[voiserPlayer]
İki yıl önce Ramazan ayında bölüm hocalarımız ve biz asistanların bir arada zaman geçirebilmesi için bir iftar programı organizasyonu gerçekleştirmiştik. Yaklaşık yirmi kişiden oluşan grubumuzun çok küçük bir kısmı oruç tutuyor olmasına rağmen yüksek katılımla bir araya geldik. İftar için görüştüğüm mekân, gündüz saatlerinde karma havuz hizmeti olan ve herhangi bir İslami tandansa sahip olmayan bir yerdi. Ancak program günü, bizden sonra restorana bir tarikatın kalabalık bir öğrenci-hoca grubunun gelmesiyle birlikte mekânda kayıttan Kur’an-ı Kerim okunmaya başlandı ve hatta müşteriler sessiz olmaları için uyarıldı. Bahsettiğim grubun ayrılmasından sonra işletme sahipleri canlı müzikle devam ettiler. Organizasyonu ben yaptığım için davet ettiğim kişilere karşı bir mahcubiyet hissettim. Çünkü normalde istemeyecekleri bir şeyi dinlemeye mecbur kalmışlar, hatta hizmet satın aldıkları bir yer tarafından konuşmamaları hususunda uyarılmışlardı. Ertesi gün bu emrivakiden rahatsız olabileceğini düşündüğüm kişilerle bire bir konuştuğumda, işletmenin bu tutumunun hoş olmadığını ancak bunu büyütülecek bir konu olarak görmediklerini ifade ettiler. Özetle, kimse isteği dışında ayet dinlediği için “inançsızlığına” saygısızlık edildiğini ya da saldırıya uğradığını iddia etmedi.
Bu anekdotu bana hatırlatan olay, geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Bayramı kutlamasından dönen ya da kutlamasına giden bir grup insanın metroda marş söylediği bir videonun internette dolaşmaya başlaması oldu. Aynı araçta bulunan ve dolaşımdaki videoda odak noktası yapılan sakallı, sarıklı ve cübbeli bir beyefendinin varlığı ise özellikle Twitter’da hararetli bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Videodan CHP’li Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun attığı tweet aracılığıyla haberdar oldum. Sayın Bekaroğlu videodaki beyefendiye “yapılan” muameleyle, giydiği şort yüzünden fiziksel şiddete maruz kalan bir kadını kıyaslamış, hatta iki olay arasında fark olmadığını iddia etmişti.
Bekaroğlu’nun paylaşımından sonra beyefendiye “yapılan” şeyin ne olduğunu anlayabilmek için videoyu birkaç kez daha izledim. Çünkü kıyafeti yüzünden darp edilen bir kadınla eşit mağduriyet yaşayabilmiş olması için direkt olarak kendisine yönelik gerçekleştirilmiş bir eylemin olmasını bekledim, ancak yoktu. Hatta beyefendiyi hedef alan herhangi bir cümle de duymadım. Coşkulu grubun sergilediği davranışın, toplu taşıma araçlarında gitar çalıp şarkı söyleyen lise öğrencileri kadar “yanlış” olduğunu düşündüm. Diğer bir ifadeyle, aslında bahsedilen iki eylem de insanların yolculuk halindeyken rızaları alınmadan maruz bırakıldığı yüksek sesli müzik kategorisindeydi. Öyleyse söz konusu videodaki grubu, birçoğumuzun toplu taşıma araçlarında dinlemek zorunda kaldığı lise öğrencilerinden daha “kötü” yapan husus neydi? Bekaroğlu ve onun gibi düşünenler bu eylemi neden “ötekini dövme aracı” ve “bu ülkeye yapılmış kötülük” olarak görüyorlardı? Üstelik bu videoya içerdiğinden daha fazla anlam yüklemenin sonuçlarını ilgili paylaşımın altına gelen yorumları okuyarak görmek mümkün. Videoda olmayan ama olduğu iddia edilen “şey” bu yorumlarda fazlasıyla var çünkü.
Gösterilen refleksin bize öğretilen kalıplaşmış bir ön kabulle ilgisi olduğunu düşünüyorum: Sonsuz saygı beklentisi.
İnandığımız/savunduğumuz değerlere karşı mutlak bir saygı beklentisi taşıyoruz ve saygısızlık olarak gördüğümüz eylemlerin kümesini çok geniş tutuyoruz. Üniversite hayatımın önemli bir kısmı Çankaya otobüslerinde geçtiği için başörtülü genç bir kadın olarak haftanın en az üç günü bu otobüslerde, Çankaya mukimi hanımefendilerin pek de orijinal olmayan laf atmalarına maruz kaldım. “Örümcek/geri kafalılar”, “esas her haltı bunlar karıştırıyor”, “çanak yalayıcılar”, “marka kokuyorsun” bunlardan birkaçıydı. Duyduğum sözler beni herhangi bir hakkımdan alıkoymadı, aşağılanmış hissettirmedi. Sanıyorum hiçbirine “cevap” da vermedim. Bu tepkisizliğim birçok arkadaşım tarafından eleştirildi, maruz kaldığım şeyin “değerlerime saldırı” olduğunu söylediler.
Arkadaşlarımın eleştirilerine karşı onlara her zaman şu soruyu yönelttim “Sizin kendinize ve inanç sisteminize verdiğiniz değerle başkalarının bunlara verdiği değerin eşit olmasını beklemek ne kadar mantıklı?”. Örneğin ben kendimi inançlı bir Müslüman olarak görebilirim ancak bir başkasına göre 1400 küsur yıllık kurallara göre hayatını şekillendiren bir geri kafalı olabilirim. Sizin hakaret olarak gördüğünüz bir kavram başkasının sadece sizi tanımlama şekli olabilir. Diğer bir ifadeyle, kendimi layık gördüğüm saygı ile insanların beni layık bulduğu saygının eşit olmasını beklemek bana hiçbir zaman anlamlı gelmedi. Başkalarından saygı duyma beklentisinin geldiği patolojik nokta, Ramazan ayında oruç tutmayan insanlara edilen hakaretlerde ve hatta yapılan fiziksel şiddette kendini gösteriyor. Daha da ötesi, Onur Yürüyüşündeki pankartlar yüzünden dâhi “değerlerinin” aşağılandığını iddia eden insanlar görüyoruz. Beklenilen saygının sınırları o kadar geniş ki, kendi değerlerine muhalif bir cümle duyduğunda saldırıya uğradığını düşünen kitleleri görebiliyoruz.
Seçtiğiniz hayat tarzının başkaları tarafından “saygı görmesine” neden bu kadar çok ihtiyaç duyuyorsunuz? Başka bir insanın benim ibadetime saygı duymasını isteme hakkını kendimde görmüyorum. Başka bir insanın Cadılar Bayramı kutlaması benim Müslümanlığıma zarar vermiyor. Sahip olduğum değerlerin başkası tarafından onaylanmasına ihtiyaç duymuyorum ve bu yüzden bu değerlere muhalif gerçekleştirilen hiçbir eylem bana kendimi aşağılanmış hissettirmiyor. Daha da önemlisi, kamusal alanda işittiğim çirkin bir söz de saldırıya uğradığımı düşündürmüyor.
Gündemdeki videoda benim otobüslerde maruz kaldığım gibi direkt olarak belirli bir insanı hedef alan sözler/eylemler olmasa da bahsettiğim dönemde neler hissettiğimi düşündüm. Hiçbir şey! Elbette insan kendisine yöneltilmiş kötü sözler duymaktan hoşlanmaz ancak bu hoşnutsuzlukla saldırıya uğradığını iddia etmek arasında gayet büyük bir fark var. Bana örümcek kafalı diyen birine benim de benzer bir söylemde bulunma hakkım var ancak bunun için devletten ya da toplumdan yardım görmeyi bekleme hakkım yok. Dolayısıyla, eşit konumda (yolcu) olduğum bir insandan duyduğum söz yüzünden “mağdur” edildiğimi de iddia edemem.
Kavramların içini boşaltmanın cenneti olan Türkiye’de inancınızla/siyasi görüşünüzle dalga geçilmesi bir mağduriyet gibi kodlansa da gerçekte bunun bir mağduriyete dönüşebilmesi için sizin sahip olduğunuz bir özgürlüğü kısıtlaması gerekir. Diğer türlü sahte mağduriyetler yaratmanın hem bu mağduriyetleri gerçekten yaşayan insanlara haksızlık olduğunu hem de popülist bir vicdan mastürbasyonuna yol açtığını düşünüyorum.
Toplumsal olarak ihtiyaç duyduğumuz şey birbirimizi umursamamak. Başkalarının hayatlarından etkilenmeye bu kadar açık olan insanlar, eşcinsel bir çiftin öpüştüğünü gören çocuğunun da eşcinsel olabileceğini veya Kemalist bir ebeveyn de çocuğunun çarşaflı birini gördüğünde olumsuz etkileneceğini düşünebiliyor. İki örnekte de “değerlerine” saygı bekleyen insanlar başka insanların temel haklarının elinden alınmasını isteyebilecek noktaya geliyor.
Yeniden videoya dönecek olursak, eleştirenler grubun nasıl bir davranış sergilemesini tercih ederlerdi? Beyefendinin fark edilmesiyle grubun “bu vatandaşımız söylediğimiz marştan rahatsızlık duyabilir, kendisini ötekileştirilmiş hissetmemesi için devam etmeyelim” gibi aslında kendi içinde bir kategorizasyon içeren yapay “duyar” göstermelerini mi isterlerdi? Bahsedilen anların kayda alınmasıyla ilgili yorum yapmak ise çok mümkün değil. Çünkü videoyu çeken kişiyi görmüyoruz ve bunu ne amaçla gerçekleştirdiğini de bilmiyoruz. Ancak asıl kutuplaşmanın bu videoya büyük anlamlar yükleyip, “üzerine tez yazılır” edebiyatı noktasına getirerek ve ilgisiz karşılaştırmalar yapılarak yaratıldığını çok iyi biliyoruz.
Özetle, dünyayı kendi değer setlerinizle okumanızın bir sakıncası yok ama bu değerlere muhalif gördüğünüz her eylemi size karşı işlenmiş bir insanlık suçu gibi görmek/göstermek hiç ama hiç sağlıklı bir tavır değil.