[voiserPlayer]
Kişisel hayatımda, piyasaların nasıl oluştuğunu, nasıl çalıştığını ve eğer varsa işlemediği durumları gözlemlemeye çok meraklıyımdır. İnternette dolaşırken Sn. Aşık’ın “Kamunun Yemek Hizmetleri Faaliyetinde Ne İşi Var? Lezzet Ankara Tartışmaları” başlıklı bir yazısı ile karşılaştım. Ankara Belediyesi, kendi sınırları içindeki esnaflarla dayanışma adına Lezzet Ankara adıyla bir platform kurmuş. Ankara’da yaşıyor olmama rağmen bu yazıyı görene kadar belediyenin Lezzet Ankara uygulamasını duymamıştım. Ardından Sn. Özen’in “Lezzet Ankara: Devletçiliğin Son Çırpınışı” isimli eleştiri yazısı geldi. Özen’in yazısını okuyunca Sn. Aba tarafından yazılan “Platform kapitalizmine karşı kamucu örnek: Lezzet Ankara” isimli yazıdan da haberdar oldum. İkisi savunan, biri eleştiren her üç yazarın da konuya yaklaşımının beni tatmin etmemesi, beni dördüncü yazıyı yazmaya teşvik etti. Tam yazımı bitirmişken Sn. Gerek’in “Oligopolle Mücadele ve Rekabet: Lezzet Ankara Tartışması” başlıklı yazısı geldi. Dolayısıyla bu tartışmanın beşinci yazısıyla karşınızdayım.
Ben genel olarak bir konu hakkında teorik tartışmalara çalışırken belli bir aşamadan sonra bir adım geri çekilir, kendimi aktörlerden birinin yerine koyarım. İlgili konudaki aktörler gibi düşünüp hamlelerini anlamaya çalışırım. Lezzet Ankara tartışmasındaki henüz dört yazılık bu literatürün bence en büyük eksikliği budur. Yazarlardan herhangi birinin Lezzet Ankara uygulamasını kullanıp kullanmadığını yazılarından anlayamıyoruz. Gelir dağılımı adaletsizliğini iyileştirebileceğini düşünüyoruz, devletçilik olduğunu düşünüyoruz, rekabet teorileri üzerinden bakıyoruz fakat, şu siteyi açıp nasıl çalıştığına bakarak değerlendirmek aklımıza gelmiyor. Tabii ki bir konuyu teorilerle değerlendirmeye almak hata değildir. Fakat, asıl olan şey teorinin kendisi değil, hakikate ulaşmaktır ve bunun için bazen kendimizi aktörlerin yerine koyarak düşünmemiz gerekir. Bazen sosyal bir olguyu değerlendirirken meseleye içeriden bakmayıp, sadece üst kavramlar üzerinden tartışırsak arkada kalan gerçeği gözden kaçırabiliriz. Ben, Ankara’da yaşayan bir vatandaş olarak bu tarz uygulamaları, market alışverişlerimde çok sık kullanırken sıcak yemek siparişlerinde nadiren kullanıyorum. Bu yazıyı yazmadan önce Lezzet Ankara platformuna da üye oldum. Böylece deneyimlerimden de faydalanarak bu değerlendirmeyi yapacağım.
İlk okuduğum yazar olan Aşık, görüşlerini açıkladıktan sonra son cümlesinde bu konunun fayda-maliyet etkinliği açısından değerlendirilmesi gerekir demiştir. Bu konuda çok haklı olduğunu düşünüyorum ve ben de bu yazıda tamamen fayda-maliyet açısından bir değerlendirme yapacağım. En başta söylemek isterim ki, Lezzet Ankara sitesi bu haliyle kullanım maliyetleri yüksek olan ve faydası da olmayan (veya çok sınırlı olan) bir çalışmadır. Bu proje; piyasa karşıtlığı, kamu müdahalesi, inovasyonun dışlanması gibi görüşlerin hepsinin ötesinde bayağı, dümdüz, en basitinden ve Türkiye’de görmeye çok aşina olduğumuz faydasız bir iştir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün elinden çıkabilecek kapasitede bir iştir. Şimdi, bu kanaate nasıl vardığıma geçelim.
- Maliyet konusu
Lezzet Ankara projesinin varlık sebebi Ankara Belediye Başkanı tarafından açıklanmıştır. Özellikle malum iki firmayı kastederek esnaflardan oldukça yüksek komisyon ücreti aldıklarını ve bu komisyon ücreti karşısından Ankara esnaflarının mağdur edildiğini ifade ediyor. İddialara göre; tükenme noktasına gelen Ankara esnafını rahatlatmak için sıfır komisyonlu bir platform kuruluyor ve bunun da belediyecilik görevi olduğu savunuluyor. Aşık da komisyon ücretlerinin fiyatlara yansıtıldığını ve kaldırılması durumunda tüketici açısından bir refah kazancı olacağını iddia ediyor. Acaba gerçekte işler böyle mi yürümektedir?
Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki; tüketiciler açısından bu piyasada komisyon ücretinden kaçınmak çok kolaydır. Örneğin; Yemeksepeti uygulamasındaki semtinize ait satıcıların/esnafların ismi zaten YAZIYOR. Uygulamadan herhangi bir satıcıyı seçip, Google’dan veya Google Maps’ten bakarak bu satıcının/esnafın dükkanının telefon numarasını bulmak çok kolaydır. Yani bu piyasada tüketiciler açısından komisyondan kaçınmak bir telefon açma mesafesindedir. Eğer girişimin tek gerekçesi komisyon ücretleri ise Ankara Belediyesi böyle bir uygulama çıkartarak aslında bozuk olmayan bir şeyi tamir etmeye çalışmaktadır. Aslında bu konuda sorulması gereken çok daha önemli bir soru var. Müşteriler açısından komisyondan kaçınmak bu kadar kolay iken acaba neden müşteriler ekstra komisyon ücreti ödemeyi göze alarak bu şirketler üzerinden sipariş vermektedir? Bu soruyu hiç düşündünüz mü? İşte bu sorunun cevabı bizlere bu alandaki en önemli maliyet kalemine işaret eder. Aba’nın da “darboğaz” diye tanımladığı ve göremediği şey, verimli bir şekilde çalışan işlem maliyetleri minimizasyonudur. Diğer yazarların da göremediği bu maliyet türünü gerçek piyasa örnekleri ile açıklamaya çalışalım.
Bu ülkede komisyon ücreti kazananlar pek sevilmezler. Bazılarının gözünde havadan para kazanıyormuş gibi görünürler fakat işin aslı öyle değildir. Komisyon getirisi sağlayanlar ekonomide önemli bir problemi çözme becerisi gösterirler. Bu da işlem maliyetleri minimizasyonu sağlamalarıdır. R. Coase, 1937 yılında yayımladığı “The Nature of Firm” isimli makalede gözle görünmeyen fakat piyasanın aktörleri tarafından varlığı bilinen bu maliyet türünü ilk kez tanımlamıştır. Bu makalede henüz işlem maliyeti (Transaction cost) adını almamış olan bu maliyet türünün önemi, piyasayı kullanmanın bir maliyetinin olduğunu göstermesidir. Gerçek hayatta herhangi bir piyasada faaliyette bulunmak asla sıfır işlem maliyetli değildir. Bu yüzden minimize edilmesi, bu oyunun sürekli tekrarlanabilmesi için şarttır. Bu maliyet; piyasadaki riskleri, bilgi asimetrilerini, koordinasyon problemlerini vb. içerir. Ekonomik aktörlerden biri bu maliyetin faydadan daha yüksek olduğuna kanaat getirse o işlemi yapmaktan kaçınır. J.A. Schumpeter’e göre; bu buluş Ricardo’dan bu yana iktisat bilimine yapılmış en büyük katkıdır. Peki, bunun aracı alışveriş uygulamalarıyla (Aba’ya göre platform kapitalizmiyle) ne ilişkisi vardır? Piyasadaki bu aracı kuruluşlar az önce belirttiğim üç maliyet türüne de çözüm getirirler. Bunlar; uyuşmazlık riskine karşı hakemlik rolü, bilgi asimetrisine karşı puanlama/yorum sistemi, koordinasyona karşı kurye filosu. Bu uygulamalar piyasada tüketiciler tarafından taktir görmeseydi, bu kadar yüksek işlem hacimlerine ulaşamazlardı. Anladığımız kadarıyla bu iki uygulama da Türkiye’de o kadar başarılı olmuş ki Avrupa piyasalarına açılmıştır. Şimdi, bu işlem maliyetleri minimizasyonu yöntemlerini tek tek açıklayalım.
- 1. Aracı uygulamaların hakemlik rolü
Alıcı ve satıcıyı bir araya getiren bu platformlar sadece mekânsal bir örgütlenme yöntemi değildir. Aynı zamanda alıcı ile satıcı arasında bir uyuşmazlık yaşandığı zaman hakemlik rolü de üstlenirler. Peki, Tüketici Hakem Heyeti var iken böyle bir hakemliğe ne gerek vardır? Tüketici Hakem Heyeti’ne bir başvuru yaptıysanız cevap süresinin 3 ile 6 ay arasında olduğunu tecrübe etmişsinizdir. Yani 15 liralık bir dürüm siparişinizde uyuşmazlık yaşarsanız çözüme 3 ile 6 ay arasında ulaşabilirsiniz. Bu bir risk/zaman maliyetidir. Aracı şirketler ise hakemlik yaparak konuyu anında çözüme kavuşturabilirler. Bu riski minimize etmek için telefonla sipariş vermek yerine uygulama üzerinden sipariş vermeyi çoğunlukla tercih ederiz. Hem Yemeksepeti hem de Getir uygulaması (diğer platformlar da) müşteri temsilcileri aracılığıyla bu hakemlik hizmetini sunarken Lezzet Ankara uygulamasında hiçbir şekilde müşteri temsilciliği bulunmamaktadır. Buradan alışveriş yaptığımızda yaşayacağımız uyuşmazlıklarda satıcının insafına kalmış durumdayız. Ya da Tüketici Hakem Heyeti’nin 6 ay sonraki cevabına. Lezzet Ankara: Maliyet 1.
- 2. Bilgi asimetrisini minimize etme rolü
Bu tarz uygulamalarda sipariş verirken siparişin fotoğrafına bakarız ve bazen satın aldığımız şeyin fotoğraftaki kadar iyi olmadığını fark ederiz. Bu da tüketicinin eksik bilgi donanımından oluşan bir maliyettir. Bu yüzden kullanıcıların yorumlarına ve verdikleri puanlara bakarız. Bu şekilde bu alışverişin bilgi eksikliği riskini minimize ederiz. Eleştirilen bu uygulamalarda bir satıcı ile ilgili onlarca yapılmış yorumlara, yüzlerce siparişinden oluşan puan ortalamasına bakarak az çok bilgi sahibi olabiliyoruz. Lezzet Ankara uygulamasını açtığımda puanlama sistemi entegre edilmiş fakat işlem hacmi darlığından yeterli giriş yapılmamış. Lezzet Ankara: Maliyet 2.
- 3. Koordinasyon rolü
Sıcak yemeğin hızlı ulaştırılamaması müşteri için büyük bir problemdir. Semt içindeki esnafların çoğunlukla ya bir tane motorlu kuryesi bulunur ya da hiç bulunmaz, yürüyerek getirir. Bu durum sıcak yemek siparişinin gecikmesine, siparişin niteliğinin azalmasına neden olur. Henüz Yemeksepeti uygulamasında bulunmasa da Getir uygulamasının kendi kurye sistemi vardır. Bu kurye, ekstra bir komisyon ücreti karşılığında esnafın 50 dakika içinde getireceği siparişi 15 dakika içinde getirebilir. Bu bir hizmettir. Kullanmak isteyen kullanır. İstemeyen 50 dakika sonra siparişini alır. Lezzet Ankara uygulamasında ise bağımsız kurye sistemini geçtim, muhatap bulabileceğiniz hiç kimse yok. Bu da Lezzet Ankara: Maliyet 3.
2. Peki faydası nerededir?
Lezzet Ankara’yı kullanmanın tüketici açısından maliyetlerini gördük. Aşık’ın komisyon ücreti ödenmemesi üzerinden tüketici refahı açısından olumlu gelişme dediği fayda nerededir? Ben bu komisyon ücretinden kaçınmak düşüncesiyle tüketici refahını sağlayabilmek için bu yazıyı yazdığım gün bu uygulamalardan sipariş vermeyi denedim. Ankara’nın en yoğun nüfuslu, en bilinen ilçelerinden birinde yaşıyorum. Lezzet Ankara sitesini açtığımda kendi semtime sipariş getirebilen sadece iki adet satıcı ile karşılaştım. Bunlardan biri damacana su satan bir firma idi. Benim de yıllardır kendi semtimde telefonla sipariş verdiğim firma idi. Sitedeki fiyatına baktım. Telefonla sipariş verdiğim fiyatla aynı olduğunu gördüm. İkinci firmaya geçtim. Bu satıcı bir börekçi idi. Minimum sipariş tutarının 40 TL olduğunu gördüm. Yani öğle yemeği yiyebilmek için ihtiyacımdan daha fazla satın almak zorundaydım. Benim için efektif olmadığına kanaat getirip siparişten vazgeçtim. Böylece Lezzet Ankara uygulamasının benim için faydası bitti. Üşenmeyip saydım. Getir uygulamasında benim yaşadığım semte servis yapan 203 adet satıcı varmış. Komisyonsuz esnaf ulaştırmasını seçersem 10 dakika ile 60 dakika arasında getirebilecek satıcılar var. Getir kuryesini seçersem maksimum 30 dakika içinde siparişi teslim alabiliyorum. Yemeksepeti’ni açtım. 158 adet satıcıya ulaşabildiğimi fark ettim. Tüketici refahının peşinde olan ben, bu uygulamalardan birinden küçük esnaf olmasına dikkat ederek rastgele 5 adet satıcıyı seçtim. Google’dan telefon numaralarını bulup aradım. Rastgele bir ürünün fiyatını sordum. İlginç bir şekilde beşi de uygulamadaki fiyatı söyledi. Ama telefonla sipariş veriyorum diye itiraz ettim. Fiyatımız böyledir dediler. (Lütfen bu basit denemeyi sizler de kendi semtinizde deneyiniz.) Tabii ki rastgele seçilmiş bu örnekler bütün bir sektörü temsil etmez. Fakat bana, Aşık’ın kendinden emin bir şekilde ifade ettiği tüketici refahının garanti olmadığını ispatlamıştır. Dolayısıyla, Lezzet Ankara sitesinin komisyon ücreti almaması, sadece bir kesimin her türlü şartta refahını garanti etmektedir. O da satıcılardır. Şunu açık bir şekilde söylemek lazım. Tüketici dediğimiz kesim filantropist değildir. Yani satıcı komisyon ödemiş ya da ödememiş gibi konularla ilgilenmez. Genel tüketici kitlesi doğrudan fiyat sinyallerine bakar. Fiyat ve hizmeti karşılaştırıp talebine yön verir. Lezzet Ankara sitesinin “esnafın yanındayız” lafı tüketiciler için bir anlam ifade etmez. Zaten bu uygulamanın başka da bir yeniliği olmadığı gibi işlem açısından telefonla sipariş vermekten FARKI da yok. O zaman soruyorum: “Biz Ankara’da yaşayan vatandaşlar olarak yüksek işlem maliyetli ve faydası da garanti olmayan bir site üzerinden hangi motivasyonla sipariş vereceğiz?“. Zaten bu sorunun cevabını veren tüketici kitlesi de malum platformlarda (komisyon ücreti verilen veya platform kapitalizmi olan!) bulunmaktadır. Esnaf dediğimiz kesim de o platformlardan ayrılmamış ki, Lezzet Ankara’nın 2 esnaflık veri tabanına karşı Getir’den 203 ve Yemeksepeti’nde 158 farklı ihtimal ile karşılaşmaktayız. Komisyon ücreti kazanan aracılık/simsarlık/brokerlik faydasız bir ekonomik aktivite olsaydı ticaret tarihinde yüzlerce yıldır farklı şekillerde varlığını sürdüremezdi
3. Bazı görüşlere cevaplar
Diğer yazarların savundukları görüşleri açıklarken verdikleri örnekleri şaşırtıcı derecede yüzeysel buldum. Okurken neredeyse her bir örneğe, karşı cevap niteliğinde notlar aldığımı fark ettim. Fakat bu yazıyı daha fazla uzatmamak adına önemli gördüğüm dört temel iddiaya yazarlarını da kırmadan itirazlarımı ifade etmek istiyorum.
3.1. Dışsallık iddiası
Aşık, Lezzet Ankara’yı savunurken konuyu dışsallıklara getiriyor. Şöyle demiş,“Neredeyse hiçbir zaman piyasalar gerçek rekabet altında işlemiyor ve neredeyse her zaman çeşitli dışsallıklar söz konusu.” Bu cümledeki “gerçek rekabetin olmaması” konusuna, “Rekabetsizlik iddiası” başlığı altında cevap vereceğim. Bu cümledeki dışsallıklar vurgusunu ilginç buldum. “Neredeyse her zaman” ifadesinin yüzde kaçı temsil ettiğini bilmiyorum fakat %90-95 civarı olduğunu tahmin ediyorum. Şimdi bir ekonomik sistem düşünün ki oradaki iktisadi faaliyetlerin %90’ı negatif dışsallıklar yaratıyor. Böyle bir sistemin bir yıl bile ayakta kalma ihtimali var mıdır? Bir konunun önemini vurgulamak için abartmaya gerek olmadığını düşünüyorum. İnsanlık olarak yeryüzünde cenneti yaratabilen (yani sıfır işlem maliyeti içeren) bir ekonomik sistemle henüz karşılaşmadık. Evet. Piyasalarda zaman zaman dışsallıklar da oluşmaktadır. Dışsallıkların içselleştirilmesi konusunda iktisat literatüründe çeşitli görüşler vardır. Yazar, yine çok ilginç bir şekilde farklı görüşlerin olmadığını şu ifadesi ile iddia ediyor: “dezavantajlı grupların refahını doğrudan etkileyen, bilgi asimetrilerinin, yoğun dışsallıkların olduğu alanlarda kamu müdahalelerinin gerekliliği konusunda hem toplumsal hem de bilimsel bir mutabakat söz konusu.” Bu iddiaya cevap veriyorum. Böyle bir mutabakat yoktur. Toplumsal mutabakat iddiası nasıl ispatlanabilir bilmiyorum fakat ikinci iddia olan bilimsel mutabakata bakarsak bu alan tartışmalıdır. Literatürdeki bazı iktisatçılar iktisadi bir faaliyetin negatif dışsallık yaratmasını, kamunun piyasaya müdahale etme gerekçesi olarak görürler. Aşık, kendi yazısında “iyi bir iktisat eğitimi, sorunlara tek bir çözüm perspektifinden bakmamayı öğretir.” demişti. Tam da bu görüşten hareketle negatif dışsallıklara karşı tek çözüm yolunun kamu müdahalesi olduğunu düşünen varsa yanılmaktadır. Az önce bahsettiğim iktisatçı Coase; 1960 yılında da negatif dışsallığın piyasa içinde içselleştirilebileceğini ilk kez “The Problem of Social Cost” isimli makalesinde yazmıştır. Dışsallıkların piyasa koşulları altında da çözülebileceğini anlatan bu makale, ardından “Hukuk ve Ekonomi” isimli bir düşünce ekolü yaratmıştır. Yazarı da 1991 yılında Nobel İktisat Ödülü almıştır. Bunu nasıl görmezden gelip de kamu müdahalesinin mutabakat olduğunu iddia edebiliriz?
3.2. Devletçilik İddiası
Özen’in yazısının Lezzet Ankara ile doğrudan ilgili olmayan kısımlardaki görüşlerine büyük oranda katılıyorum. Fakat, Lezzet Ankara uygulamasının piyasadaki önemini gereğinden fazla ciddiye aldığını düşünüyorum. Konuyu ciddi bir kamu müdahalesi olarak görüp, 1930’lu yılların devletçiliğine benzetmektedir. Her şeyden önce Türkiye’de 30’lu yıllarda kamu otoritesi, başka hizmet alanlarında kullanabileceği kaynaklar ile ciddi bir kamu sermayesi gücüyle şirket/fabrika kurardı. Aracılıkla uğraşmazdı. Doğrudan üretime girilirdi. Kamu sermayesinin yetmediği alanlarda kanunlar çıkarılarak ücretler, fiyatlar belirlenirdi. Özel sektör bankaları bile işlem ücretlerini kendileri belirleyemez, kanunla belirlenen fiyatları uygulamak zorundalardı. 30’lu yılların devletçiliği böyle bir şeydi. Lezzet Ankara uygulamasına baktığımızda anladığımız kadarıyla ortada ne bir şirket var ne bir yasal düzenleme var ne vergi mükellefiyeti var, ne muhasebeci var, ne müşteri temsilcisi var, ne muhatap bir kişi var, ne de bu projenin sermayesi. Sadece bir internet sitesi kurarak taraflar kendi aralarında anlaşsınlar diye düşünülmüş. Bu yöntemi belki yeni nesil devletçilik diye düşünebilirsiniz ama 30’lu yılların devletçiliği asla değildir. Bir kamu otoritesi düşünün, piyasada etkin işlemediğini düşündüğü bir faaliyet yakalıyor ve çözüm olarak sadece internet sitesi kuruyor. Yıllarımı piyasaları, dışsallıkları ve benzerlerini anlamaya vermiş bir iktisatçı olarak bu çözüm yolunun nasıl aklıma gelmediğini düşünüp, dövünüyorum! Bu girişimi bir kamu müdahalesi olarak da görmüyorum. Bu girişimin bu haliyle bir mail grubu olmaktan öteye geçemediği anlattığım gerekçelerle ortadadır. Bu kadarlık çabayla bir piyasa problemi çözülebilirse benim gözümde Nobel Ödülü almış kadar kıymetli olacaktır. Fakat, gerçekçi değildir. Bu uygulamanın bu haliyle rakiplerinden daraltabileceği işlem hacmi, bu piyasa için görmezden gelinebilecek kadar küçük olacaktır.
3.3. Darboğaz iddiası
Aba’nın bu aracı şirketleri darboğaz yaratarak rant elde edilmesi görüşüne hiç katılmıyorum. Aksine, bu şirketlerin işlem maliyetleri minimizasyonu sağladıklarını, bu yüzden de takdir görerek işlem hacimlerini arttırdıklarını yukarıda anlattım.
3.4. Rekabetsizlik iddiası
Gerek’in yazısının dördüncü paragrafının başında “Lezzet Ankara’nın girdiği piyasa da aslında bir üst paragrafta bahsettiğim bir piyasa yapısında.” demektedir. Bunun üzerine bir üst paragrafa geri dönüp tekrar okudum. Diğer yazarların da bahsettiği rekabetsizlik durumunu şu cümlelerle ifade etmiş; “Sektörlerin çoğu birkaç firmanın hüküm sürdüğü oligopol bir yapıda. Sorun tekel yapı değil oligopol yapı. Birkaç büyük firma sektörün neredeyse tamamına yakınına hâkim konumda. Rekabeti önlemek için ya rakip gördükleri firmaları satın alıyorlar ya da birleşme yoluna gidiyorlar. Bu birleşmelerin mantığında, firmaların büyüdükçe ölçek ekonomisinden faydalanacakları ve piyasaya daha ucuza mal ve hizmet sağlayacakları öngörüsü yatıyor. Fakat, maalesef büyüklük her zaman daha ucuzluğu getirmiyor.” Bunu okuyunca, acaba farklı örneklere mi bakıyoruz diye şüpheye düştüm. Çünkü benim bildiğim kadarıyla Yemeksepeti ve Getir’ten oluşan bu piyasada şirket satın alma/birleşme yoluyla gerçekleşen bir ölçek büyümesi yok. Zaten ölçek arttırmanın tek yolu da satın alma/birleşme değildir. M. E. Porter’ın rekabeti öldürmeden küçük firmaları tek çatı altında toplayarak oluşturduğu “Kümelenme” metodu da ölçek büyütme yoludur. Bu piyasa da satın alma/birleşme yöntemine değil, Porter’ın kümelenme teorisine daha çok benziyor (tam anlamıyla olmasa da). Şöyle bir örnek vereyim. Sektörde bulunan yüzlerce küçük firma, çağımızda fark edilebilmek için her biri web sitesi/Android ve İOS uygulaması kurmalı, Google’da ve Instagram’da reklam vermeli, çağrı merkezleri kurmalı ve bu işlerle uğraşacak personeller tutmalı. Şimdi ise yüzlerce firmanın ayrı ayrı katlanacağı bu maliyeti, tek bir çatı altında kümelenmeleri sayesinde üst kuruluşa devrettiğini düşünün. Sizce ayrı ayrı yüzlerce firmanın mı bu maliyete katlanması sektörün maliyetini düşürür yoksa tek bir üst kuruluşun katlanması mı? Dolayısıyla ölçek arttırarak ucuzluğu sağlamak mümkün olabilir. Zaten Çin’de yaşanan deneyim de bunu bizlere gösterdi.
Rekabetsizlikten şikâyet edilen bu piyasada hiç kimsenin görmediği önemli ve güçlü bir rakip daha var. O da telefonla sipariş vermek. Sizin oligopol olduklarından hiç şüphe duymadığınız, piyasada çok güçlü olduklarını iddia ettiğiniz bu firmaların komisyondan kaçınmak gerekçesiyle telefonla sipariş veren müşterilere karşı 15 yıldır bulabildikleri tek bir çözüm yolu bile yok. Üstelik bu firmalar tedarikçilerin listesini de kendi elleriyle müşterilere vermektedirler. Buyurun telefonla sipariş verin der gibi. Lezzet Ankara sitesini faydasız bulmakla birlikte, iyi niyetli bir girişim olduğuna da ikna oldum. Diğer uygulamalardan farklı olarak satıcıların telefon numaralarını da vermiş. (Belki de uyuşmazlık durumunda beni aramayın satıcıyı arayın demek, hakemlik görevinden kaçmak içindir. Bilmiyoruz.) Bu projeye dair hayallerinizi kırmak istemem ama her kim telefonla sipariş vermekten daha fazlasını sunarsa tüketiciler orada yer alacaktır. Şu anda da öyledir.
Sonuç
Seçmeni olduğum Ankara Belediyesi’ne daha faydalı projeler üretmesini tavsiye ediyorum.
Fotoğraf: Scott Graham