[voiserPlayer]
*Makaleyi özetle okumak isterseniz; sadece kalın yazıyla çizilmiş alanları tarayabilirsiniz.
Daha düne kadar bildiğimiz dünya, bugün Covid-19 ile radikal bir şekilde değişiyor. Uzun bir süredir ilk kez tüm dünya bir arada değişimi iliklerimize kadar hissediyoruz.
Nasıl yaşadığımız, nasıl çalıştığımız, nasıl sosyalleştiğimiz ve paranın dolaşımı; hepsi hızla değişiyor.
Covid-19 salgını bittiğinde kuvvetle muhtemel uluslararası sistem, dayanışma temelli ve vicdani yeniden bir inşa sürecine yönelecektir. Bu inşayı özellikle sosyal güvenlik, sağlık, istihdam ve çevre alanlarında gözlemleyeceğiz. Temelini ortak işbirliğine dayandıran bölgesel ekonomik-siyasi birlikler varoluş amaçlarını sorgulayacaklardır. Avrupa Birliği örneğine bakıldığında, karar alma mekanizmalarındaki hantal yapısıyla zaten eleştirilen Birliğin, pandemiye karşı tutuk tavrına ve çözüm getiremeyişine cevap olarak bir yeniden yapılanmaya gideceğini görebiliriz.
Kaçınılmaz olacak ki, bizi önümüzdeki günlerde derin bir küresel durgunluk, iş gücü piyasalarının çöküşü ve tüketici harcamalarının buharlaşması bekliyor. Hatırlarsanız, 2008 Ekonomik Krizi’nde hükûmetleri harekete geçiren senaryo, ATM’lerden para çekilememe ihtimaliydi. Eğer insanlar evlerinden çıkmayı bırakırlarsa, o zaman paranın dolaşımı da durma noktasına gelecektir.
Küçük işletmeler, çalışanlarını korkutucu bir hızla kaybederken, Amazon ABD’de 100.000 çalışana daha ihtiyaç duyduğunu ilan etti. Amazon’un bu ilanı bize gelecek günlerin dijital platform devlerinin amansız büyüyebileceğini ve dijital girişimlere olan eğilimin kat be kat artacağını işaret ediyor. Ticarette sürdürülebilir olmanın kuralları yeniden yazılacak.
Bu küresel durgunluk şüphesiz ki en çok ihracata bağımlı ekonomileri vuracaktır. Türkiye de bunlardan biri. Örneğin, İrlanda dünyanın en fazla ihracata bağımlı ekonomilerinden biri olduğu için, bu krizin ne kadar sürdüğüne bağlı olarak, İrlanda’nın milli gelirinin veya GSYİH’sinin bu çeyrekte ve sonraki dönemde yüzde 10-25 oranında düşebileceği öngörülüyor. Bu küçülme en çok istihdamı etkileyecektir. Bu noktada bir çok genç iş ve beyin göçüne yönelecektir. Ancak, dünyadaki neredeyse her gelişmiş ülke kendi içlerinde farklı boyutlarda küçülmelerle ve işsizlikle mücadele edeceği için beyin göçü pek mümkün olmayacaktır.
Amerikan matematikçi Cathy O’Neil’e göre Covid-19 sonrasında muhtemelen yeni bir siyasi ayaklanma olacak – bir başka deyişle Occupy Wall Street 2.0. Ancak, bu sefer çok daha büyük ve kızgın olacağı kesin. Nitekim, bugün bile Fransa’da, ABD’de ve bir bakıma Türkiye’de zengin, iyi bağlantılı ve iyi kaynaklara sahip toplulukların ne ölçüde özenle ele alındığını ve buna karşılık yoksul toplulukların ne kadar ihmâl edildiğini görebiliyoruz.
Bir başka olası senaryo ise “siyasi şok dalgası”dır. Çalışmalar gösteriyor ki, güçlü ve kalıcı politik modeller/hükûmetler, bir tür büyük şok dalgası sonrası genellikle değişime daha duyarlı hale geliyorlar. Bu tür toplumsal şoklar farklı yönlere gidebilir, işleri daha iyi veya daha kötü hale getirebilir. Zira bu şok dalgalarında, ABD gibi uzun bir süre boyunca toplumu siyasi ve kültürel olarak kutuplaşan ülkelere, dayanışma ve işlevsellik doğrultusunda bir araya gelme imkanı doğuyor. Bu argüman kulağa idealist gelebilir. Ancak, “ortak düşman” senaryosu bunu destekleyecektir. İnsanlar ortak bir dış tehditle karşılaştıklarında bir “ortak düşman” seçerler ve bu yolla farklılıklarını aşmaya başlarlar. Bu ortak düşman onları bir araya getirir. Covid-19 bize farklılıklarımızı ayırt etmeyecek ve yeniden gruplanmamıza yardımcı olacak tek bir müthiş düşman sunuyor. Buna örnek Blitz verilebilir. II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’ye karşı planlanan ve 56 gün süren Nazi bombalama kampanyası Blitz sırasında, Winston Churchill’in anılarına tüm Londra’nın insan iyiliği, fedakarlık, merhamet ve cömertlik etrafında bir araya geldiğini not düşülmüştür.
Gelir eşitsizliği artacak. Hem de çok acımasız bir biçimde… Daha iki ay önce 2020 ABD Başkanlık seçimleri için gerçekleşen münazaralarda gelir eşitsizliği üzerine odaklanan seçim konuşmaları dinliyorduk. Artık bu krizle bu aranın daha çok açıldığına şahit olacağız. Harvard’da sosyoloji ve hükûmetler alanı üzerine çalışan Theda Skocpol’un çalışmasına göre Amerikalıların en zengin beşte biri, son on yıllarda gelir hiyerarşisinde altlarında kalan beşte dörtten daha fazla gelir kazanmış. Bugün pandemiyle birlikte bu kalan beşte dörtlük kesimin bile en altında kalan alt gelir sınıfında hizmet ve dağıtım sektörlerinde yer alan çalışanlar, evden çalışma imkanlarının olmaması ve geçim sıkıntısı çekmeleri gerekçeleriyle pandemiden en çok etkilenen bireyler olacaklardır.
Covid-19 pandemisi piyasa toplumu ve hiper bireycilik ile olan ilişkimizin ciddi ölçülerde sarsılacağına işaret ediyor. Pandemi sona erdiğinde, ülkeler kesin suretle politikalarını yeniden şekillendirecekler ve kamu mallarına – özellikle sağlık için – ve kamu hizmetlerine önemli yeni yatırımlar yapılacak. Daha çok bireyselleşen bir Dünyanın tam aksine, kaderlerimizin nasıl birbirine bağlantılı olduğunu çok daha net deneyimleyeceğiz. Örneğin, kasiyerine veya mutfak çalışanına ücretli izni hakkını kullandırmayan bir restoranda çalışan işçi, pandemi sebebiyle işe gitmemeyi tercih edebilir; bu sebeple ay sonu geldiğinde ev kirasını ödeyemeyebilir ve ev sahibi kirasını alamadığı için sahibi olduğu işletmesinin borçlarını kapatamayabilir ve işletmesini kapatmayı tercih edebilir. İşbu döngü öyle önemli ki, bu senaryoyu deneyimleyen biri olan ev sahibi, artık kendini hiç tanımadığı restoran işçisinin ücretli izin hakkı üzerinde daha çok sorumlu hissedecektir. Covid-19 sürecinde serbest piyasa içindeki yerimizi daha net görürken, toplumsal problemlere olan yaklaşımlarımızı da değiştirecek ve farkındalığımızı arttıracağız.
Eğer hükûmetler büyük bir durgunluk veya depresyonda işlerini kaybedecek milyonlarca işçinin gelirini garanti etmezse, ekonomi ve desteklediği sosyal düzen de çökecektir. Bu en çok, hazinesinde yeterli miktarda parası olmayan hükûmetlerde görülecektir. Bu tür devletler, çalışan işçilerin gelirlerini garanti edemeyecekleri için “sokağa çıkma yasağı”, “iş durdurma” veya “OHAL” gibi hayati önlemleri almakta gecikecekler ya da hiç alamayacaklar. Böylece pandemi daha çok insanı enfekte edecek, sağlık sistemi ise bu sayıları kaldıramayacaktır. Günün sonunda hem sosyal düzen hem de politik düzen çökecektir.
Koronavirüs ile olan mücadele sayesinde artık hükümetlerin yaptıkları –ve yapamadıkları- normalden çok daha görünür hale gelecek. Örneğin, çoğumuz Türkiye’de ihtiyat akçesinin ne olduğunu bile bilmezken, devletin olağanüstü durumlar için merkez bankasında ayırması gereken bu paranın nerede olduğu artık konuşulur olduk. Nitekim bu gerçekliği en son Elazığ krizinde hissetmiştik. Devlet’in deprem vergisi adı altında topladığı paranın da akıbeti sorulmuştu.
Hükûmetlerin yaptıklarının daha görünür olması ile birlikte aynı zamanda onlara duyulan ihtiyaç da yükselecek. Gündelik hayatta ütopya olarak görebileceğimiz acil durum senaryolarının gerçek olma ihtimali bu kadar artınca, bir güvenceye olan ihtiyacımız daha da arttı. Bu güvence de devlet demek. Daha büyük bir devlet… Covid-19 sonrasında birçok toplumun “büyük devlet”e olan itimadı ve ihtiyacı artacaktır. Yerel ve ulusal liderlerimizden yardım ve umut aldıkça, “büyük devlet”in hayatımızda ve sağlığımızda oynadığı kritik rolü görebileceğiz. Devlet Baba kalıbını daha sık duyacağımız kesin.
Bunun yanı sıra, nasıl ki II. Dünya Savaşı travması, daha güçlü ulusal ve uluslararası dayanışma için temeller attıysa, koronavirüs krizi, devletlerin adalet, dayanışma ve vizyoner demokrasilere olan ihtiyacını da arttıracaktır. Geriye baktığımızda, bazı toplumların krizi diğerlerinden daha iyi ele aldığını göreceğiz ve konuşacağız. Bu başarının hükümet, sivil ve özel sektör liderlerinin ortak iyilik için özveri ruhuyla birlikte güçlerini birleştirmesinden geldiğini göreceğiz.
Bir diğer gerçeklik ise hayatlarımızı daha “çevrimiçi” yaşayacak olmamız. “Bunu online yapmak için bir neden var mı?” sorusunun yerini “Bunu bizzat yüz yüze yapmak için iyi bir neden var mı?” sorusu alacak. Ne yazık ki, internete kolay erişimi olmayanlar daha dezavantajlı olacaktır.
Tabii aynı zamanda bu çevrimiçi olma durumu, insanlara cömert olma ve empati gösterme aracı oluyor. Sadece tek başımıza değil, birlikte yalnızız. Bu nedenle yalnızlığımızı paylaşabilecek bir çok mecra bulabilecek, insanlarla daha çok ve daha kolay etkileşime geçebileceğiz. MIT profesörü ve The Power of Talk in a Digital Age kitabının yazarı Sherry Turkle’a göre bu durum bir çok insan için eşsiz bir imkan sunuyor. Turkle’a göre düne kadar bir yoga kursunu veya bir konseri maddi olarak karşılayamayan bir kişi ekran karşısına geçerek dünyanın bir diğer ucundaki online derslere, etkinliklere ücretsiz olarak katılabilecek.
Çevreye ve tüketime olan bakış açımız da ivedilikle değişecektir. Covid-19 travmasının toplumları, gelecekteki iklim felaketlerine karşı kendilerini savunmak için makul ölçülerde kitlesel tüketim kültürü üzerindeki kısıtlamaları kabul etmeye zorlayacaktır. Onlarca yıldır, endüstriyel faaliyetlerimizle artan tüketim iştahımızla birlikte gezegenin birçok doğal alanını işgal ederek vahşi türleri bizimkine daha yakın küçük yerlerde sıkışmaya zorladık. SARS-COV2 gibi hayvan mikroplarının ve hatta Ebola ve Zika virüslerinin insan vücuduna geçmesine ve salgınlara neden olmasına sebep olan da buydu. Teorik olarak, hayvan atıklarının hayvanların bedenlerinde kalması için endüstriyel ayak izimizi küçültmeye ve vahşi yaşam ortamını korumaya karar verebiliriz. Evrensel temel gelir ve zorunlu ücretli hastalık izni gibi meselelerin uluslararası arenada daha çok tartışıldığını göreceğiz.
Artık birçok mücadelemizi tüm Dünya olarak ortak veriyoruz. Çözümse yine ortaklıktan doğru olacaktır. Dünyanın bir diğer tarafındaki Çin’de yaşanan bir talihsiz sağlık açığının tüm dünyayı durdurduğunu gördük. Böylelikle birbirimize daha bağlı, bağımlı ve entegre olduğumuzu hissedebiliriz. Nasıl yaşadığımız, neye inandığımız, ne dilde konuştuğumuz, hangi kültürden ve ülkeden geldiğimiz farketmeksizin ortak bir kaderi yaşıyoruz. Bu gerçeği içselleştirdiğimizde, daha farklı, umut dolu ve yaşanılabilir bir Dünya’ya uyanacağız.
Fotoğraf: Kelsey Knight