[voiserPlayer]
Siyaset genellikle çetrefilli, çok denklemli ve karmaşık meselelerin alanıyken, nadir durumlarda bu durumun tam tersi biçimde son derece basit ve kolay çözümlere gebe olabilir.
Bazen bir karar almak veya adım atmak son derece zor ve riskli olabilirken, bazı zamanlarda ise “aklın yolu bir” denebilecek ve herkesin rahatlıkla ortak bir kanıya varabildiği durumlar ortaya çıkabilir.
Millet İttifakının aday belirleme süreci, işte bu az sayıdaki basit ve aklın yolunun bir olduğu durumlardan biriydi ve bu açıdan önemli bir fırsattı. Fakat bu fırsat, bir kişinin ve çevresinde kümelenen bir kliğin inadı yüzünden heba edildi.
Kamuoyu yoklamalarında Erdoğan karşısında oyu en düşük olan aday adayı Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Ekonomik krize, depremde yaşanan acizliğe ve gittikçe artan baskılara rağmen hemen her ankette iki isim -Erdoğan ve Kılıçdaroğlu- aşağı yukarı aynı oranda çıkıyor, aday olması muhtemel diğer isimler ise Erdoğan’ın ciddi oranda önünde görünüyorlardı. Başta Erdoğan olmak üzere AKP’lilerin en büyük arzuları da Kılıçdaroğlu’nun adaylığıydı. Bu isteklerini her fırsatta dile getirmekten ve ana muhalefet liderine bu konuda adeta baskı yapmaktan çekinmiyorlardı.
Kılıçdaroğlu ekibi ve medyadaki destekçileri, hem anketleri hem de iktidar mensuplarının bu tür tavırlarını ısrarla görmezden geldiler. Uzlaşmaz bir tutumla ve üstüne üstlük Altılı Masa’yı bile dağıtmak pahasına Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayattılar. Seçimden önceki uzun süreçte yapılan uyarılar hep göz ardı edildi. Hatta Kılıçdaroğlu’nun seçimi yüzde 60 oy oranı ile kazanacağını söyleyenler bile çıktı.
Öne çıkarılan bir diğer propaganda aracı ise “solcu aday” vurgusuydu. Oysa CHP, en çok Kılıçdaroğlu döneminde sağa açılmış, bu açılım eski AKP‘lilere, hatta Milli Görüş geleneğinden gelenlere kadar uzanmıştı. Bu isimler partinin merkez yönetim kuruluna alınıyor, milletvekili yapılıyor, genel başkan yardımcılığı görevine dahi getiriliyorlardı.
Üstelik artık sol-sağ ayrımının kalmadığını ve bu düşünce tarzının geçmişte kaldığını bizzat dile getiren de Kılıçdaroğlu’ydu.
Aday belirlendikten sonra yaratılan rüzgar öylesine güçlüydü ki Erdoğan’ı destekleyenlerin büyük bölümü de dahil olmak üzere seçimin favorisi Kılıçdaroğlu olarak görülüyordu. Cumhur İttifakının öncelikli hedefi seçimi ikinci tura taşıyabilmek ve kazanacakları 15 günlük sürede durumu tersine çevirmeye çalışmaktı.
Ancak öyle olmadı. 14 Mayıs seçimlerinde parlamentoda Cumhur İttifakı çoğunluğu elde etti. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yüzde 50’ye yaklaşan Erdoğan, 28 Mayıs’taki ikinci turda yüzde 52 ile seçimi önde tamamladı.
Kılıçdaroğlu ilk turun ardından yeni destekler aramasına hatta bunun için masadaki ortaklarından ve parti kurmaylarından gizli protokol imzalamasına rağmen seçimi kaybetti.
Adaylığını adeta zorla dayatan ve muhalif kesimin umutlarını boşa çıkaran Kılıçdaroğlu için artık yapacak tek şey kalmıştı, o da istifa ederek köşesine çekilmekti.
Kılıçdaroğlu yine beklenenin uzağında bir tavır takınarak ve çevresinde kümelenenlerin desteğini alarak koltuğunda kalmayı seçti. Yeni propaganda, seçimlerde başarısız olunmadığı yönündeydi. Yapılan en komik savunmalardan biri ise muhalefetin oylarının ilk defa yüzde 48’e kadar çıktığının iddia edilmesiydi. Adeta çocuk kandırır gibi ortaya atılan bu argüman baştan aşağı hatalı bir mantık üzerine kuruluydu.
Daha önce yapılan iki cumhurbaşkanlığı seçiminde de muhalefetin oy oranı zaten hemen hemen aynıydı. Tek fark, muhalefetin önceki seçimlere birden fazla adayla girmesiyken bu defa tek adayla girmesiydi. Hatta son seçimde alınan oy bu açıdan yetersiz bile sayılabilirdi.
Demokrasi için mücadele ettiğini her fırsatta dile getiren CHP lideri, işte bu temelsiz savunmalarla eleştirilere karşı kulaklarını tıkamış, seçim fiyaskosunun en büyük sorumlusu sanki kendisi değilmişçesine görevine devam etmeyi seçmişti.
Seçimin hemen ardından bizzat kendisinin kullandığı değişim sözünün yerini ise tam olarak içeriği açıklanamayan yenilenme lafı aldı. Bu nüans, CHP liderinin koltuğu bırakmaya hiç de hevesli olmadığının kanıtıydı.
Böylelikle seçimden önce sık sık tekrarlanan, “Kılıçdaroğlu dışında bir isim aday olursa yine tek adam rejimi sürer, parlamenter düzene geçiş zorlaşır” tezi de çöktü. Çünkü bizzat Kılıçdaroğlu’nun kendisi, söylemlerinin tam aksine yaptıklarıyla tek adam olduğunu kanıtlamış ve eleştirileri umursamadığını da göstermiş oldu.
Fakat bu tavır ters tepti ve parti içindeki yakın kurmaylarının bir kısmı da dahil olmak üzere istifa seslerinin daha fazla yükselmesine yol açtı.
Şu anda CHP’de yaşananlar ciddi bir kriz haline gelmekle beraber, parti bölünme tehlikesiyle yüz yüzedir. Yerel seçimlere az bir süre kala halen sürdürülen bu inatçı tutumun CHP’ye ciddi zararlar verebileceği son derece açıkken, 2024’te daha büyük bir yenilginin yaşanmaması ve sıfırlanan umutların yeniden tazelenebilmesi için değişimin şart olduğu ortadadır.
Yeni dönemde CHP’nin genel başkanlığına kimin geleceği gayet tabii ki son derece önemli ve üzerine uzunca kafa yorulması gereken bir konudur. Ancak önümüzdeki tabloda öncelikli olan, genel başkanlık koltuğunda kimin oturacağından çok artık kimin oturmaması gerektiğini cesurca ortaya koyabilmektir.
İşte bütün bu koşullar altında CHP’de kurultay takvimi kısa süre önce işlemeye başladı. Yakın zaman içerisinde önce ilçe ve il kongreleri, nihayetinde de kurultay yapılacak. Genel kanı, kurultayın yerel seçimlerden önce yapılması yönünde.
Parti içinde ve dışında yükselen istifa seslerine genel başkanın artık kulak vermesi elzem hale geldi. Alacağı tavır, 13 yıllık genel başkanlığı süresince Kılıçdaroğlu’nun alacağı en kritik kararlardan biri olacak.
Bu kararın en önemli yönü, kendisinin, parti ve ülke tarihine ne şekilde geçeceğinin yine kendisi tarafından belirlenecek olmasıdır. Kılıçdaroğlu, alacağı karara göre ya ülkeye demokrasiyi getirmeye çalışan ancak başaramayan bir lider ya da Erdoğan’ın her fırsatta değirmenine su taşıyan ve mevcut iktidarın sürmesini sağlayan ana muhalefet partisi başkanı olarak tarihe geçecektir.