[voiserPlayer]
İmparator’un İmgesi‘ni yazmaya 2018 yılının buhranlı bir döneminde başladım. Bu kısa tanıtım yazısına kendi hikâyemle başlamamın bir sebebi var. Önceleri bir yüksek lisans tezi olarak başlayan bu macera aslında beni hayata bağlayan bir projenin kitaplaştırılmasından ibaret. O kitabın başkahramanı da II. Mehmet. Belki de birçok kişinin hayatına mâl olan kararları almış bir adama duyduğum merak beni büyük bir buhrandan çıkardığı gibi bu kitabın yazılmasına da vesile oldu.
Öncelikle belirtmek istediğim bir husus var ki, bu kitap Fatih Sultan Mehmet’in hayatını anlatan bir eser değildir. Fatih Sultan Mehmet ile ilgili daha önce tarih literatüründe yer almamış bir belgeye denk gelmedim, şimdiye kadar nümizmatikler tarafından incelenmemiş bir sikkeye kitabımda yer vermedim. “Tarih, birçok sosyal bilim tarafından kullanılan bir mecra iken neden diğer sosyal bilimler tarih içerisinde sıklıkla kullanılmıyor?” sorusundan yola çıkarak siyaset bilimine, uluslararası ilişkiler ve hatta yönetim felsefesine dair bazı tartışmalar nezdinde II. Mehmet’in tesis ettiği devleti bir kavramsal çerçeve içerisinde tartışmak istedim.
Bu kavramsal çerçeve elbette son şeklini henüz almamıştır. Kendi adıma çizmeye çalıştığım teorik çerçevenin daha da genişletilebileceğine, farklı kaynaklardan ve farklı kaynak dillerden faydalanmam gerektiğini hâlâ düşünmekteyim. Ancak bu kitabı yazarken ilk amacım, II. Mehmet’in askeri, siyasi, iktisadi ve hukuki faaliyetlerini imparatorluk tartışmaları çerçevesinde yorumlayabilmekti. Türk tarih yazınında, benim genel olarak eleştirdiğim bir noktadır, Osmanlı’ya bir imparatorluk şeklinde nitelendirmek hoş karşılanmaz, hatta hakaret ettiğinizi ima eden tarihçilerimiz bile vardır. İmparatorluk sadece XIX. Yüzyıldaki sömürge yönetimleri etrafında, Britanya ve Fransa’nın kolonileri etrafında değerlendirilemeyecek kadar karmaşık bir olgudur. Bu nedenle Osmanlı’nın bir imparatorluk olarak sınıflandırılmasında herhangi bir mahsurun bulunmadığına inanmaktayım.
Kitabın nasıl bir içeriğe sahip olduğunu inceleyecek olursak beş bölümden oluştuğunu görebiliriz: Birinci bölüm imparatorluk kavramına, bu kavramın tarihi gelişimine ve imparatorluk geleneklerine ayrılmıştır. İkinci bölümde ise kamusal imaj, iktidar, kurucu iktidar, otorite vb. kavramlar ele alınmıştır. Yine aynı bölümde mümkün olduğu kadarıyla Doğu’nun yetiştirdiği siyaset bilimcilerden, düşünürlerden ve tarihçilerden tutun da Batılı düşünürlere, sosyologlara, siyaset bilimcilere ve filozoflara yer vermeye çalıştım. Zira benim nezdimde, dünyanın neresinde olursa olsun, siyasi iktidara ait pek çok ögenin ortak noktaları bulunmaktadır. Üçüncü bölümde ise Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda ve II. Mehmet’in iktidarını yerleştirmesinde önemli bir yer tutan meşruiyet iddiaları incelenmiştir. Dördüncü bölümde, II. Mehmet’in tahayyülündeki imparatorluğun sacayakları diyebileceğim üç unsura; İstanbul’a, millet sistemine ve devşirme düzenine yoğunlaşılmıştır. Son bölümün genel çerçevesini ise Osmanlı İmparatorluğu’nun kurumsal dönüşümü belirlemiştir.
İmparatorluk dediğimiz siyasi teşekküller sadece kaba güç kullanan, tebaasını kılıçla, kanla, ağır cezalarla yöneten yapılar değillerdir. İmparatorluklar için geçerli olan bir gerçek vardır; öncelikle tebaanın gönlünde veya zihninde yönetim kavramını somutlaştırmak gerekir. Gerçi bu durum sadece imparatorluklar için değil bütün irili ufaklı tüm siyasi iktidarlar için geçerli olan bir ihtiyaçtır. İnsanlar neden yönetilmek istesin? Devlet, insanların hayatında son birkaç bin yıldır olan bir toplumsal formasyondur. İmparatorluk ise bu toplumsal formasyon şekillerinden birisidir. Yönetilmek insanlar için doğuştan gelen bir ihtiyaç değildir. Ancak, çoğu insan yönetilmeyi kabul eder ve hatta belirli koşullar altında üstün bir siyasi erki arzulamaya başlar. İktidar ve insan arasındaki ilişki yönetimden, sosyolojiden, psikolojiden, siyasetten, felsefeden ve hatta dinlerden bağımsız olarak düşünülemez. Ancak, kitapta özellikle II. Mehmet ve faaliyetleri üzerine odaklandığım için genel bir çerçeve çizmeye gayret gösterdim.
Bir de bahsetmek istediğim bir gelenekler silsilesi var. Osmanlı İmparatorluğu durduk yerde ortaya çıkmış bir devlet değildir. Birçok farklı imparatorluk geleneğinden, farklı devletlerden beslendiğini hepimiz biliyoruz. Birçok siyaset bilimci ve tarihçi bunları zaten ele aldı. Benim imparatorluk silsilelerini incelerken amacım farklı isimleri bir araya getirerek bu imparatorluk silsilelerini açıklayabilmekti. Yararlandığım isimleri teker teker saymak mümkün değilse de tarihçilik geleneğimizi besleyen köklü isimlere ve yeni nesil tarihçilere aynı anda yer vermek istedim. İmparatorluk ve imparatorluk gelenekleri ile ilgili farklı düşünen, birçok açıdan bakabilen düşünürleri ve tarihçileri bir potada eritmeye çalıştım denebilir. Başarılı olup olmadığım ise değerli okuyucularımızın ve hocalarımızın takdir edeceği bir noktadır.
Peki kamusal imaj bizim için neden önemli bir kavram? Benim üzerinde durmak istediğim hususlardan biri II. Mehmet’in kamusal imajının süregiden etkisiydi. Öyle ki II. Mehmet’in kamusal imajı toplumumuzu derinden etkilemeye devam ediyor. Elbette bu kamusal imaj, XV. Yüzyıldan çok daha farklı. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var ki, II. Mehmet beş yüz yıldır tartışılan bir sultan. II. Mehmet öyle bir noktada duruyor ki toplumdaki birçok kesimin, farklı ideolojideki insanların örnek olarak gösterdiği bir hükümdar. Muhafazakârlar için de bir değeri temsil ediyor Hikmet Kıvılcımlı gibi sosyalistler de II. Mehmet’e atıfta bulunuyor. Mesela, benim kanaatime göre Hikmet Kıvılcımlı son derece dikkat çekici görüşleri olan biridir, Hikmet Kıvılcımlı II. Mehmet’in İstanbul’u fethetmesini bir devrim olarak nitelendirmiştir. Atatürk’ün II. Mehmet ile ilgili görüşleri ise Afet İnan’ın satırlarından anlaşılabilmektedir:
“…Büyük Fatih’e her zaman hayranlığını belirten Atatürk, o büyük Türk devlet adamı için İstanbul’da ebedi kalabilecek bir abidenin ve hatta heykelinin yapılmasını daima söylemiş ve arzu etmiştir. Bu yer için, Ayasofya Camii yanındaki meydan, Kızkulesi, Rumelihisarı veya Fatih’in gemilerini kızakla geçirdiği deniz kıyısı ileri sürülmüştür. Atatürk, Fatih için, O’nun şanına layık bir abide eser düşünmüş ve özellikle Kızkulesi’nden her geçtiği zaman, burada böyle bir anıtı görmeyi çok arzu ettiğini belirtmiştir. Fethin beş yüzüncü yıldönümü, böyle bir heykel ve anıtın dikilmesi için çok iyi bir fırsat idi. Her ne zaman olursa olsun, Büyük Fatih’in şahsında sembolleşen Türk kuvvet ve kudreti için, Türk ulusunun bir şükranının ifadesini ebedileştirmek, çok yerinde bir hareket olacaktır…” (Afet İnan “Atatürk Hakkında Hâtıralar ve Belgeler, 2009, s. 249-250).
Aya Sofya ve II. Mehmet etrafında uzun zamandır süregelen tartışmaları da göz önünde bulundurursak, sadece Fatih için de değil, kamusal imajın ne kadar önemli bir kavram olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Kamusal imaj hakkında net bir tablo ortaya koyabilmek, kitapta gözettiğim hususlardan bir diğeri olmuştur. Aslına bakılırsa II. Mehmet’in tüm eylemleri imparatorluk, iktidarın kurulması ve yerleştirilmesi, güç mücadelesi, kimlik ve kamusal imaj kavramları etrafında ele alınmıştır. Hâl böyle olunca sadece Türk ve Batı tarihçilerinin tarihlerinden, kroniklerinden veya hatıralarından değil, aynı zamanda portreler, sikkeler, madalyonlar ve II. Mehmet’in kütüphanesinde yer alan kitaplar da bu çalışmanın bir parçası haline geldi.
II. Murat döneminde başlayan, II. Mehmet’in saltanatıyla şekillenen ve II. Bayezid’in tahta çıkmasıyla son şeklini alan Osmanlı tarih anlatıları çalışmamın hem kalbinde hem de bu kitabın aynı zamanda hedefinde yer almıştır. Özellikle saraya yakın olan tarihçiler, Osmanlı Hanedanı’nın kökenine dair efsaneleri bir iktidar anlatısı haline getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, yerine ve zamanına göre, kökenine dair farklı anlatıların şekillenmesini desteklemiştir. Osmanlı sarayı tarafından desteklenen tarih ve köken anlatılarını şu şekilde sıralayabilirim: Avrupa’daki rakipler ve Ortodoks tebaa için tarih yazınında yer alan anlatılar, Türkler için Oğuznamelere dayanan Kayı anlatısı ve en nihayetinde İslam dünyası için Osmanlı sultanlarının aynı zamanda birer gazi olduğu anlatılar… Bu anlatılar birer egemenlik söylemi olarak hanedanın meşruiyetinin ideolojik temelini teşkil eder. Osmanlı tarihçileri aynı zamanda hanedan tarafından desteklenen ideologlardır. Mesela Tursun Bey’in II. Mehmet’in kurduğu imparatorluk düzenini meşrulaştırırken aynı zamanda defterdar olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim alternatif tarih yazımlarını Aşıkpaşazade’de, Otman Baba efsanelerinde, Şîkari’nin Karamannamesinde, Konstantin Mihayloviç’in anılarında görebiliyoruz.
İstanbul’un başkent ilan edilmesi, devşirmeler ve millet sistemi içerisinde şekillenen imparatorluk, yapılan düzenlemelerle klâsik halini almıştır. Özellikle son iki bölümü, imparatorluğun sacayakları olarak nitelendirdiğim İstanbul’un başkent ilan edilmesi, devşirmeler ve millet sistemi ile kurumsal dönüşüme ayırmayı tercih ettim. Bence II. Mehmet’i diğer Osmanlı padişahlarından ayıran temel özellik, iktidarın yerleştirilmesi aşamasına geçmesi, iktidarı yerleştirirken ise her detayı düşünerek adım atabilmesidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurumsal dönüşümü, İstanbul’un fethini dışarıda bırakırsak, II. Mehmet’in en büyük başarısıdır. Zaten kurumsal dönüşüm ile İstanbul’un başkent ilan edilmesi arasında da mutlak bir bağ bulunmaktadır. II. Mehmet ile İstanbul’un bu denli bağdaştırılmasının arkasında yatan asıl sebep de budur. Çünkü II. Mehmet tasavvurundaki yönetim şeklini ve iktidar algısını şekillendirirken İstanbul’un fethinin neticesinde kazandığı meşruiyeti sonuna kadar kullanmıştır.
Satırlarımın sonuna gelirken belirtmek istediğim son bir nokta var. II. Mehmet’e ait olduğu iddia edilen meşhur bir söz vardır: “Ya ben İstanbul’u alırım ya da İstanbul beni”. Sonunda ise İstanbul II. Mehmet’i ele geçirmiş ve onu şanlı bir hükümdar yapmıştır. İstanbul’un başkent ilan edilmesi, Osmanlı tarihinde kurumsallaşma adına atılmış en önemli adımdır. Zira XV. ve XVI. Yüzyıldaki birçok Alman ve İspanyol tarihçi Osmanlı sultanları arasında ilk defa II. Mehmet için imparator unvanını kullanmayı tercih etmiştir. Stefan Zwieg tarihteki en önemli anlar arasında II. Mehmet’in muzaffer bir edayla İstanbul içinde yürümesini tasvir etmiştir. II. Mehmet’in kamusal imajı çok farklı şekiller, farklı insanlar ve toplumlar arasında yaşamaya devam etmektedir.