[voiserPlayer]
Dünyada 150’den fazla ülkede çalışan ve insan hakları ihlallerini engellemeye yönelik faaliyetlerindeki başarısı ile 1977 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) mülteci haklarından iklim değişikliğine kadar uzanan geniş bir yelpazede çalışmalarını sürdürmektedir. Örgütün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve diğer uluslararası insan hakları belgelerinde güvence altına alınan haklardan herkesin yararlandığı bir dünya var etmek amacı ile yaptığı çalışmalardan biri de yıllık olarak sunduğu insan hakları raporlarıdır.
Uluslararası Af Örgütü geçen yıla dair yaptığı çalışmanın detaylarını içeren ve geçtiğimiz günlerde açıklanan 2021 yılı raporunda, küresel ölçekte şirketlerin kar ettiğine ancak yoksulluk oranının arttığına dikkat çekiyor. 2021 yılı raporu ile Covid-19 pandemisinin derinleştirdiği eşitsizliğe vurgu yapan Uluslararası Af Örgütü, dev şirketlerin zenginleşirken halkın açlığa mahkûm edildiğinin altını çiziyor. 154 ülkede yapılan araştırma sonrası hazırlanan rapor, tüm dünyada ifade hakkı ve toplanma hakkının engellendiğini ve protestoculara yönelik ciddi anlamda orantısız güç kullanıldığını verilerle aktarıyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün yıllık raporlarında küresel ve bölgesel değerlendirmeler ile birlikte Türkiye’ye yönelik dikkat çeken değerlendirmeler de yer almaktadır. Dünya ile eş zamanlı olarak yayımlanan Türkiye raporu, yaşanan hak ihlalleri konusunda çarpıcı değerlendirmeler sunuyor. Af Örgütü’nün 2019 yılına ait raporunda Türkiye’ye dair yapılan tespitlerin önemli bir bölümünü, OHAL dönemi Temmuz 2018’de bitmesine rağmen muhaliflere yönelik baskıların 2019’da da devam ettiği ve terörle mücadele yasaları kapsamında ceza soruşturmaları ve yargılamaları üzerinden hak ihlallerinin sürdüğü konusu oluşturmaktadır. 2020 yılı raporunda ise gazeteciler, siyasetçiler, sosyal medya kullanıcıları ve insan hakları savunucularının da aralarında bulunduğu kişilere yönelik gerçek ya da varsayılan muhalefetlerinden ötürü “yargı tacizi” olduğu ve Türkiye’nin ivedilikle yargıdaki aksaklıkları gidermesi gerektiği vurgulanmıştır.
Uluslararası Af Örgütü’nün 2021 yılına ait ve Türkiye’deki insan hakları ihlallerine ilişkin yaptığı değerlendirmelerin de yer aldığı raporda ise yargıdaki sorunlar yine temel konulardan biri olarak öne çıkıyor. Türkiye raporunun önsözünde yer alan ifadelerin bir kısmı şöyle:
“Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı yeni İnsan Hakları Eylem Planı ve iki Yargı Reformu Paketi, yargı sistemindeki derin kusurları gidermekte yetersiz kaldı. Muhalif siyasetçiler, gazeteciler, insan hakları savunucuları ve diğer kişiler temelsiz soruşturmalar, yargılamalar ve mahkumiyet kararlarıyla karşı karşıya kalmaya devam etti.”
Türkiye raporunda yargıdaki derin kusurların giderilmediği ve insan hakları ihlallerinin arttığı altı çizilen hususlardan. İşkence, cezaevlerinde yaşanan kötü muameleler, zorla kaybetmeler konusu, mülteci ve göçmenlere dair tespitler ile kadınların ve LGBTİ+ bireylerin yaşadığı hak ihlalleri de raporda yer alan konular arasında. Muhalif siyasetçiler ve gazetecilere yönelik temelsiz soruşturmalar ve yargılamalar raporda işlenen, yargının ve siyasal sistemin kusurlarını gün yüzüne çıkaran diğer tespitler. Muhalefete yönelik artan baskı şüphesiz yargının siyasallaştığının açık bir göstergesi olarak okunabilir. Muhalif sesleri susturmak için mahkemelerin bir cezalandırma ve baskı aracı olarak kullanılması Ergun Özbudun’un 2015 yılında yayımladığı “Türkiye’nin yargı sistemi ve rekabetçi otoriterliğe sürüklenme” başlıklı makalesinde de dolaylı olarak konu edilmiştir. Özbudun, yargı organları üzerinde yürütme gücünü artıran yasal değişikliklerle “bağımlı ve işbirlikçi bir yargı” oluşturulduğuna vurgu yapmıştır.
Robert Dahl, After the Revolution?: Authority in a Good Society isimli kitabında vatandaşların, genel olarak tanımlanan siyasi konularda cezalandırılma tehlikesi hissetmeden kendilerini ifade edebilme hakkını modern demokrasilerin “prosedürel asgari” şartlarından biri olarak nitelendirmiştir. Türkiye raporunda dikkat çeken noktalardan olan barışçıl toplanma hakkını kullanan kişilere orantısız güç kullanılması, Dahl’ın tanımına göre ülkenin demokrasi karnesinin de iç açıcı olmadığını gözler önüne seriyor. Türkiye raporunun “Toplanma özgürlüğü” başlığı altında öne çıkan eylemlerden biri Rize’nin İkizdere ilçesinde yaşanan eylemlere yönelik orantısız güç kullanımı. İkizdere’de jandarma, köyde taş ocağı açılması kararını protesto eden köylülere biber gazıyla karşılık vermiş ve eylem yapan köylülerden bazılarını gözaltına almıştı.
Türkiye raporunda dikkat çeken hususlardan bir diğeri de işkence ve kötü muamele konuları. Kandıra Cezaevi’nde Garibe Gezer’in hücresinde ölü bulunması ve Gezer’in ölümünden önce infaz koruma memurları tarafından işkence gördüğü ve bu iddialara ilişkin dosyaya savcılık tarafından takipsizlik kararı verildiği raporda yer alan diğer bir detay. Cezaevlerinde yaşanan insanlık-dışı muameleler zaman zaman gündeme gelen konulardan biri. Örneğin, 15 Aralık 2021 tarihli haberlerde Halil Güneş adlı mahkûmun tek kişilik hücrede hayatını kaybettiğini okumuştuk. 1993 yılında 23 yaşındayken tutuklanan Güneş, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yaklaşık 29 yıldır cezaevinde tutuluyordu. Uzun zamandır kanserle savaşan Güneş’in yaşam mücadelesini hapishanede kaybetmeden önce tedavisi için tahliye edilmemesi, Af Örgütü raporunda yer almasa da ülkede yaşanan başka bir cezaevi zulmü olarak hafızalardaki yerini koruyor.
1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin başlangıç kısmında “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli” olduğu ifade edilmiştir. Türkiye’nin 1949 yılında kabul ettiği bildirge ile üye devletler, BM ile işbirliği yaparak insan haklarına saygı gösterilmesinin teminini taahhüt etmişlerdir. 1982 Anayasası’nda uluslararası hukuk kurallarının iç hukuka karşı üstün olduğu belirtilmiştir fakat ifade özgürlüğü, dini özgürlükler ve örgütlenme özgürlüğü gibi konularda Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en çok davası görülen ülke konumundadır.
2016 Temmuzu’nda gerçekleşen darbe girişiminin ardından OHAL ilan edilerek her türlü muhalefet üzerindeki baskının arttığı bilinmektedir. Kanun hükmünde kararnameler ve meclis denetimine tabi olmayan keyfi yasalar ile insan haklarının ve temel özgürlüklerin ciddi yara aldığı gözlemlenmektedir. Af Örgütü tarafından da özellikle 2016 sonrası açıklanan raporlarda Türkiye’de muhalif seslerin susturulmasında hukukun üstünlüğü gibi ilkelerin bertaraf edildiği ve demokratik süreçlerin bypass edildiği vurgulanmıştır. Örneğin Türkiye, toplumsal cinsiyet temelli, aile içi şiddet dahil her türlü şiddeti önlemeye yönelik 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nden, Anayasa’ya aykırı bir şekilde Cumhurbaşkanı kararıyla çekilmiştir.
Montesquieu’ya göre bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yönelmiş bir tehdittir. Bu bağlamda, Af Örgütü Türkiye raporunda konu edilen insan hakları ihlallerinin, gerekli yasal ve yapısal düzenlemeler yapılmadığı takdirde farklı toplumsal gruplara ve aktörlere de sirayet etme ihtimalinin hiç de az olmadığını iddia edebiliriz. Bu ihtimalin varlığı, yargı sistemindeki derin kusurların giderilmemesinin aslında tüm toplum için ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor. 2022 Türkiye’sinde maalesef hala “kurtuluş savaşı” ve “milli beka sorunu” gibi retorikler üzerinden bir buhran atmosferi yaşanıyor. Bunun nedenlerinden biri de ülkenin getirilmiş olduğu çatışma ve baskı ortamında yaşanan yaygın insan hakları ihlalleridir. Bu ortamdan çıkış ise insan hakları ve demokrasi temelli bir oluşumun siyaset sahnesinde gücü eline almasıyla mümkün gözüküyor.
Fotoğraf: Markus Spiske