[voiserPlayer]
24 Ocak 1980 kararlarının getirdiği finansal liberalizasyon ve esnek kambiyo rejimi Merkez Bankası’nı ülkenin en önemli politik ve iktisadi kurumlarından biri haline getirdi. Merkez Bankası kararlarının ekonomi gündemini sürekli meşgul etmesi, o günden bu yana para politikalarının ekonomi üzerinde daha belirleyici bir rol oynamaya başlamasının sonucu.
Bu süre içinde, iktidarlar çok kez değişti ancak Murat Çetinkaya’nın başkanlık dönemine değin, göreve getirilen insanların liyakati ile ilgili tartışmalar hiç Çetinkaya’nınki kadar yoğun olmadı. Belki başkanların hepsi başarılı olamadı ancak Murat Çetinkaya’nın başarısızlığı, diğerlerinden ayrı olarak liyakatsiz bir atama sonucu iş başına gelmesinin de doğal sonucu olarak görüldü. Merkez Bankası başkanları arasında iktisat mezunu olmayan tek kişi oydu, kendisi politik bilimci ve sosyologdu. Profesyonel hayatında sadece katılım bankaları ve devlet bankalarında görev almıştı ve buralardaki tecrübelerinin merkez bankacılığı ile doğrudan ilgisinin olmaması, salt politik bir kararla iş başına geldiği ve aldığı kararların bağımsız olmadığı yönündeki algıyı da güçlendiriyordu. Çetinkaya da başkanlığı süresi boyunca gerek teknik olarak doyurucu olmaktan uzak demeçleri gerek de uygula(yama)dığı para politikaları ile “bu kararları ben almıyorum, bana söyleneni uyguluyorum” mesajını veriyordu.
Peki siyasi irade ile uyumu konusunda bugüne dek olumsuz bir izlenim vermeyen ve hatta bu yüzdendir ki Merkez Bankası’nın bağımsızlığının sürekli tartışılageldiği bir dönemde Çetinkaya ne oldu da görevden alındı? Öyle bir dönemdeyiz ki, FED’in faiz indirimine gitme ihtimali gelişmekte olan ülkelerin Merkez Bankaları’nın elini güçlendiriyor, dolar küresel ölçekte değer kaybetme eğilimine giriyor ve böylelikle Türkiye Merkez Bankası’nın son dönemde eriyen rezervlerini güçlendirebileceği ve Türk Lirasını görece istikrara kavuşturabileceği küresel şartlar oluşmaya başlıyor. Üstelik yurtiçindeki gelişmeler, Merkez Bankası’nın olası faiz indiriminin piyasalar tarafından anlayışla karşılayabileceği yönde gelişmekte. Enflasyon gerilemekte, dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari açık daralmakta, ülke risk primi hızla düşmekte.
Bu yüzden Çetinkaya’nın görevden alınmasının doğrudan faiz politikası ile alakalı bir anlaşmazlıktan kaynaklandığını düşünmüyorum. Çetinkaya’nın, faiz indirimine gideceği zaten piyasa tarafından bekleniyordu. Ancak yaşanan bu gelişme sonrası yeni başkan tarafından yapılacak aynı faiz indirimi muhtemelen piyasalar tarafından çok sert bir karşılık görecek ve Türk Lirası da “gelişmekte olan ülkeler arasında dolara karşı değer kaybeden tek para birimi” manşetleri ile uluslararası basında konu olacaktır.
Diğer bir deyişle, Çetinkaya görevde kalsaydı yakın bir gelecekte daha yüksek bir faiz indirimi mümkünken, hukuki dayanağı tartışmalı bir görevden alma kararı sonrası, bağımsızlığı hakkındaki soru işaretleri olumsuz anlamda nihayetlenen, Merkez Bankası için artık bu mümkün değil. Peki Erdoğan yüksek faizlerden bu kadar şikayetçiyken neden böyle bir hamle ihtiyacı duydu? Ben, kararın faizler üzerindeki etkisinin hesaplanmadığını düşünmüyorum. Hatta denilebilir ki faizler üzerindeki olası etkisi bilindiği halde bu hamle yapıldı. Bu yüzden Çetinkaya ile yaşanan anlaşmazlığın daha çok Merkez Bankası’nın asli görev ve yetki alanı ile alakalı olduğu düşüncesi bende daha ağır basıyor.
Tezim şu: siyasi irade, bir türlü kapatılamayan bütçe açıkları ve geri ödemeleri yapılmadığı için bankaların yeni krediler vermesini engelleyen batık (toksik) kredilerin hazineye devri için gerekli finansmanın “yeni dönemde” Merkez Bankası tarafından yapılmasını istiyor (Hatta, Merkez Bankası ihtiyat akçesinin bütçeye aktarılması bunun ilk işaret fişeği olarak okunabilir). Yani, Merkez Bankası’nın “yeni dönemde” likiditeyi bol tutarak (ki bu parasal hacmi karşılıksız olarak genişletmek anlamına gelir) hükümetin harcamalarına kaynak sağlaması ve bankaların hasarlı bilançolarını temizleyerek yeniden ucuz kredi vermelerine olanak sağlaması bekleniyor. Bu, enflasyon hedefli merkez bankacılığından 1990’lı yıllarda uygulanan büyüme ve maliye odaklı merkez bankacılığına geri dönüş demek. Yani kamu maliyesi ve ahbap-çavuş kapitalizminin açıklarını finanse edebilmek için toplumu yoksullaştırmak pahasına yüksek enflasyonlu döneme dönmek (Enflasyonu TÜİK açıkladığı için o kadar yüksek de olmayabilir!). Muhtemelen Çetinkaya, bu denli radikal bir değişikliğe maruz kalacak bir Merkez Bankasının başında olmayı tercih etmediği için olanlar oldu.
Enflasyon disiplinden kopuk bir para politikası anlayışına geçilirse, Türk Lirasının alım gücünün zayıflaması kaçınılmaz. Ancak politik iradenin bu durumdan yeterince endişeleneceğini de sanmıyorum. Hatta cumhurbaşkanı başdanışmanı Cemil Ertem ihracat odaklı büyüme politikasının yararına olacağı düşüncesiyle zayıf lirayı destekleyen bir iktisadi anlayışa sahip olduğunu saklamıyor. Ayrıca önümüzde seçimsiz bir dört yıl olacağından, politik irade, kur şokundan kaynaklanacak popülarite kaybını önemsemeyerek, fırsattan istifade zor durumda olan kendisine yakın sermayeyi kurtarmayı daha akıllıca buluyor olabilir. Şayet böyle düşünüyorlarsa, yanılacakları nokta şu olur: Böylesine keyfi bir ekonomi politikası seçimsiz bir dört yılı daha kaldırmaz.
Çetinkaya’ya gelince; görevden alınması onun adına bir şans, zira tarihin en başarısız Merkez Bankası Başkanı ünvanını kuvvetle muhtemel halefine devredecek.