İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı hamlesini yaptı. İmamoğlu ve diğer sanıklar hakkında 4000 sayfalık bir iddianameyle karşı karşıyayız. Metin boş değil. Gizli tanık ve tanık ifadeleri, fiziki takip, ses kaydı, görüntüler ve para transferleri gibi ayrıntılar kanıt listesinin içeriğini karakterize ediyor. İddianamenin ağırlığı karşısında siyasi savunmayla yola devam etmek ise imkansız.
Bilindiği üzere gerek İmamoğlu gerekse CHP liderliği İmamoğlu operasyonlarını ana muhalefetin cumhurbaşkanı adayının önünü kesmek için atılan bir siyasi adım olarak yorumluyor. Siyasi iktidar yargıyı kullanarak muhalefeti tasfiye etmeye çalışmakta. Temel sav bu yönde. İhtimal ki bu söylem hiçbir zaman terk edilmeyecek. Ancak gelinen noktada savcının iddialarına başta İmamoğlu olmak üzere tüm sanıkların tek tek yanıt vermesi, karşı kanıtlarla savcılığı çürütmesi gerek. Aksi taktirde savcılığın iddiaları hakikat, İmamoğlu’nun savunması ise boş laf gibi algılanacak. Bu arada hukuki savunma yapmak hiç de kolay değil. Çünkü birbiriyle ilişkili çok sayıda kanıt ve sonuçta ortaya çıkan bir olay örgüsü var. “Bu olaylar hiç olmamıştır” savı belli somut iddialarda kullanılabilir elbette. Ama makul ve akla yakın olan olayları kabul etmek, ama savcılığın ileri sürdüğü illiyet bağını reddetmek şeklinde olabilir.
Her ne kadar kanıtlar sanıkları zor durumda bırakacak ölçüde ağır olsa da ortaya bir iddianamenin çıkmış olması olumlu elbette. Böylelikle sanıklar kendilerini savunabilecek. Mahkemeye çıkma temel bir insan hakkı. Sanık ve iddia sayısı nedeniyle yargılamanın uzun sürme ihtimali var. Mahkeme her gün duruşma yapma gibi özel bir tedbir almazsa süreç yıllar sürebilir. Bu durum sanıklar için sakıncalı. Ayrıca İmamoğlu’nun Türk siyasetindeki konumu nedeniyle davanın yıllarca konuşulması, siyasi hayatı yargısal faaliyetin uzantısı haline getirip sivil siyaseti felç edecektir.
İddiaların içeriği ve yargılamanın niteliği ne olur sorularını ise daha kapsamlı bir şekilde yanıtlamak lazım. Öncelikle 19 Mart’la 11 Kasım arasında siyasi kamuoyunun bu mesele hakkında pek iyi bir sınav vermediğini kayıt altına almalıyız. Hükümete yakın kesimler İmamoğlu’nu suçlu ilan ederek masumiyet karinesi ilkesini çiğnediler. Muhalefetin kanaat önderleri ise muhakeme sorumluluğunu yadsıyan bir tavır içinde oldu. Olayı, iddiaları ve süreci belli bir mesafeden takip etmek, İmamoğlu ve diğer sanıkların suçlu olma ihtimaline karşı etik politik bir tarafsızlıkla hareket etmek en doğru yoldu. Ama muhalif medya bu yolu tercih etmeyerek İmamoğlu hakkında eleştiri yapılmasını dahi engelleyen bir yerde kendi söylem hattını sabitledi.
Davanın hukuki mi yoksa siyasi mi olduğuna yönelik tartışmalar ise yersiz ve işlevsiz. Hukuk ile siyaset arasındaki sınır sadece ülkemizde değil, pek çok yerde son derece muğlaktır. Dahası savcılık iddianameyi yazarken cezalandırılmasını talep ettiği suç örgütünün kuruluş amacını siyasi olarak tanımlıyor. Kısaca İmamoğlu siyasi yükselişini finanse etmek için yasa dışı yollarla fonlanan bir kasa oluşturmuş durumda. Kanıtlanması beklenen temel iddia bu yönde. Peki bu kasa ne için kullanılıyor?
Önce Kaftancıoğlu yerine Özgür Çelik, ardından ise Kılıçdaroğlu yerine Özgür Özel İmamoğlu tarafından belli görevlere getiriliyor. Bir anlamda İmamoğlu yasa dışı yollardan elde ettiği geliri CHP’de kariyer yapmak, partiyi ele geçirmek için kullanmış. Bu yazım tarzı salt bir hukuki tartışma yapmamızı imkansız hale getirmekte. Çünkü bahsi geçen olaylar yakın dönem CHP tarihinin özeti gibi. Tabii yasa dışı örgütün amacının siyaseti dizayn etmek olduğu varsayımı Özgür Özel’i davanın uzantısı haline getirecek bir akıl yürütmeyi belirginleştiriyor. Savcılığa göre Özgür Özel sanık değil, ama bir suç örgütü liderinin yasa dışı yollarla topladığı parayla genel başkan yapılan bir kişi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan ihbar ise hukuken doğru, siyaseten ise çok riskli bir gelişme. Savcılık elde ettiği kanıtlara dayanarak AYM’ye kapatma davası açma yetkisine sahip Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına mali denetimle ilgili bir hatırlatmada bulunuyor. Gerisi Yargıtay Savcılığının ve bu ihbar davaya dönüşürse AYM’nin bileceği iş. Ama bir kez bu mesele gündeme geldiğinde tartışmanın merkezinin İmamoğlu olmaktan çıkıp CHP haline geleceği ve hukuki değerlendirme sürecinin tümüyle siyaset gölgesi nedeniyle karanlıkta kalacağı açık. Ayrıca ana muhalefet partisi hakkında kapatma istemiyle açılacak bir davanın Türkiye’yi ne hale getireceğini düşünmek bile demokrasi için hayırlı değil.
Gelinen nokta itibariyle yanıtlanması gereken iki soru var: Öncelikle Türkiye’deki tüm yolsuzlukları CHP’lilerin işlemesi akla, mantığa ve eşyanın tabiatına aykırı olduğuna göre biz neden sadece CHP’li belediyeleri yolsuzluk üzerinden tartışıyoruz sorusu önemli. Bu meselede tüm kurumları ve tüm partileri içine alacak şekilde genel bir yolsuzlukla mücadele eylem planı devreye girmediği müddetçe muhalif seçmen yaşanan ve yaşanacak her şeyi muhalefete iktidarın yargı yoluyla müdahalesi olarak yorumlayacaktır.
İkinci soru/sorun ise CHP’yle ilgili. Ekrem İmamoğlu partinin fiili genel başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı. Ama iddialar çok ciddi, ayrıca bu son iddianameyle birlikte yargılandığı davaların sayısında yine artış oldu. Diploma iptal kararı da bu tabloya eklendiğinde karşımızda siyaseten iflas etmiş bir İmamoğlu portesi var. İstanbul’un eski başkanının yakın bir zamanda hürriyetine kavuşması ve siyaset yapması imkansız. Peki CHP bu apaçık gerçeği ne zaman kabul edecek? CHP’nin İmamoğlu’ndan vazgeçtiğini görmemiz için daha nelere tanıklık etmemiz gerekiyor?

