardan daha üstün, kimi konularda doğuştan daha yetenekli ya da söz hakkı olduğunun düşünülmesidir. Avrupa’nın tarihinin en önemli parçalarından olan aristokrat ailelerin yönetmeye doğuştan muktedir oldukları yönündeki yaklaşım buna örnek olarak verilebilir. Böyle bir muameleye hem hakları grup temelli tanımladığı için hem de soylu olmayan her bireyin ilgili alana yönelik haklarını ve özgürlüklerini yok saydığı için karşı çıkılmaktadır.[8]
Gruplar arası ilişkilere yönelik bir diğer eleştiri ise bir grubun tamamının hem sosyal hem de siyasal alanlarda bir takım ek hak ve korumalara sahip olmasıdır. Pozitif ayrımcılık diyebileceğimiz bu durum genel olarak uzun vadeli sonuçları açısından verimsizlik yaratacağı varsayımı nedeniyle liberallerin eleştirilerine hedef olur. Liberalizm pozitif ayrımcılık kavramına sıcak bakmaz ancak bu karşıtlık örgütlülük haline yönelik değildir. Geçmişte adaletsiz muamelelere maruz kalmış ve hatta günümüzde de kimi haklarını çeşitli sosyo-kültürel engellerden ötürü etkin bir şekilde kullanamayan grupların fazladan haklar ya da kanunlardan muaf tutulma şeklinde değil ancak destekleyici nitelikte bir takım ayrıcalıklara sahip olmasının liberallerin karşı çıktığı anlamda pozitif ayrımcılık olduğunu düşünülmemelidir. Hatta pozitif ayrımcılık bile modern tartışmalarda haklı gerekçelere tabi olmak şartı ile kabul edilebilir hale gelmiştir. Türkiye gibi gelişmekte olan ya da daha az gelişmiş ülkelerde kadınların ya da kimi dezavantajlı/azınlık grupların desteklenmesi en kabul edilebilir durumlardan biridir. Bu durumun hukukun eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmayacağı da yine modern anayasa hukukçuları tarafından büyük oranda kabul edilmektedir.[9]
Yukarıdaki çekinceleri dikkate alarak kurulan bir LGBT/kadın hakları örgütüne ya da herhangi bir liberal/milliyetçi/sosyalist vb. ideoloji çerçevesinde bir araya gelmiş insanlara liberal kanattan bir karşı çıkış ya da bir eleştiri geleceğini beklemek hatalı bir yaklaşımdır. Türkiye’de kadına karşı şiddetle mücadelede etkin önlemler alınması için, Alevi’lerin Cemevlerinin camiler gibi ibadethane olarak kabul edilmesi ve Sünni İslam’ın temel prensip- leri üzerine kurulu zorunlu din dersinden muaf kalmak için, LGBT bireylerin eşit medeni haklar mücadelesi için, Hristiyan halkların İstanbul’da Ruhban Okulu’nun açılması için verdikleri örgütlü mücadele bireysel olarak verecekleri mücadeleden çok daha etkili olduğu için gerekli ve rasyonel bir davranıştır. Çünkü daha önce belirtildiği gibi bireyin hakkını en etkin savunabileceği mekanizmayı kullanmaması yine liberalizmin rasyonel birey tasavvuruna uygun bir davranış olmayacaktır. Hakların etkin ifadesi dışında, bir grubun herkese uygulanan kanunlardan muaf tutulmak için mücadele etmesi ise sadece liberalizm açısından değil; hukukun üstünlüğüne inanan hiçbir insan tarafından kabul edilebilir bir durum değildir. Şu sözlerle özetlemek yerinde olacaktır:
“Kimi zaman insanlar arası eşitliği bozan güç farklılıklarının oluştuğu, güçlünün zayıfı sömürebildiği toplumlarda bu adaletsizlikle mücadele için örgütlülük ve örgütlenme haline ihtiyaç duyulmaktadır.”[10]
Örgütlenme ve toplanma özgürlüğü siyasi, sosyal, dini, etnik, sınıfsal, kültürel vb. hayatın tüm alanlarını kapsayan bir özgürlüktür. Dolayısıyla farklı alanları kapsayan bir özgürlük ister istemez diğer özgürlükler ile ilişkilenmektedir. Bu durum kendi başlarına temel insan hakkı olmaları dışında aslında bir başka temel hak ve özgürlük ile olan ilişkileri sebebiyle de onları önemli kılmaktadır. Toplanma özgürlüğü olmadan örgütlenme özgürlüğünün bir anlam ifade etmeyeceği gibi bu iki özgürlük olmadan da ifade özgürlüğü büyük bir yara alacaktır. Çünkü örgütlenme ve toplanma özgürlükleri tanımları ve temel amaçları itibariyle bireylerin kendileri daha iyi ifade edebilme ve gereken hallerde kamuoyu oluşturabilme çabasının araçlarıdır. Sosyal ve siyasi konularda sağlanan ifade özgürlüğünün özel bir versiyonu olarak düşünülebilecek inanç özgürlüğü de yine toplanma ve örgütlenme özgürlüğü ile yakın ilişkilidir. Bir adım daha öteye götürürsek ortak bir cephe oluşturmaları varlıkları açısından hayati öneme sahip olan işçilerin sendikal hakları da yine aynı ilişkiler ağı içindedir. Dolayısıyla örgütlenme ve toplanma özgürlüğüne getirilecek kısıtlamalar ilişkili olmaları açısından ifade ve inanç özgürlükleri ile diğer özgürlüklere de zarar verme riski taşımaktadır. Sonuç olarak demokratik bir toplumdan ve gerçekçi siyasal katılım mekanizmalarından bahsedebilmek için örgütlenme, toplanma ve bağlantılı olarak ifade ve inanç özgürlüğünün garanti altına alınmış olması elzemdir.
Örgütlenme ve toplanma özgürlüğü demokratik, çoğulcu ve insan haklarına dayanan bir siyasal sistemin sahip olması gereken özellikleri arasında şüphesiz bir yere sahiptir. Büyük oranda siyasal liberalizmin ilkeleri ile şekillenmiş olan ve tarihsel olarak 1946 Bretton Woods Antlaşması sonrasına denk gelen dönemde Türkiye’nin de dahil olduğu Batı dünyasında diğer birçok konuda olduğu gibi bu iki özgürlük üzerinde de küresel bir mutabakat söz konusudur. Bu iki özgürlük kimi düzenlemelerde tek başlarına taşıdıkları değerler açısından kimilerinde ise diğer özgürlüklerle olan ilişkileri üzerinden de değerlendirilerek hem ulusal hem de uluslararası hukuki metinlerde yerlerini almışlardır.
[1] Bireyci görüşlerle henüz yeterince aşina olmayanlar için okuma önerisi: Ayn Rand, Atlas Silkindi, İstanbul, Plato Film Yayınları, 2006
[2] Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, çev. Haldun Derin, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006, s. 6.
[3] Örnek için: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi: https://www.tbmm.gov.tr/ko- misyon/insanhaklari/pdf01/203-208.pdf
[4] John Locke, Hükümet Üzerine Bir İnceleme, çev. Fahri Bakırcı, Ankara, Kırlangıç Yayınevi, 2007, s. 1-2
[5] Toplumsal Sözleşmeciler’e ilişkin farklı eserler: Thomas Hobbes – Leviathan, J.J Rousseau – Toplum Sözleşmesi
[6] İstisnalara bir örnek olarak: Will Kymlicka, Multicultural Citizenship, Oxford, Clarendon Press, 1995
[7] Ömer Çaha, Sivil Toplum ve Devlet, Ankara, Orion Yayınları, 2016, s. 82-83
[8] Terry Sheppard, Liberalism and the Charter: Freedom of Association and the Right to Strike, s.130, https://ojs.library.dal.ca/djls/article/viewFile/5547/4992 (Erişim Tarihi 25 Şubat 2019)
[9] Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Hukukun Üstünlüğü El Kitabı (basılacak), Özgürlük Araştırmaları Derneği, s.17
[10] Terry Sheppard, Liberalism and the Charter: Freedom of Association and the Right to Strike, s. 130, https://ojs.library.dal.ca/djls/article/viewFile/5547/4992 (Erişim Tarihi 25 Şubat 2019)