[voiserPlayer]
İran’da 15 Kasım Cuma günü ilan edilen benzin zamları ve akaryakıt kullanımına getirilen kotalar ülkede yeni ve şiddetli bir protesto dalgasını başlattı. Devletin devrim sonrası inşa ettiği refah sisteminin içkin bir parçası olan akaryakıt sübvansiyonlarında gittiği kısıtlama, uzun süredir hem ekonomideki kötü yönetimin derinleştirdiği işsizlik ve enflasyon gibi kronik sorunlarla hem de Trump yönetiminin 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından yeniden devreye giren nükleer yaptırımların artan iktisadi külfeti ile boğuşan İranlıları sokaklara döktü. Umutsuzluk ve öfke tıpkı 2017’nin Aralık ayında patlak veren ve hızla ülke geneline yayılan protestolarda olduğu gibi şiddet eylemlerine dönüştü. O dönemde protestoları tetikleyen temel gelişme gıda fiyatlarına yapılan zamlar olmuştu. Trump yönetimi henüz nükleer anlaşmadan çekilmemiş ama gönülsüzce tasdik ettiği anlaşmanın geleceği konusunda fazla umut bırakmamıştı. Ruhani hükümetinin istihdam yaratmak için güvendiği dış yatırımlar İran’ı ABD daha nükleer anlaşmadan çekilmeden evvel terk etmeye başlamıştı. Dar gelirli kesimin yüksek faiz umuduyla paralarını yatırdığı denetimsiz finans ve kredi kuruluşları birer birer iflas ediyordu. Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik ve nepotizme duyulan öfkenin ilk kıvılcımı muhafazakâr bir kent olan Meşhed’de parlamış, önceleri Ruhani hükümetini hedef alan protestolar bir anda rejim karşıtlığına evrilmişti. İlginçtir ki, muhafazakâr cenah hükümeti yıpratmak için protestoları yüreklendirirken, halkın tepki duyduğu sorunların bir sistem sorunu olduğunu göz ardı ediyor ve kısa süre zarfında tüm siyasi fraksiyonlara ve kurumlara yönelecek öfkeyi hesaba katmıyordu.
15 Kasım 2019’da yasama, yürütme ve yargı erklerinin başkanlarından oluşan İran Ekonomi Koordinasyon Yüksek Konseyi’nin kararı ile ilan edilen benzin zammı önceki protestoların küllerini yeniden alevlendirdi. Karar ile altmış litreye kadar benzin sarfiyatı için yüzde 50, bu kotayı aşan kullanımlar için yüzde 300’e varan zam yapıldı. İran’da devlet, sübvansiyonlarda kesintiye giderek yaptırımlar nedeniyle petrol gelirlerindeki ciddi düşüşü telafi etmeye çalışıyor, daha çok orta sınıfın yararlandığı akaryakıta devlet katkısındaki kısıtlamadan elde edilecek yeni geliri 18 milyon dar gelirli aileye nakdi yardım ile dağıtmayı vaat ediyordu. Bu adımın ardında petrol kaçakçılığından nemalanan kesimler ile mücadele fikri de yatmaktaydı. Fakat Amerika’nın azami baskı politikası ile giderek daha kötü bir darboğaza sürüklenen İran ekonomisini rahatlatmak gayesi güden bu politika yaptırımların yükü altında eriyen orta sınıf ve dar gelirli kesimler için yeni bir zam ve enflasyon dalgası anlamına geliyordu. Karar pek çok milletvekili ve din adamının tepkisini çekse de Dini Lider Hamaney’in “uzmanı olmadığı bu konuda” devletin üç erkinin ortak kararını desteklediğini açıklaması hükümete siyasi seçkinlerden gelebilecek tepkileri baskıladı. Ancak toplumsal tepkiler için aynı durum geçerli değildi.
Karar sonrası ilk protestolar 2017’e benzer şekilde Ayetullah Hamaney’in doğum yeri olan Meşhed’de başladı, Tahran, Tebriz, İsfahan, Şiraz gibi büyük kentlerin yanı sıra Ahvaz, Kereç ve Kirmanşah gibi daha pek çok kente yayıldı. Akaryakıt zammını protesto eden halk yolları kapatıp, sokaklara ve otobanlara barikatlar kurarken, pek çok hükümet ve belediye binasını, banka ve dükkanları ateşe verdi. Protestolara Tahran ve Tebriz gibi kentlerde üniversite öğrencilerinin de destek verdiği haberleri gelirken, rejimin interneti keserek İran’ın uzun zamandır planladığı ulusal internet ağını devreye sokması ile sahadan sağlıklı bilgi almak da zorlaştı. İran’ın yarı-resmi haber ajansı Fars Haber’in aktardığı bilgilere göre protestoların üçüncü günü itibariyle 1000 kişi tutuklanırken, teyit edilen ölü sayısı üç olarak duyuruldu. Farklı haber kaynaklarında bu sayının giderek arttığı ve protestoların beşinci günü itibariyle hayatını kaybedenlerin sayısının 100’ü aştığı bilgisi de yer alıyor.
Protestolar karşısında İran’da yönetimin farklı kesimleri şiddet içeren gösterilere müsamaha gösterilmeyeceğini ve Devrim Muhafızlarının ülkede huzur, asayiş ve kamu düzenini sağlamak için “devrim-karşıtı” “çetelerle” sonuna dek mücadele edeceğini duyurdu. 2017-2018 protestolarında verdiği tepkiye benzer şekilde Cumhurbaşkanı Ruhani halkın kaygı ve taleplerini dile getirmesinin meşru bir hak olduğunu ancak şiddet eylemlerinin ve kamu malına zarar veren gösterilerin bu kapsamda sayılmayacağını yineledi. Bütün bu açıklamalara rağmen, İran’da toplumsal öfke ve derinleşen sosyo-ekonomik kriz, 2009’da sivil haklar ve özgürlükler temelli Yeşil Hareket’in aksine, artık şiddeti benimseyen ve açıktan sistemi hedef alan bir mecraya girmiş durumda. Ruhani hükümeti ise bir devlet politikası olarak sunulan zam kararında herhangi bir değişikliğe gidilmeyeceğini vurgulamaya devam ediyor.
İran’da devlet-toplum ilişkilerinin bu hem yeni hem de eski krizi, bize rejim ve toplum arasındaki fay hatlarının giderek derinleştiğini gösteriyor. Zira 2017’deki son protestolardan bu yana İran’da halkın sosyo-ekonomik taleplerine cevap verebilecek bir siyaset izlenemedi. Bunun kuşkusuz en önemli nedenlerinden birisi Trump yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilmesi ve bu kararın hemen ardından İran’a karşı sergilediği agresif ekonomik baskı politikaları oldu. Tahran’ın petrol ihracatını sıfırlamak ve rejimi en önemli gelir kaynağından mahrum bırakmak üzerine bina edilen bu politika Ruhani’nin ilk döneminde kurmayı başardığı makroekonomik istikrarı yerle bir ederken, nükleer anlaşmadan büyük beklentileri olan İran halkını da derin bir hüsran ve gelecek kaygısı ile baş başa bıraktı. Yaptırımlar nedeniyle petrol gelirlerinde yaşanan ciddi düşüş Ruhani hükümetini ekonomik programında yer alan, fakat halka getireceği ek külfet nedeniyle siyasi riskler de barındıran sübvansiyon reformunu büyük ihtimalle planladığından daha önce uygulamaya zorladı. İran’da pek çok iktisatçı ve teknokrat akaryakıt sübvansiyonlardaki kesintinin bütçe ve ekonomik kalkınma adına elzem olduğunu vurgulasa da böylesi önemli bir adımın neden Meclis’te tartışılmadığı, kamuoyunun buna neden hazırlanmadığı da sıklıkla sorgulanmakta. Ruhani’nin temsil ettiği reformcu-pragmatik bloğun seçmen tabanını oluşturan orta sınıfı yakından ilgilendiren bu hamlenin yaklaşan parlamento seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanı Ruhani’yi yıpratmak adına öne çekilmiş olabileceği şüphesini not etmek gerekiyor. Oysa bu adımın sadece hükümeti değil, tüm sistemi yeniden bir sosyal kalkışma ile sınadığı görülüyor. İran bir yandan bölgesel nüfuzunu tartışmaya açan Lübnan ve Irak protestolarını yönetmeye çalışırken, 15 Kasım’dan beri kendi evinde de derinleşen bir toplumsal kriz ile yüzleşmek durumunda kalıyor.
Fotoğraf: Alireza Heydarifard