[voiserPlayer]
Ocak 2020’de 21,5 milyar TL fazla veren bütçe, Ocak 2021’de 24,2 milyar TL açık verdi. Mali istikrar açısından oldukça zor bir yıl olan geçtiğimiz yıl, TCMB’nin yıllık kâr dağıtımını erkene çekerek bütçeye Ocak 2020’de fazladan 40,5 milyar TL eklemesi sayesinde, bütçe Ocak ayında fazla verebilmişti. Bu yılki aktarımın henüz gerçekleşmemesi nedeniyle verilere önemli bir kötüleşme yansıdığı görülse de, manşet veriye kıyasla arındırılmış verilerde belirgin bir değişim olmadığı gözlenebilir.
Erken kâr dağıtımı, geçen Ocak’taki faiz dışı dengeyi de olumlu etkileyerek 34,2 milyar TL faiz dışı fazla verilmesini sağlamıştı. Ocak 2021’de ise verilere 2,2 milyar TL tutarında faiz dışı açık yansıdı.
Faiz dışı dengenin fazla vermesi, bütçe gelirleri faiz giderleri hariç tutulduğunda harcamaları karşılayabildiği ve hatta kalan kısım ile de faiz ödemelerinin bir bölümü ödenebildiği anlamına gelir. Bütçenin faiz dışı fazla vermesini mali disiplin için oldukça önemli bir gösterge olarak değerlendiren IMF, bütçenin faiz dışı açık vermesini mali disiplinden uzaklaşma olarak tanımlıyor. 2001 krizinden sonra, geniş kapsamlı reformlar ile baştan yazılan kamu mali yönetimi sistemi sayesinde, Türkiye uzun yıllar faiz dışı fazla verebilmiş ve bu sayede mali disiplin ülkenin güçlü bir göstergesi haline gelmişti. Ancak, küresel krizden sonra, tek seferlik gelirlerin bütçede artan payı nedeniyle faiz dışı dengenin IMF ve Maliye Bakanlığı tarafından yapılan tanımları arasındaki ayrım daha önemli hale geldi. IMF’in faiz dışı denge tanımına TCMB’nin kâr transferleri, özelleştirme, bedelli askerlik gibi tek seferlik gelirler dahil edilmezken, Maliye Bakanlığının faiz dışı denge tanımında tek seferlik gelirler dışlanmamaktadır. Bu nedenle küresel krizden sonra, Türkiye’de faiz dışı fazlanın nasıl sağlandığı faiz dışı fazla vermekten daha önemli bir konu haline geldi. Çünkü, bütçe giderlerinin tek seferlik-sürdürülebilir olmayan finansal kaynaklarla finanse edilmesi, sağlıklı bir yöntem olmayıp bütçenin finansman kalitesini düşürücü etkiye sahiptir.
2019 yılında TCMB’nin birikmiş yedek akçelerinin hazineye transferi, bedelli askerlik ve imar barışından elde edilen gelirler ile tek seferlik gelirlerin desteği bütçede rekor seviyeye ulaşsa da, Maliye Bakanlığı tanımlı faiz dışı denge 1993 yılından sonra ilk kez negatife dönerek 24,8 milyar TL açık verdi. 2016’dan bu yana negatif bölgede yer alan IMF tanımlı -tek seferlik gelirlerden arındırılmış- veri ise aynı dönemde 128 milyar TL tutarında açık vererek mali istikrarın artık ülkenin güçlü bir göstergesi olmadığını gösterdi. İki veri arasındaki derinleşen uçurum aşağıdaki grafikten izlenebilir.
Tarihler 2020’yi gösterdiğinde, bütçedeki bozulma nedeniyle TCMB’nin Nisan ayındaki kâr dağıtımı Ocak ayına çekilerek dönemin bütçe açığı ile sürdürülebilir olmayan mücadeleye devam ediliyordu. Pandemi ekonomiyi durma noktasına getirdiğinde ise çoktan kaybettiğimiz mali istikrar nedeniyle, ülkeler sırayla devasa teşvik paketleri açıklarken, Türkiye sürece en sınırlı mali teşvik paketini sunan ülkelerden biri oldu ve ne yazık ki süreci rekor kredi genişlemesi ile yönetmeye çalıştı. Oysa likiditenin bireylere ve küçük-orta ölçekli işletmelere bir an önce inebilmesi için hükûmetin maliye politikasını, para politikası ile koordineli bir şekilde çalıştırması gerekiyordu.
2020’de Maliye tanımlı faiz dışı dengenin 38,7 milyar TL, IMF tanımlı faiz dışı dengenin ise 127 milyar TL açık vermesi, geçirdiğimiz olağanüstü döneme verilen yetersiz mali teşvik nedeniyle oldukça sınırlı bir açık olarak değerlendirilebilir.
Ancak, yeterince mali destek alamayan ve ilave kısıtlamalara karşı daha artık savunmasız konumda olan sektörlerin daha derin istihdam ve özel sektör borç krizine yol açmasını engellemek için hala güçlü teşvik politikalarına ihtiyaç var.
Bütçedeki hareket alanını genişletmek için ise şapkadan tavşan çıkarmaya gerek yok. Kısa vadede gereksiz harcamaların derhal kısılması, daha rekabetçi kamu-özel sektör ortak yatırım projeleri için ihale yasasının değiştirilmesi ve şeffaflaştırılması, ülkeye getiri beklentisinin yüksek projelerin şeffaf bir şekilde öncelikendirilmesi gibi pek çok adım kısa vadede görünümü pozitife çevirebilecek aksiyonlar olacaktır. Uzun vadede ise, değişen ve dönüşen yeni işgücü piyasasına uyum sağlayabilecek, yeni gereksinimlere göre tasarlanmış yaşam boyu eğitimi içeren bir eğitim politikasının yürürlüğe girmesi hayati önem taşımaktadır. Zira bugün Türkiye nüfusunun %67,8’ini oluşturan çalışma çağındaki nüfusumuzu, nitelikli ve katma değerli çıktılar sağlayabilecekleri işlerde istihdam edilebilecek şekilde eğitmek, Türkiye’nin kalkınması için atılması gereken en kritik adım olacaktır.
Fotoğraf: Scott Graham