[voiserPlayer]
2020 Yılında 300 kadın erkekler tarafından öldürüldü (1). Bir önceki seneye nazaran kadın cinayetlerinde azalma görülse de bu durum oldukça çıplak bir gerçekle yeniden yüzleşmemize sebep oldu: kadınlar evlerinde güvende değiller.
Benim bu satırları yazmaya başladığım sıralarda sosyal medyada bir video sirkülasyona girdi. Videoda bir kadının yine bir erkek tarafından ölesiye dövüldüğü ve bilinçsiz hale getirildiği korkunç görüntüler yer alıyordu. Olay mahallî Samsun. Buna müteakip Adalet Bakanı da dahil olmak üzere pek çok yerden kınama ve gereğinin yapılacağına dair birtakım açıklamalar geldi. İlginç olan, bu açıklamaların İstanbul Sözleşmesini yürürlükten kaldırmak isteyen, her fırsatta kadını annelik rolüne sıkıştıran, feminizmi Türk aile yapısına uygun bulmayan kimseler tarafından yapılmış olmasıydı. Dikkatleri çeken bir diğer önemli noktaysa açıklamalardaki cinsiyetsizleştiren ve faili belirsiz kılan dil oldu. Biz biliyoruz ki cinsiyet çok açık bir mevhum ve şiddetin cinsiyeti var. Şiddet gören kadınları anneliğe sıkıştıran, fail erkekleriyse münferit vakaymışçasına cinnet yahut delilik laflarıyla aklayan bu dil sadece sorunun üstünü örtmekle kalmıyor, aynı zamanda da cesaret veriyor.
Neden tüm cinnet geçiren erkekler kendilerini değil de kadınları öldürüyor? Belki de şöyle sorsam daha açık olur; neden her olayda fail mutlaka ya cinnet geçiriyor ya da ağır tahrik “mağduru” oluyor? Bana kalırsa cevap çok açık. Şayet faili patolojize edebilirsek o halde kültürün buna dair bir sorumluluğu kalmaz. Neticesinde birileri deliriyorsa biz bu konuda ne yapabiliriz ki… Fakat gerçeklik bu değil. Gerçeklik kadınların boyun eğmek üzere yetiştirildiği. Gerçeklik erkeklerin bir kadından talep ettikleri her şeyi hak ettiklerini düşünmeleri. Gerçeklik erkeklerin davranışlarının bedelleri olmaması. Gerçeklik kadınların kendilerini savunmaya çalışırlarsa daha kötü dayak yiyeceklerini bilmeleri.
2020 Yılında öldürülen 300 kadının tam 181’i en güvende olmaları gereken yer olan evlerinde öldürüldü. Bu cinayetlerin 97’si evli oldukları erkek tarafından işlendi (1). Güya kadınların çıkarını gözeten, güvende olmak için biat etmemiz gereken Türk aile yapısı da bu kadınları korumadı. Covid-19 ise işleri çok daha korkunç hale getirdi.
Bir kesimin rahat koltuklardan yaptığı kapanma çağrıları pek çok kız çocuğunun ve kadının hayatına mâl oldu, olmaya da devam ediyor. Google’ın verilerine göre Avusturalya’da ev içi şiddet yardım aramaları %75 artmış görünüyor (2). Türkiye verilerine baktığımızdaysa bir evvelki seneye göre psikolojik şiddet %93, fiziksel şiddet %80, sığınma evi talebi %78 oranında artmış gözüküyor (3). Kız çocuklarının büyük bir kısmının eğitime bir daha dönemeyeceğini, birçok kişinin evlerinde istismara uğradığını, evden çalışmak zorunda kalan kadınların ev içi yükünün ağırlaştığını ise söylememe gerek yok sanırım. Üstelik iş hayatı ve sosyal hayat bireyin kendini var etmesi için bu kadar hayati bir önem taşırken ve Türkiye kadınların hayatını karartan tutumlardan henüz arınamamışken verilen her uzaktan eğitim ve kapanma kararı adeta sert bir yumruk gibi iniyor kadınların tepesine. Bir kesim korona korkusundan beslenip keselerini doldururken nice insanlar işte böyle sefalete terk ediliyor. Kadın ve erkek arasındaki makas yeniden açılıyor aynı zamanda da kapalı kapılar ardında şiddetin her türlüsü artıyor.
Şiddet artıyor demem sizleri yanıltmasın. Cinayetler artsa da toplam şiddetin arttığı düşüncesi bence doğru değil. Neticesinde bundan 50 sene önce kocasından dayak yiyen kadının kimseler için haber değeri yoktu. Tecavüzden de bahsedemezdik zira, kadının rızası diye bir kavram da aslında bizler için çok yeni. Şimdilerde tüm şirketlerin afili reklamlarla kutladığı kadınlar günü veya lanetlediği şiddet bu devrin bir anlamda modası. Zira artık merkez sağ ve sağ çevrelerde bile muhafazakâr dille kadını ezme hali eskisi kadar satmıyor. Bu durum bir nebze umut verse de elbette yeni sorunlar da doğuruyor. Şiddetin yeni formları kadın hareketleri içine gizleniyor. Yeri geldiğinde erkekler kadınlara feminizm satıyor veya feminist oldukları iddiasıyla şiddetlerini meşrulaştırıyor. Farkında olduğumuz eril şiddet bir anlamda şekil değiştiriyor. Bütün bunlara rağmen toplumda şiddet belki de hiç olmadığı kadar az. Sanki sosyal medyanın ortaya çıkışıyla şiddet artmış gibi davranılmasının tek sebebi, artık her bir bireyin diğerinin de bu şiddetin farkında olduğunu bilmesi. Yani, bildiğinizi biliyoruz ve bildiğinizi bildiğimizi biliyorsunuz. Dolayısıyla, eskisi gibi kolayca hasıraltı etme yüzü bulamıyor kimse. “Eskiden aile kavramı vardı toplum huzurluydu” diyenlerse anneannelerinin yaşadıklarını umursamıyor. Zaten kadına şiddet ancak herkesi rahatsız ettiği zaman konuşulabiliyor. Yoksa kaç kişinin annelerini tekme tokat döven adamlara “babam” dediğine çoğumuz şahidiz.
“Fail erkekler ve erkekliktir” dediğimizde, “annelik kadını kısıtlamak için kullanılan bir araçtır” dediğimizde ya da “Türk aile yapısı insanları öğütüyor” dediğimizde üstüne alınan ve kırılan insanlar tam da bu kişiler. Çünkü sırtları başkalarının istismarına dayalı ve rahat rahat yaşayan aynı zamanda da zinciri devam ettiren onlar. Penisin ve tecavüzün bir cezalandırma yöntemi olarak kullanıldığı, kadınların kendilerine bir tür hizmet, annelik ya da cinsellik borcu varmış gibi davranan bir toplumda neyi ya da kimi sorumlu tutmamızı bekliyorsunuz? Eğer o erkeklerden değilseniz bundan niçin bu kadar alınıyorsunuz? Teker teker her erkeği değil de kültüre yerleşmiş bir erkeklik tanımının kast edildiğini anlamak mı istemiyorsunuz yoksa rahatınız mı bozuluyor? Kadınların her gün ev içi şiddete maruz kaldığı, tecavüze uğradığı, hunharca katledildiği bir kültürde sevgili bulamamanız, reddedilmeniz ya da kadınların sizden nefret etmesi hakikaten bu kadar önemli bir sorun mu? Yoksa siz bunu sorun edecek kadar rahat bir yaşam sürdüğünüzden mi böyle hissediyorsunuz? Ben söyleyeyim, yüzleşmek istemiyorsunuz. Babanız, amcanız, kardeşiniz, iş arkadaşınız, eski kankanız… Şiddetlerine sessiz kalıyorsunuz. Fail olmasanız da yataklık ediyorsunuz ve her erkeklik lafı geçtiğinde işte bu yüzden üstünüze alınıyorsunuz.
Sözlerimi suçlayıcı bulanlar hayatlarını gözden geçirse belki de bu suçluluk duygularının çok da temelsiz olmadığını fark ederler. Kaç defa sustunuz? Kaç defa bir kadının yaşadığı şiddet sizin için bir komedi unsuru oldu? Siz ilkokula, liseye sonra belki üniversiteye giderken annenizin neden ev dışında bir hayatı olmadığını sorguladınız mı? Erkekler zaten geç olgunlaşıyor diyerek tüm sorunlarınızı kaç kadının sırtına bindirdiniz? İçinizde bu sorunların farkında olanlar ve gerçekten umursayanlar olduğunu biliyorum. Değişim sizinle başlıyor ve yapabileceğinize inanıyorum. Yanımızda durmanızın, ses çıkarmanızın, kendinizi ve çevrenizi gözden geçirmenizin tamamı kazanımdır ve hepsi birer adımdır.
Saldırıların şekil değiştirdiğini, kimi zaman içeriden de gelebileceğini söylemiştim. Öyle ki feminist kadınlara 8 Mart’ta şiddet çağrısı yapanların bir kısmı kendilerini ilerici feministler olarak lanse ediyor. Çok ilerici ve artık kadına şiddet için eylem yapmayan feministler, önceliklerini şaşırmamış gerici feministleri dövmek istiyor. Öyle çok ilerliyorlar ki kadın katilleriyle aynı noktada buluşuyorlar: “Bazı kadınlar dayağı hak eder!”. Bu süreçte her şeyin farkında olup da değirmeni dönmeye devam etsin diye açık konuşmaktan korkan pek çok insan tanıyorum ve açıkçası tanımaktan da utanç duyuyorum. Sizleri hiçbirimiz unutmayacağız.
Hep kötü şeylerden bahsettim, ama aslında daha iyi bir geleceğin bizleri beklediğine inanıyorum. Çünkü, kadınlar konuşuyor. Önceliklerini yitirmemiş pek çok feminist kadın dünyanın her yerinde doğru bildiği şeyleri hiç korkmadan ve yeri geldiğinde bedel ödeyerek savunuyor. Aynı Mary Wollstonecraft gibi, Süfrajetler gibi, Betty Friedan gibi, Harriett Taylor Mill gibi, Charlotte Perkins Gilman gibi… İşte tüm bu kadınlara birer teşekkür borçlu olduğumu hissediyorum. Teşekkür ederim, 8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu olsun.
Fotoğraf: Photo by Katherine Hanlon
3)https://www.ankara.bel.tr/files/4515/8824/4662/Kadin_Ve_Cocuk_Bulteni.pdf