[voiserPlayer]
“Tyler Cowen, Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi’ni savunma konusunda haksız, ancak özgür düşünce ve serbest piyasa savunucularının oyunumuzu geliştirmeleri konusunda haklı.”
Liberteryen çevrelerde önemli bir figür olan ekonomist Tyler Cowen, provokatif ama düşündürücü bir manifestoda ideolojik meslektaşlarına sert değerlendirmelerle yükleniyor:
“Hayatımın büyük bir bölümünde liberteryen ‘hareketi’ takip etmiş biri olarak, artık en azından akış açısından liberteryenizmin içinin büyük ölçüde boşaltıldığına inanıyorum. Bir kesim, Ron Paul-izm’e ve daha az iştah açıcı alternatif sağ yönlere ayrıldı. Ve bir başka daha yerleşik kesim ise var olmayı sürdürüyor, ancak gerçekten yeni taraftarlar çekemiyor. Her şeyden önce eski tarz liberteryenizm, en önemlisi iklim değişikliği olmak üzere bir dizi büyük sorunu çözebilecek ve hatta çok iyi bir şekilde ele alabilecek gibi görünmüyor. Öte yandan, akıllı insanlar internette ve internet, en azından akıllı ve meraklılar arasında sentetik ve eklektik görüşleri teşvik ediyor gibi görünüyor. İnternet, 1970’lerin kitle kültürünün aksine, “büyük L Liberteryenizm”ini üretme eğiliminde değil. Hepsinden önemlisi, dar liberteryen görüşlerden dışarıya göç, özellikle de eğitimli kadınlarınki, oldukça şiddetli oldu.”
Bir panzehir olarak Cowen, geniş ve büyüyen bir devletin, temel bireysel haklar, çoğulculuk ve sürekli olarak iyileştirilmiş yaşam standartlarına yol açan türden bir ekonomik büyümenin aleyhine olmadığını savunan “Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi” adını verdiği şeyi savunuyor. Çağdaş liberteryenlerin çoğunun, büyük devlet ile özgürlüğün temelde bağdaşmaz olduğuna inandığını ileri sürüyor ve buna temelde, “Danimarka’ya bakın ve umutsuzluğa kapılın” yanıtını veriyor: “Danimarka aslında daha küçük bir devlete sahip olmalı, ancak yine de daha özgür ve daha güvenli olan devletlerden biri, herkes için olmasa da en azından Danimarka vatandaşları için”.
Cowen’ın makalesi birçok yönden, siyasetin bireysel haklara saygı ve sınırlı hükümet etrafında örgütlenmesi gerektiğini savunduğu son kitabı Stubborn Attachments’ı özetliyor: uzun vadeli, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi teşvik eden politikalar ve bazı sorunların (özellikle iklim değişikliği) bireysel düzeyden ziyade devlet düzeyinde ele alınması gerektiğinin kabulü. Tüm ideolojik inançlardan okuyuculara meydan okuyacak mükemmel bir kitap. Kitapta karşı çıkılacak tonla şey var ama bu kitap, geleneksel liberteryen tutumlara, özellikle de hükümetteki büyümenin zorunlu olarak yaşam standartlarını düşürdüğü fikrine karşı cesur ve aykırı bir meydan okuma.
Bu yazıyı, özü doğru ancak ayrıntıları temelde yanlış olan Cowen’ın manifestosunun nokta nokta bir eleştirisi olarak düşünmüyorum. İnternetin ve bilginin daha geniş bir şekilde yayılmasının ideolojik eklektizmi ve ideoloji söz konusu olduğunda kitlesel kişiselleştirme gibi bir şeyin yaratılmasını teşvik ettiği konusunda haklı olduğunu düşünüyorum. Ancak bu sadece “büyük L Liberteryenizm”e karşı işlemez. Tüm ideolojik hareketleri etkiliyor ve siyasi yelpazedeki (Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler dahil) bütün gruplar içindeki bölünmelerin neden giderek daha keskin ve sert hale geldiğini açıklamaya yardımcı olur. Etrafımızdaki her yerde koalisyonlar giderek zayıflıyor ve küçülüyor. (Bu arada bu kötü bir şey değil, 17. yüzyıl İngiltere’sinde yeni Hıristiyan mezheplerinin yaratılmasının kötülüğünden daha iyi). Nancy Pelosi’nin en keskin eleştirmenleri, koridorun diğer tarafından değil, kendi tarafından. Böyle bir pozisyon çeşitlenmesinin kendisi liberteryendir.
Cowen, devletin boyutunu, kapsamını ve harcamalarını artırma çağrısında da yanılıyor. “Hükümetlerimiz iklim değişikliğini ele alamıyor, K-12 eğitimini çok fazla iyileştiremiyor, trafik sıkışıklığını düzeltemiyor” diye yazıyor ve bu tür sonuçları hem devletin dikte edebilecekleri hem de yapabileceği harcamalar açısından “devlet kapasitesindeki başarısızlıklara” atfediyor. Bu durum çok net değil. Belirli bir konuda inançlarınız ve tercihleriniz ne olursa olsun, örneğin iklim değişikliğini ele almanın ölçeği (ve maliyeti), temel eğitim vermeye kıyasla çok büyüktür ve temel eğitimde daha fazla devlet kontrolünün veya doların olumlu sonuçlar doğurması için bir sebep yoktur. Daha temelde Cowen, liberteryenizmi siyasi ve partizan kimlikler, ilişkiler ve sonuçlarla birleştirir. Bence daha iyi bir yol; liberteryen kelimesini bir isim veya hatta sabit, katı bir siyaset felsefesi olarak daha az görmek ve daha çok bir sıfat veya “özerklik, açık fikirlilik, çoğulculuk, hoşgörü, yenilikçilik ve hayatın mümkün olduğu kadar fazla sayıda alanına zorla katılım konusunda gönüllü iş birliği gibi şeyleri öne çıkaran bir bakış açısı olarak tanımlamaktır. Liberteryen hareketin, siyaset ve partizanlık dışı terimlerle ifade edildiğinde çok daha etkili ve çekici olduğunu iddia ediyorum.
Her ne olursa olsun, liberteryen hareketin, bazı derin yönlerinde ortaya çıkan sebeplerden dolayı duraksadığına katılıyorum. Kendini liberteryen olarak tanımlayanlar arasında Cowen’in akış dediği güçlü bir ileri ivme duygusu, özellikle ulusal siyaset söz konusu olduğunda (2016’da bir liberteryen başkan adayının şimdiye kadarki en güçlü gösterisine rağmen) son birkaç yılda kesinlikle kayboldu. 1990’lardan 2000’lerin büyük bir bölümüne kadar, liberteryen tutumların, fikirlerin ve politikaların yükselişte değilse bile en azından fikir paylaşımı olarak geliştiğine dair genel bir kanı vardı ve bu durum hem liberteryenlere enerji veren hem de sağ ve soldaki insanları endişelendiren bir gerçekti. 2008’in sonlarında, mali krizin derinlikleri ve federal hükümetin muazzam büyümesi sırasında, Matt Welch ve ben, “Liberteryen Moment”ın başladığını duyurduk. Bu duyurumuzun, liberteryen filozof Robert Nozick’in parıldayan “ütopyalar ütopyası”nın ilk taslak versiyonu olduğunu söyledik. Teknolojideki üstel ilerlemeler, zenginlikteki geniş tabanlı artışlar, ticaret ve kültür yoluyla dünyanın devam eden ağları ve hem resmi hem de özel baskı kurumlarının güç kaybetmesi nedeniyle daha fazla sayıda bireyin, kendi yol haritasını çıkarması ve gökyüzüne kafasını çevirip yıldızlara bakarak kendi hayatlarını yönlendirmeleri daha önce hiç bu kadar kolay olmamıştı.
Sonraki dönemde The Declaration of Independents (Bağımsızlar Bildirgesi) kitabına dönüşen polemiğimiz, betimleyici olduğu kadar istek uyandırıcıydı, ancak Washington olağanüstü bir büyüme hamlesine girişmek üzereyken bile -Obama yönetimi yeni yetkilerin yaratılmasından düzenlemedeki artışlara ve gözetimin genişletilmesine kadar her yolla bu büyüme hamlesini devam ettirip genişletti- hayatımızın birçok yönünün geliştiğine dair bir mesajı içeriyordu. Muhafazakarlar ve liberaller, ekonomik kriz ve ertelenen savaşlar karşısında karanlık ve kıyamet vadederken ve nasıl yaşadığımız ve iş yaptığımız üzerinde her zamankinden daha fazla kontrol talep ederken, liberteryenler geleceğe dair farklı bir yol öneren bir iyimserlik, açıklık ve güven getirdiler. 2014’ün ortalarında The New York Times, haftalık dergisinin kapağında bile “Liberteryen An Sonunda Geldi mi?” diye soruyordu.
Tuhaf 2016 başkanlık sezonu başlarken, Donald Trump ufukta Thanos gibi belirip güneşi kapatırken ve önündeki her şeyi yok ederken bu soruya yüksek sesle olumsuz yanıt verildi. 2016’nın başlarında George Will; Trump ve Hillary Clinton arasındaki yarışa bakıyor ve bu canavarlardan hangisi Beyaz Saray’da biterse bitsin, aslında özgürlükçü değil, otoriter bir dönemde olduğumuzu ilan ediyordu. Özgürlük için Öğrenciler’in yıllık uluslararası konferansı vesilesiyle toplanan 2.000 kişinin önünde Will, Matt’e ve bana şunları söyledi:
[Donald Trump] bugün sahip olduğumuz devletin yeterince büyük olmadığına ve özellikle gücün sadece Washington’da değil, Washington’un yürütme organındaki gücünün de yeterince ileri gitmediğine inanıyor… Bugün, federal bütçenin yüzde 67’si transfer ödemeleri … Özel sektörü düzenlemek ve geliri dağıtmaktan başka çok az şey yapmak için var olan bir idari mekanizmanın, hizmet ettiği müşteri grupları arasında gidip gelen para gökyüzünü karartıyor. “Liberteryen An” bu hikayede nereye uyuyor?
2020 seçim sezonunun yüksek vitese geçmesiyle her tarafta süren kıyamet, yalnızca olduğundan daha kötü hale gelecek. Başkanlık kampanyaları; özellikle liberteryen fikirlerin, tutumların ve politikaların alan kazanmasına engel olan, kısa vadeci, “seçimler her şeydir” partizan düşüncesini doğurur.
Bence Cowen, liberteryen hareketin “eğitimli kadınlar” da dahil olmak üzere “gerçekten yeni taraftarlara çekici gelmediği” konusunda çoğunlukla haklı. Liberteryen harekette özellikle güçlü bir şekilde hiçbir zaman temsil edilmemiş olan etnik ve ırksal azınlıkları da bu listeye ekleyebilir. Ve giderek artan bir şekilde, sosyalizm hakkında kapitalizm hakkında olduğu kadar olumlu bir görüşe sahip olan genç Amerikalıları da…
Tabii ki bunu yazarken, liberteryen fikirlerin, politikaların ve örgütlerin aslında doğrudan geleneksel olarak liberteryen kabul edilmeyen gruplara hitap ettiği her türden yolu düşünüyorum (yakın zamanda “cinsiyetçilik karşıtı, devletçilik karşıtı, piyasa ve seçim yanlısı” Feminists for Liberty’ye 100 dolar verdim). Okul seçimi, uyuşturucunun yasallaştırılması, ceza adaleti reformu, evlilik eşitliği, mesleki ruhsatlandırmanın sona erdirilmesi, göçün serbestleştirilmesi, askeri müdahalenin sorgulanması, ifade özgürlüğünün savunulması… Liberteryen düşünceyi tanımlayan pek çok şey, izleyiciler arasında gerektiği kadar başarılı bir şekilde erişemediğimiz doğal bir seçmen kitlesine sahiptir. Liberteryen fikirlerin sürekli değişen bir dünyaya nasıl uyabileceğine dair sürekli bir değerlendirmenin yanı sıra bu tür bir erişim, elbette Reason’ın günlük olarak yaptığı şeydir.
Geniş tanımlı liberteryen hareket içinde hepimizin daha iyisini yapması gerekiyor. Ve en azından bu anlamda Cowen’ın manifestosu, çabaları ikiye katlamak için hoş bir teşviktir.
Fotoğraf: Ken Cheung