Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • SenSensizsin
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • Avrupa Gündemi
      • ABD Gündemi
      • Altüst
    • D84 INTELLIGENCE
      • Kitap Yorum
      • Göç Sorunu
      • Başkanlık Sistemi Projesi
      • Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi
      • Herkes için Siyaset Bilimi
      • Yapay Zeka
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Korona Virüsü Bize Haddimizi Bildirir Mi?
    Forum

    Korona Virüsü Bize Haddimizi Bildirir Mi?

    Fırat Hacıahmetoğlu30 Mart 20208 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    [voiserPlayer]

    Gustave Le Bon, 1896 yılında, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçiş dönemine damgasını vurmuş “kitle” fenomeni üzerine bir analiz yapar. Doğaları gereği gerçeğe değil de ancak illüzyonlara inanabilen bu “kitle”, “ışığı arayan böcekler gibi, içgüdüsel bir şekilde, onlara istediklerini vermeyi taahhüt eden retorikçilere döndü”, diye yazar Le Bon[i]. Le Bon’un, dönemin karakteristiklerinden olan “kitle” fenomenine olan yaklaşımı, gene o dönemde küresel ölçekte yükselmekte olan bu yeni fenomene karşı yönelen öfke, nefret, kibir ve hatta tiksinmişliği göstermesi bakımından yalnızca bir örnek. Ishay Landa, bir başka örnek vermek gerekirse, aynı fenomene benzer tepkilerin 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında (fin-de-siècle) Almanya’da ne kadar yaygın olduğunu gösteren mükemmel bir kültürel tarih çalışması yayınladı. Aynı Fransız muhafazakârları gibi Alman muhafazakârlar da dönemin bütün kötülüklerini, yozlaşmışlığını, çürümüşlüğünü, ahlaksızlığını bu “kitle” fenomeniyle özdeşleştiriyordu[ii].

    “Kitle”, bu şekilde, insanın ve toplumun olmak istediği; daha doğrusu olması gerektiği ne varsa tam tersi olarak kurgulanıyor ve toplumun temeline atılmış bir dinamit olarak kavramsallaştırılıyordu. Bu “zararlı” dinamikleri nitelemek için 1900’lerde kullanılan bir başka kavram da “Amerikancılık” idi. Amerikancılık, bilhassa “geleneksel” kimliğini bir yana bırakıp “şehir kültürü”nde büyük ölçüde görünür olmaya başlamış “modern kadın” imajı üzerinden ilerlerken, öte yandan tüketim temelli, yalnızca materyalist arzuları olan, kimliksiz ve karaktersiz bir kesimin ideolojisi olarak sunuluyordu. Eski geleneksel ve görece küçük şehirlerin üzerine kurulmakta olan endüstri, teknoloji ve tüketim odaklı “devasa, pis, kirli ve karanlık” (hijyenik olmayan) yeni şehirler, metropoller, bu şekilde, “kitle” ile bağdaştırılıyordu. Yine aynı dönemde kurgulanan “her şeyin harika olduğu o eski güzel günler” (yani bir modern akım olarak “gelenekselcilik”) hayalinin tezatı olarak, “kitle” kavramı, en nihayetinde, “bugün”ün – elbette birtakım politik gayeler uğruna – tüm kötülüklerin kaynağı olarak genellenip es geçilmesine, unutulmasına ve göz ardı edilmesine yardımcı oluyordu.

    Kendini dönemin günlük hayat dinamiklerini irdelemeye adamış Siegfried Kracauer’ın, yaşanan hayatı “otel lobisine” benzetmek ile amacı, organik ilişkilerin yoksunluğu ve o yoksunluktan gelen soğukluk ve samimiyetsizliği anlatmak istemesi idi. Ahenk bozulmuştu; ve ortaya çıkan düzensizliğin ana faktörü olan “kitle” (Kracauer’in analizleri bilhassa yitip giden aristokrat-burjuva hayatı ve öykündüğü zenginler arasında sıkışıp kalmış “beyaz yaka” – “petite bourgeoisie”yı konu alıyordu) takip edecek bir prensip bulamadığından, Kracauer’e göre, hayatı yalnızca “heyecan” için yaşar hale gelmişti. Heyecan ise sonsuz bir oyalanma haliyle ortaya çıkıyordu. Açılması bile birlikte dolup taşan kafeler, barlar, hep bu ardı arkası kesilmez oyalanma ihtiyacı ve heyecan arayışını simgeliyordu: “kıymetli kalemler, basur, saç dökülmesi, [konforlu] yataklar, [lezzetli] krepler, beyaz dişler, gençleşme çalışmaları, kahve tüketim alışkanlıkları” vs. bu sonsuz oyalanma yöntemlerinden sadece birkaçı idi.

    Son bir örnek vermek gerekirse, Meiji Restorasyonu’ndan sonra, aynı kapitalist, endüstriyel ve teknolojik süreçlerden geçerek toplumsal yapısı yeniden inşa edilmekte olan Japonya’da da durum farklı değildi. Aono Suekichi, Sarariman: kyofu jidai (Maaşadam: Kaygı Çağı) adlı çalışmasında Japonya’da da varlığını hissetirmeye başlamış bu “kitle”yi “maaşadam” olarak nitelendiriyor ve “maaşadam”ın içinde bulunduğu uçsuz bucaksız kaygının kaynağının “ruh yoksulluğu” olduğunu ileri sürüyordu. Ne yaparsa yapsın, ne kendisine devamlı yetersiz olduğunu hissettiren ailesiyle ne de nerede konumlandığını bir türlü anlayamadığı toplum içinde huzurlu bir hayat sürdürebilen “maaşadam”, kendisiyle birlikte tüm ulusu da çöküntünün eşiğine getirmekle suçlanıyordu[iii].

    Nedir bu kitle?

    Peki kendisinden bu denli nefret edilen, yanlış giden her sürecin ana aktörü olan bu “kitle” kim idi?

    “Kitle”, geleneksel toplum yapısı içinde aristokratların ve gevşeyen sınıfsal yapıyla birlikte zamanla aristokratlar arasına kabul edilmiş bürokrat ve tüccar sınıfın yaşam alanlarına ve genel anlamda imtiyazlarına karşı “alttan” yükselen tehdidi temsil eder. Endüstri ve teknoloji ile birlikte değişmekte olan dünyada, sınıflar arasındaki etkileşim arttıkça ortaya çıkan daha önce rastlanılmamış bir dinamiği anlama ve anlatma çabasının bir tezahürüdür, “kitle” kavramı. Örneğin, bisikletin günlük hayatta sıklıkla kullanılması ve sinemaların açılması ile birlikte toplumun farklı kesimleri kendilerini bir anda yan yana bulur. Bisikletiyle trafik ışıklarında yanında “kitle”den biriyle beklemek zorunda kalan üst sınıf bir Alman, bu şekilde, daha önce maruz kalmadığı o ter kokusundan şikayet ederken, sinemada “kitle” ile aynı salonda bulunmak zorunda kalan aristokrat kendisine yabancı nezaketsizlikten yakınır[iv].

    Haddini bilmek veya bilmemek, işte tüm mesele bu

    Peki, gelelim ana mevzuya. Tüm bunları neden anlattım?

    1900’lerden 2000’lere gelirken, tüm dünyada garip bir değişim yaşandı. Yaşanan değişim, yaşanan dinamiklerden çok bu dinamiklerle biz insanların nasıl etkileşim kurduğu ile ilgili.

    Bugünlerde, 1900’lerde çok yaygın olan bu tip açıkça “kitle” ötekileştiren söylemleri yalnızca ciddiye alınmayan, sol veya sağ, “radikal” cenahlardan duyuyoruz (mesela İsmet Özel hala bu jargonu sürdürüyor). Ne var ki, bu azalma, görünenin aksine, “kitle ötekileştirme” ritüelinin sona erdiği değil, bilhassa günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası haline geldiği anlamına geliyor.  Başka bir deyişle, içinde bulunduğumuz her türlü sınırın muğlaklaştığı dünyada, artık herkes “kitle” ve herkes birbirini ötekileştirerek, mikro ölçekte, kendine yaşam alanı açarak bir kimlik tanımlayabiliyor.

    Eğer “kitle” karşısında geçen yüzyıl muhafazakarlarının sıkıntısını, kitle ile simgelenen insanların “haddini bilmemesi” ile tanımlayacak olursak – yani mesele, eğer bir “had aşımı”, “yerini bilmeme” ise – 2020 yılı itibariyle hemen hemen kimsenin haddini bilmediği bir kavşağa ulaştığımızı söyleyebiliriz. Yani artık kimse “olması gerektiği” yerde durmuyor. Zira “olunması gereken yer” neresi, artık kimse bilmiyor.

    Tüm bu hadsizlik ile baş edebilmek için 18. yüzyılda ortaya sunulmuş “tedrisat” (Bildung) kavramının da iflas ettiği bugünlerde hemen hemen herkes, bir ötekini haddini bilmemek ile suçluyor. Bilhassa sosyal medya ve televizyon kanalları ile birlikte büyük artış gösteren “uzman” kategorisi, kendi bolluğu ile niteliğinin altını oyuyor. Her yerde, herkesin bir fikir sahibi olmasına olanak sağlayan iletişim kanalları ve ancak yüzeysel bir iletişime olanak sağlayan Twitter gibi yeni teknolojik formlar, bu sonsuz fikir ve “gerçek” sunumu karşısında genel bir “hadsizlik” atmosferi yaratılmasına neden oluyor. Bu atmosferi soluyan kişi de her ne kadar düşüncelerini bir Le Bon gibi açıkça ortaya koymayacak olsa da (ki arada bu tip Nişanyanvari serzenişler de olmuyor değil) kendi dışındaki (hatta belki kendisinin de) ciddiye alınacak bir tarafı olmadığı düşüncesi ile otoritenin her türlü imkanını reddediyor[v]. Garip bir patoloji ile kişi, her şeyin en iyisini kendisinin bildiği ve kendisinin bilmediğini kimsenin bilemeyeceğini hezeyanları arasında gidip geliyor. Bu bağlamda, düşünce, ne hikmetse had-standartları ölçümünün kendilerine bahşediliğini sanan fin-de-siècle muhafazakarlarının aksine, insanın kendisini çözüm değil, semptom olarak görmesi ile başlıyor. 

    Korana virüsü ve “had sahipleri”

    Buradan korona virüsüne uzanacak olursak. Virüs, dün bol keseden atanların (“paça yiyin”, “Türk genine korona virüsü işlemez”) bir anda ortadan yok olduğu, otoritenin imkân dahiline girmek ile kalmadığı, aynı zamanda zaruret haline geldiği, demokrasinin altında yatan Hobbes’cu sistemin afişe edildiği bir durumun ortaya çıkmasına neden oldu. Ne var ki, burada şöyle bir problematik ona eşlik etti. Kanıksadığımız bir diyalektik ile “kitle”yi anlamaktansa, ona düşman olmayı seçerek “kitleleşen” insan, böyle bir otorite ile yaşayabilecek hissi ve akli dengelere sahip mi – bu sorunun henüz bir cevabı yok.

    Herkesin her şeyi bilmek, her yere gitmek ve her şey olmak istediği; herkesin herkese haddini öğreterek “kitle”likten sıyrılmaya çabaladığı; bu şekilde kendine kimlik inşa etmeyi amaçladığı, “hadsizliğin” genel hissiyat (Stimmung) haline geldiği bir dünyada, kim kimi neden dinlesin? Hatta ve hatta, öyle bir çağda yaşıyoruz ki, birbirimize neden doğruyu söylemekle mükellef olduğumuz dahi bir muamma.

    Bugün, “ötekilerin aksine hakikaten haddini bildiğine inananlar”, başka bir deyişle “had sahipleri” veya “radikal hadciler”, virüsün, bu haddini bilmez insanlığa haddini öğreteceği umuduna sahip. Elbette bu insanlar, haddi niceliksel olarak ölçeklendirerek, en çoktan en aza bir had skalası kurup, sonra da ne hikmet ise o skalada kendilerini en tepeye koymanın çözümün değil de sorunun bir parçası olma ihtimalini göz önünde bulunduramayacak kadar tarihsel ve felsefi vizyondan yoksunlar. Karşımızda, her başarısızlıktan sonra, sorunun yeterince radikal olunmamış olmasından kaynaklandığını öne süren, içinde yaşam mücadelesine sıkıştırıldığımız “yumruğun” hepimiz yok olana dek sıkılması için mücadele etmekten garip bir keyif alan, meselesi dünya, doğa veya öteki ile değil, bizzat kendi ile olan bir insanlık var.

    100 yıl önce (sağ veye sol ayırt etmeksizin) muhafazakarların  haddini bilmemekle itham ettiği insanların torunları bugün menziline giren herkese had bildirir oldu. Bu sayede, bir evrenselleşme yaşandı; ama umulanın aksine, bu evrenselleşme, o “güzel değerler” etrafında değil, nefret ve öfke etrafında yaşandı.

    Eğer Korona virüsü bir şeyi ortaya çıkaracaksa, en azından bu hastalıklı halimizi ortaya çıkarmalı, diye düşünüyorum. Çözüm sandıklarımızla kendi yıkımımızın eşiğine geldiğimizi göz önünde bulunduracak olursak, önümüzdeki asıl kriz olan “iklim krizinin” bu şekilde bir “had bildirimi” ile çözülebilecek bir kriz olmadığı anlaşılabilir. O halde asıl sorulması, sorulmaya başlanması gereken soru şu: nasıl yeniden başlayabiliriz? Bu, Bruno Latour’un önerdiği üzere aslında hiç modern olmadığımızı anlayarak olabilir mi mesela[vi]? Önümüzdeki çağı belirleyecek sorular, hala sorulmayı bekliyor.

    Fotoğraf: davide ragusa 


    [i] Gustave Le Bon, The Crowd: The Study of the Popular Mind (Mineola: Dover Publications, 2002), 67.

    [ii] Ishay Landa, Fascism and the Masses: The Revolt Against the Last Humans, 1848-1945 (New York and London: Routledge, 2018).

    [iii] Bkz. Harry Harootunian, History’s Disquiet: Modernity, Cultural Practice, and the Question of Everyday Life (New York: Columbia University Press, 2000).

    [iv] Stephen Kern, The Culture of Time and Space 1880 – 1918 (Cambridge: Harvard University Press, 2003).

    [v] Kendisinin de ciddiye alınacak bir tarafı olmadığına inanan özne tipini bir başka yazımda, bitmiş veya bitiks özne olarak adlandırmıştım.

    [vi] Bruno Latour, We Have Never Been Modern¸ trans by Catherina Porter (Cambridge: Harvard University Press, 1993).

    Dünya
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikKoronavirüs, Önceliğin Ekonomide Olması Gerektiği Efsanesini Çürüttü
    Sonraki İçerik Daktilo Bir Senedir Çalışıyor

    Diğer İçerikler

    Yazılar

    Yatırım mı Sömürü mü?: ABD ve Ukrayna Arasında Tartışmalı Maden Anlaşması

    14 Mayıs 2025 Cem Özen
    Bültenler

    Dünya Gündemi: Trump’ın Körfez Turu, ABD-Çin Ticaret Savaşlarında Geçici Ateşkes

    13 Mayıs 2025 Bahadır Çelebi
    Bültenler

    ABD Gündemi: Trump’ın İlk 100 Günü, Sol Muhalefet Meydanlarda, Kamuda Tasfiyeler, Mineral Anlaşması

    10 Mayıs 2025 Emrullah Özdemir

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    19 Mayıs 1919: Bağımsızlık Ruhunun Uyanışı ve Türk Gençliğine Bırakılan Emanet

    19 Mayıs 2025 Yazılar Erdal Kesin

    Fesih Kararı ve Türkiye’de Siyasetin Yönü | Burak Bilgehan Özpek Fesih Kararını Değerlendirdi

    19 Mayıs 2025 Röportajlar Daktilo1984

    Türkiye’de Gazetecilik | TGS’den Basın Özgürlüğü Raporu: İlyas Coşkun ve Ülkü Şahin ile Söyleşi

    18 Mayıs 2025 Röportajlar Gökhan Korkmaz

    Post-PKK Düzeni ve Türk Siyasetinde Muhtemel Değişiklikler

    16 Mayıs 2025 Yazılar Armağan Öztürk

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}